S h a n t a r a m



Download 7,58 Mb.
Pdf ko'rish
bet21/190
Sana22.07.2022
Hajmi7,58 Mb.
#838043
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   190
Bog'liq
Dağ gölgesi

DOKUZUNCU BÖLÜM
Yrf 
savaştan ve iktidar mücadelelerinden kalma acıklı hikâyelerin yaraları 
sahte pasaport fabrikasındaki kayıt defterimden fışkırıyordu.
İranlı bir profesör, Devrim Muhafızları’nın yaptığı temizlikten kaçan bir 
erken dönem İslami metinler uzmanı, en kapsamlı paketimizi istiyordu: Sahte 
doğum belgesi, sahte motorlu taşıtlar ehliyeti, banka dokümanları ve geçerli 
vize damgalarıyla desteklenen ve en az iki yıllık bir seyahat geçmişine sahip 
dört başı mamur bir pasaport.
Belgelerin tamamı detaylı bir incelemeden sorunsuz geçebilmeli ve müş­
terimizi uçağa bindirebilmeliydi. Profesör sahte belgeleriyle gideceği yere var­
dığında onlardan kurtulmayı ve bir mülteci kampına sığınmayı planlıyordu.
Vücudunda ağır işkence izleri vardı ama sahte bir pasaportla şansını dene­
mek zorundaydı. Zira hiçbir yasal otorite ona gerçek bir pasaport veremeye­
cekti. Bunu yalnızca ülkesine iade edilip zincire vurulması için yapabilirlerdi.
Bir Nijeryalı, bir Ogoni aktivisti hükümetin Ogoni’deki kaynakları sömür­
mek için petrol devleriyle yaptığı anlaşmaya karşı bir kampanya yürüterek he­
def hâline gelmişti. Bir suikast girişiminden kurtulmuş ve bir yük gemisinin 
kargo bölümünde Bombay’a sağ salim ulaşabilmişti. Belgeleri yoktu ama ya­
nında destekçilerinden topladığı yüklü miktarda para vardı.
Limanda polise rüşvet vermiş, polis de onu bize yollamıştı. Şimdi yeni bir 
kimliğe ve farklı bir uyrukla yeni bir pasaporta ihtiyacı vardı.
Tibetli bir milliyetçi bir Çin esir kampından kaçmış ve Hindistan’ın karlı 
dağlık arazisini yürüyerek geçmişti. Bombay’a geldiğinde Tibetli sürgünler 
ona para yardımında bulunmuş ve yeni belgeler için Sanjay Şirketi’yle an­
laşmışlardı.
Başkaları davardı. Bir Afgan, bir Iraklı, bir Kürt aktivisti, bir Somalili ve iki 
Sri Lankalı. Hepsi de kendilerinin başlatmadığı ve mücadele edemeyecekleri 
kanlı savaşlardan kaçmaya çalışıyordu.


Ama savaşlar suç dünyası için bulunmaz bir nimettir ve biz sadece 
adamlar için çalışmıyorduk. Sanjay Şirketi bir fırsat sömürücüydü. 
Kârla
t
saklamaya çalışan düzenbaz iş adamlarına, mahvedecekleri yeni bir 
kimliğe $ 
hip olmak isteyen kiralıklara, kaçak komutanlara, kendilerine sahte bir ölü,, 
ayarlayıp tüyenlere ve daha birçok kolay yoldan para kazanmayı seçen pislj;. 
hizmet ediyorduk.
Defterimin yanında ise başka bir pasaport duruyordu. Benim fotoğrafım 
ve yeni bir Sri Lanka vizesi içeren bir Kanada pasaportu. Arka kapağına Reuter. 
Haber Ajansı’nın basın kartı iliştirilmişti.
Bir yandan başkalarını savaşlardan ve kanlı rejimlerden kaçıracak belgeleri 
düzenlerken, diğer yandan beni on binlerce hayata mal olan bir anlaşmazlığa 
ortasına götürecek pasaportu hazırlıyordum.
“Bunu okudun mu?” diye sordu yeni yardımcım. Ogoni aktivistinin kale 
me aldığı biyografik notları gösteriyordu.
“Evet.”
“Hepsini mi?”
“Evet.”
“Cidden berbatmış.”
“Evet, öyle, Farzad,” dedim başımı kaldırmadan.
“Gazetelerde yazanlardan bile kötü.”
“Yalnızca ekonomi ve spor sayfalarını okumazsan aslında hepsi gazetelerde 
yazıyor.” Hâlâ başımı kaldırmamıştım.
“İnsan bir fena oluyor. İçim daraldı.”
“Hı.”
“Bunlar adamı depresyona sürükler. Ciddiyim bak. Günlerce bunların ara­
sında kalırsan sonunda kafayı üşütürsün. Biraz dışarı çıksan? Hava alsan...” tj 
Okuduğum dosyayı itip başımı kaldırdım. “Sorun ne?”
“Efendim?”
“Deminden beri dilinin ucunda bir şeyler var. Dökül bakalım.”
“Dökül mü?”
“Sadede gel, Farzad. Ne demek istiyorsan açık açık söyle.”
“Ah.” Gülümsedi. “Haklısın. Seninle konuşmak istediğim bir konu var.» 
Döküleyim
o zaman.”
Başını eğdi ve işaret parmağıyla masanın cilalı yüzeyinde bir daire çizdi. 
“Şey...” Hâlâ gözlerini kaçırıyordu. “Ben sana şey soracaktım. Bize yemeğe! 
gelir misin? Öğle ya da akşam fark etmez. Bizimkilerle tanışırsın.”
“Bütün mesele bu mu?”


DAĞ GÖLGESİ ■ 87
“Evet.”
“Neden açıkça sormadın?”
“Şey...” Masadaki hayali daireyi giderek küçülttü. “Hakkında anlatılanlar­
dan sonra çekindim.”
“Ne anlatıyorlarmış hakkımda?”
“Hırçın olduğunu söylüyorlar. Bir de mızmız.”
“Mızmız mı?” diye tısladım. “Ben mi?”
“Valla duyduğumu söylüyorum.”
Bir an birbirimize baktık. Aşağıdaki fabrikada, matbaa makinelerinden biri 
homurdanarak çalıştı. Bu boğuk gürültü saniyeler sonra yerini metal kelepçe­
lerle silindirlerin takırtısına bıraktı.
“Nasıl bir davet bu? Hakaret ederek eve misafir çağrıldığını da ilk sende 
görüyorum.”
“Acemiliğime ver,” dedi gülerek. “Yıllardır ilk kez birini bize davet ediyo­
rum. Biz biraz kapalı yaşayan bir aileyiz. Anlarsın ya?”
“Anlamaz mıyım? Ben de senden önce öyle yaşıyordum.”
“Eee, gelecek misin? Ailem seninle tanışmaya can atıyor. Yeminle bak. Keki 
amcam seni çok anlatırdı. Senin şey olduğunu söylerdi.
“Mızmız mı?”
“Evet ama büyük bir filozof olduğunu da söylerdi. Khaderbhai seninle fel­
sefe konuşmayı severmiş. Babam felsefe sohbetlerine bayılır. Annem ondan da 
beter. Aile arasında o tip tartışmalar sık olur. Bazen otuz kişi hep bir ağızdan 
konuşuruz.”
“Otuz mu?”
“Bizim aile geniştir. Anlatsam anlamazsın. Görmen gerek. Ama bizim yanı­
mızda asla sıkılmayacağından emin olabilirsin.”
“Davetini kabul edersem ve felsefe sever ailenle bir akşam yemeği yiyeceği­
mi söylersem beni rahat bırakacak mısın?”
“Bu evet mi demek?”
“Bir ara gelirim.”
“Sahi mi? Cidden gelecek misin?”
“Söz. Şimdi izin verirsen şunları bitirmeliyim.”
“Harika!” diye bağırdı ve kalçalarım sağa sola sallayarak tuhaf bir sevinç 
dansı yaptı. “Babama söyleyeyim de bu hafta bir gün belirlesin. Süper!”
Bana sırıtıp nihayet odadan çıktı. Dosyayı yeniden önüme çektim. 
Nijeryalınınkiydi. Adamın yeni kimliğiyle ilgili belgeleri düzenlerken karşımda 
sahte ama eskisinden daha güzel bir hayat şekillendi.


Bir ara yeni pasaportlar isteyen müşterilerimizin fotoğraflarıyla dolu ç
(
meceyi açtım. Daha iyi bir hayat uğruna vurulmaktan, boğulmaktan y
a
hapse düşmekten kurtulan şanslılardı bunlar.
Savaş ve işkenceden kaçan ama fotoğraf stüdyomuzda taranıp süslenen 
sahte bir dinginlik ifadesine bürünen suratlara gözüm takıldı. İnsanoğlu bir; 
manlar özgür bir dünyada yaşıyordu. Bir diyardan diğerine geçmek için tan
t
mızın ya da kralımızın bir resmi yetiyordu çoğu zaman. Şimdi dünya kapılar 
dolu, yanımızda kendi fotoğraflarımızı taşıyoruz ve hiçbirimiz güvende değilj
Sonuçta, Sanjay Şirketi kara parayla dönüyordu. Dünyanın bütün ka 
pazarları tiranlığın, savaşların ya da istenmeyen kanunların evlatlarıdır. Ayc 
ortalama otuz kırk pasaport düzenliyorduk ve en iyileri yirmi beş bin Amerik; 
dolarına satılıyordu.
“Savaşı iş olarak gör,” demişti Sanjay bir keresinde. Gözleri darphanede 
yeni çıkan madeni bir para gibi hunharca ışıldıyordu. “Ve işi de bir sav
olarak.”
Elimizdeki müşterilerin pasaportları için gerekli hazırlıklar tamamlandığı: 
da dosyalarla fotoğrafları fabrika katına götürmek için toparladım. Sri Lank 
gezisi için hazırladığım yeni pasaportu masamın ortasına doğru ittim. Er ge 
onu en iyi adamlarım Krishna ve Villu’ya teslim edecektim. Kaderin cilvesin 
bakın ki, onlar da Sri Lanka’dan göçmüştü. Ama henüz o yolculukla yüzleşme 
ye hazır değildim.
Krishna’yla Villu matbaa makinelerinden uzak bir köşeye onlar için ko; 
durduğum iki koltukta şekerleme yapıyordu. Yeni pasaport işleri bizim Sı 
Lankalı sahtecileri daima heyecanlandırırdı. Bir işi tamamlamak için sık Ş> 
bütün geceyi uykusuz geçirdikleri olurdu.
Bir süre onları izledim. Horlamaları bile uyumluydu. Sesleri belirli Ş 
perdeye kadar aynı anda yükseliyor ve yine birlikte nefeslerini üflüyorlardı 
Uykuyla kutsanırken kolları serbestçe koltuklarının iki yanından sarkıyordu.
Diğer iki işçi birkaç ayrıntıyı halletmek üzere dışarıdaydı. Onun için, fab­
rika sessizdi. Birkaç dakika daha, uyuyanlara özenerek horultularını dinledin
1
Krishna ve Villu, Bombay’a göçmen olarak gelmişti. Onlarla tanıştığım® 
aileleriyle sokakta, bir muşambanın altında yaşıyorlardı. Şimdi Sanjay Şirke
1

onlara iyi para veriyordu. Fabrikanın yanında, temiz pak evlerde yaşayabiliyor­
lardı ve kendi elleriyle yaptıkları kusursuz kimlikleri vardı. Yine de sınır dıf 
edilme korkusunu üzerlerinden atamıyorlardı.
Arkalarında bıraktıkları sevdikleri artık onlar için uzak bir anıydı. Bell® 
de bir daha hiç görüşemeyecekler, hatta onlardan haber bile alamayacaklardı'
Yine de katlanmak zorunda kaldıkları bütün zorluklara rağmen bir çocuk gibi 
huzurla uyuyabiliyorlardı.
Ben asla onlar kadar iyi uyuyamazdım. Sık sık rüya görürdüm. Daha çok 
kâbuslar. Hep bir şeylerden kurtulmaya çalışırken, bir mücadele fiilindeyken 
uyanırdım. İrkilerek, sıçrayarak. Lisa benimle aynı yatakta uyumanın en gü­
venli yolunun bana sıkıca sarılmak olduğunu öğrenmişti. Rüya gören zihnimin 
armaya çalıştığı halkanın içinde uyuması gerektiğini.
Belgeleri Krishnanın masasına bırakıp tahta basamakları usulca çıktım. 
İkisinin de kendi anahtarları vardı. Onun için, kapıyı arkamdan kilitledim.
Lisayla buluşacaktık. Bir gecekondu mahallesindeki sağlık ocağını ziyaret 
edip birlikte öğle yemeği yiyecektik. Lisa mahallenin eczacısıyla ahbap olmuş­
tu. Ondan aldığı birkaç kutu ilacı motora yüklemiştik. Benden onları birlikte 
götürmemizi rica etmişti.
Giderek artan öğle trafiğinde acele etmeden gidiyordum. Bazen her şeyden 
bunaldığınızda güneşli bir havada motorunuzu yavaşça sürmek tahmin edeme­
yeceğiz kadar iyi gelir.
Dikiz aynasından benimkine benzeyen bir polis motorunun yaklaştığını 
gördüm. Yanıma yanaştı.
Siperli kasketine ve deri kılıfı içinde belinin yanından sarkan tabancaya ba­
kılırsa kıdemli bir memurdu. Sol elini kaldırdı ve parmağıyla kenara çekmemi 
işaret etti.
Motorumu kaldırımın kenarına, onunkinin arkasına park ettim. Bacağını 
diğer tarafa aşırtıp bana döndü. Sağ eli tabancasında, sol elinin iki parmağını 
boğazından geçirdi. Kontağı kapayıp motorun üzerinde bekledim.
Sakindim. Polisler sırf çene çalmak ya da rüşvet istemek için zaman zaman 
durdururdu beni. Bu sebeple, gömleğimin cebinde daima rulo yapılmış bir ellilik 
bulundururdum. Bu beni hiç rahatsız etmezdi. Polisin çeşitli yolsuzluklara karış­
ması mafya tarafından anlayışla karşılanırdı. Hayatlarını tehlikeye atacak kadar 
maaş almıyorlardı. Dolayısıyla eksiklerini halkın cebinden kapatıyorlardı.
Ama bu memurun bakışları hoşuma gitmemişti. Gözlerinde tuhaf bir pı­
rıltı vardı ve huzursuz olmuştum. Parmakları tabancasının kabzasını kavradı.
Motordan indim. Elim usulca belimdeki bıçaklardan birine doğru kaydı. 
0 yıllarda Bombay polisi sadece rüşvet almazdı. Bazen gangster de vururdu.
Birden arkamdan boğuk bir ses geldi.
“Yerinde olsam buna kalkışmazdım.”
Arkamı döndüğümde üç tane adam gördüm. Dördüncüsü hemen arkala­
rındaki arabanın direksiyonundaydı.


“Yerimde olsan bence sen de tam bunu yapardın,” dedim gömleğimin altı,, 
dan bıçağımın sapını kavrayarak.
Benimle konuşan adamın gözleri polise kaydı. Polis ona selam verdi, moto. 
runa bindi ve uzaklaştı.
“İyi numara,” dedim yine arkamı döndüğümde. “Tırsağın teki olsaydın, 
feyz alabilirdim.”
Adamların en cılızı gömleğinin koluna sakladığı bıçağı gösterdi. Kalem git, 
bir bıyığı vardı. “Birazdan siki tutacaksın, haberin yok,” diye tısladı.
Gözlerine baktım ve korku ve nefretten ibaret kısacık bir hikâye okudun 
Liderleri baygın bir tavırla elini kaldırdı. Otuzlu yaşlarının sonunda, iri kıyın, 
bir adamdı. Belli ki lafı dolandırmayı pek sevmiyordu.
“Arabaya bin,” dedi usulca. “Yoksa yersin bacağına kurşunu.”
“Arabaya binersem kurşunu nereme yiyeceğim?”
“Şartlara bağlı,” dedi beni temkinli gözlerle süzerek.
Bir moda dergisine poz verir gibi giyinmişti. Özel dikim, ipek bir gömlek, 
gri, bol kesim bir pantolon, Dunhill kemer ve Gucci loafer’lar. Orta parmağın­
da, bileğindeki Rolex’in minyatür bir yüzüğü vardı.
Diğer adamlar akan trafiği ve karşı kaldırımdaki yayaları gözlüyordu, 
Gittikçe uzayan sessizliği bozmaya karar verdim.
“Hangi şartlara?”
“Dediklerimizi yaparsan sorun çıkmaz.”
“Emir almayı sevmem.”
“Kim sever ki?” dedi sakince. “Onun için emirleri güçlüler verir.”
“Bak sen. Bu işleri bırakıp yazar olsana.”
Kalbim deli gibi çarpıyordu. Korkuyordum. Sanki biri hiç durmadan mi­
demi sıkıp bırakıyordu. Bu adamlar düşmandı ve ağlarına düşmüştüm. Ne der­
sem diyeyim sonunda öldüreceklerdi beni.
“Arabaya bin,” dedi belli belirsiz sırıtarak.
“Ne istiyorsunuz?”
“Arabaya bin.”
“Bu meseleyi burada halledersek hiç olmazsa sizi de yanımda götürme 
şansım var. Arabaya binersem tek gideceğim. Onun için, bence burada ko­
nuşalım.”
“Göt herif!” dedi cılız olan. “Şu 
chııdti
u gebertelim gitsin.”
İri kıyım liderleri bu seçeneği bir süre düşündü. Elim hâlâ bıçağımdaydı. 
“Sen akıllı adamsın,” dedi. “Khaderbhai’yle felsefi tartışmalar yaparmışsın- 
“Khaderbhai’yle kimse tartışamazdı.”
“Neyse ne. Durumun ortada. Seni öldürmekle hiçbir şey kaybetmem. Ama 
s
en işin içyüzünü öğrenene kadar yaşamakla çok şey kazanabilirsin.”
“O zaman da sen ölmezsin ama,” dedim. “Bence en büyük kazancım bu 
olurdu.”
“Haklısın,” dedi gülümseyerek. “Ama görüyorsun ya, sırf seninle konuşmak 
için ne zahmetlere katlandım. Ölmeni isteseydim urlarımdan biri motorunu 
böcek gibi ezerdi.”
“Motorumu bu işe karıştırma.”
“Merak etme, motorun güvende olacak.” Başıyla bıyıklı, zayıf adamı göster­
di. “Danda onu gideceğimiz yere getirecek. Hadi, bin arabaya.”
Haklıydı. Mantıken başka bir seçeneğim yoktu. Bıçağı bırakıp elimi yana 
sarkıttım. Lider başını salladı. Danda göz açıp kapayıncaya kadar motosikleti­
me bindi ve motoru çalıştırdı.
“Yavaş ol, canını acıtıyorsun,” diye seslendim ama lafımı bitiremeden birin­
ci vitese atıp motoru böğürte böğürte trafiğe karıştı.
“Bizim Danda biraz hödüktür,” dedi lider. “Şakadan hiç anlamaz.” 
“Motoruma bir zarar gelirse benim de gayet ciddileşeceğimden emin ola­
bilirsin.”
Lider güldü. Sonra gözlerimin içine baktı.
“Khaderbhai gibi bir adamla nasıl felsefe konuşabildin, söylesene.”
“Ne demek bu?”
“Khaderbhai delinin tekiydi.”
“Ama asla sıkıcı değildi.”
“Uzun vadede insan eninde sonunda sıkılır,” dedi arabaya binerken.
“Mizah duygusu varsa, hiç sanmam,” dedim yanma oturduğumda.
Beni ele geçirmişlerdi ve tıpkı hapishane gibiydi çünkü kendimi kurtara­
bilecek durumda değildim. Yine güldü ve dikiz aynasından yalnızca gözleri 
görünen şoföre başıyla işaret etti.
“Bizi gerçeğe götür,” dedi Hintçe. “Günün bu saatinde insanı bir tek o 
ferahlatır.”



Download 7,58 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   190




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©hozir.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling

kiriting | ro'yxatdan o'tish
    Bosh sahifa
юртда тантана
Боғда битган
Бугун юртда
Эшитганлар жилманглар
Эшитмадим деманглар
битган бодомлар
Yangiariq tumani
qitish marakazi
Raqamli texnologiyalar
ilishida muhokamadan
tasdiqqa tavsiya
tavsiya etilgan
iqtisodiyot kafedrasi
steiermarkischen landesregierung
asarlaringizni yuboring
o'zingizning asarlaringizni
Iltimos faqat
faqat o'zingizning
steierm rkischen
landesregierung fachabteilung
rkischen landesregierung
hamshira loyihasi
loyihasi mavsum
faolyatining oqibatlari
asosiy adabiyotlar
fakulteti ahborot
ahborot havfsizligi
havfsizligi kafedrasi
fanidan bo’yicha
fakulteti iqtisodiyot
boshqaruv fakulteti
chiqarishda boshqaruv
ishlab chiqarishda
iqtisodiyot fakultet
multiservis tarmoqlari
fanidan asosiy
Uzbek fanidan
mavzulari potok
asosidagi multiservis
'aliyyil a'ziym
billahil 'aliyyil
illaa billahil
quvvata illaa
falah' deganida
Kompyuter savodxonligi
bo’yicha mustaqil
'alal falah'
Hayya 'alal
'alas soloh
Hayya 'alas
mavsum boyicha


yuklab olish