DAĞ GÖLGESİ - 95
bakıyordu. Sokakta rastladığı sahipsiz bir köpekle oynasın mı yoksa onu Gucci
loaferlarıyla tekmelesin mi karar veremiyor gibiydi.
Başka bir adam benzin ve küf kokulu bir bezle suratımdaki kanları sildi.
Kan ve safra tükürdüm.
“Nasılsın?” diye sordu Vishnu.
İşkenceden kurtulmanın belli başlı kuralları vardı.
Konuşma. Tek kelime
etme.
Ama öfkemin kelimelere dönüşmesine ve onlar vasıtasıyla serbest kalma
sına engel olamıyordum.
“İslamabat,” dedim. “Pakistan’ın başkenti, Karaçi değil, İslamabat.”
Bana doğru yürüdü. Ceketinin cebinden yarı otomatik bir tabanca çıkardı.
Safir gözlerinde kendimi gördüm. Kafatasım çoktan dağılmıştı.
Birden deponun kapısı açıldı. On iki yaşlarında bir çocuk, bir çaycı girdi içe
ri. Elindek tel sepederden birinde altı bardak çay, diğerinde altı bardak su vardı.
“Çaylar geldi,” dedi Vishnu. Suratına yayılan kocaman gülümseme hidde
tinin derin çizgilerini anında silmişti.
Tabancasını cebine koyup marangoz tezgâhının yanına gitti.
Çaycı çocuk bardakları dağıttı. Bana baktı ama hiçbir tepki vermedi. Belki
de neon yeşili ve limon sarısı bir şezlonga bağlanıp dövülen adamlara alışıktı.
Yüzümdeki kanları silen adam ellerimle ayaklarımı çözdü. Çocuktan bir
bardak çay alıp bana verdi. Uyuşan parmaklarımla bardağı güç bela tuttum.
Kalan çayları da diğer adamlar aldı. Bazılarına kalmadığı için arkadaşları
onların payını su bardaklarına koydu.
Kibar ve içten bir sahneydi. Sanki Nariman Point’te oturmuş, gün batımım
izliyorduk.
Çocuk etrafta dolanıp boş bardakları topladı.
Tam gidiyordu ki, bardaklar
dan birinin eksik olduğunu fark etti.
“Bardak!” diye bağırdı boğuk bir sesle.
Sepetlerden birini kaldırıp gösterdi.
“Bardak!”
Haydutlar kayıp bardağı aramaya koyuldu. Onu Danda buldu.
"Hain! Hain!
Burada!” diye bağırdı sevinçle.
Bardağı çocuğa verdi. Küçük çaycı onu şüpheyle süzdükten sonra çekip
gitti. Danda hemen Vishnu’ya baktı.
Gördün mü patron? Bardağı ben buldum,
der gibiydi.
Titrememin durduğuna kanaat getirince bardağı yanıma, yere koydum.
Çayı içmeyişimin gurur ya da öfkeyle ilgisi yoktu. Ağzıma dolan kan tadı mi
demi bulandırmıştı.
“Ayağa kalkabilecek misin?” diye sordu Vishnu boş bardağını
bir kenara
bırakırken.
Kalktım ve dizlerim boşaldı.
Beni döven çam yarması koşup koltuk altlarımdan yakaladı. Onun yardı
mıyla dengemi bulabildim.
“Gidebilirsin,” dedi Vishnu.
Gözleri Danda’ya kaydı.
“Anahtarları ver.”
Danda gayriihtiyari elini cebine attıysa da, benim yerime Vishnu’ya yak
laştı.
“Yapma,” diye yalvardı. “Bu herif bir şeyler biliyor. Eminim. Bana zaman ver.”
Vishnu hoşgörüyle gülümsedi. “Ben bilmem gerekeni biliyorum zaten.”
Danda’dan anahtarları alıp bana fırlattı. Uyuşan parmaklarımla onları yaka
ladım ve göğsüme bastırdım. Göz göze geldik.
“Pakistan’ı bilmiyorsun bile. Neden bahsettiğimiz hakkında hiçbir fikrin
yok değil mi?”
Cevap vermedim.
“İşimiz bitti, dostum.
Ja!
Git!”
Bir an gözlerinin içine baktım ve avuçlarımı öne doğru uzattım.
“Bıçaklarım.”
Vishnu gülümsedi ve yine kollarını göğsünde kavuşturdu.
“Onlar Hanuman’ın olacak. Ona attığın yumruğun bedeli. Kulaklarını aç
ve beni iyi dinle. Buradan kimseye bahsetme. Ne Sanjay’a ne de başka birine.
“Neden?”
“Bu depoyu görmene neden izin verdim sanıyorsun? Bizimle bağlantıya
geçmek istersen buraya mesaj bırak. Bana derhâl ulaştırırlar.”
“Bunu neden isteyeyim?”
“Seni yanlış tanımadıysam, ki ben insan sarrafı sayılırım, bir gün bizimle
düşündüğünden daha çok ortak noktan olduğunu anlayabilirsin gibime geli
yor. O zaman belki bizimle konuşmak istersin. Aklın biraz çalışıyorsa bu adresi
kendine sakla. Zor günler için. Ama şimdi Amerikalıların dediği gibi, siktir
g‘t-”
Danda’yla yan kapıya doğru yürüdüm. Az sonra dışarı çıktığımda
Danda
bir veda hediyesi olarak pantolonuma tükürdü.
Motorumun yanında yerde bulduğum kâğıt parçasıyla kotumdaki balgam
1
sildim. Anahtarı kontağa taktım. Motoru çalıştıracaktım ki, aynada suratımı!
1
hâlini gördüm. Bu sefer burnum kırılmamıştı ama gözlerim şiş ve kanlıydı.
DAĞ GÖLGESİ ■ 97
Motoru çalıştırdım ama gaza basmak yerine koltuğun uzun kenarının altın
daki panelin kontrol levyesini çektim. Panel düştü ve İtalyan bıçağım göründü.
Bıçağı kaptığım gibi sapının küt ucuyla deponun kapısına vurdum. Yaklaşan
ayak sesleri ve birinin küfrettiğini duydum. Şanslıydım. Gelen, Dandaydı.
Kapı açıldı. Danda bildiği bütün küfürleri sıralıyordu. Gömleğinden tutup
onu kapıya yapıştırdım ve bıçağın ucunu karnına dayadım. Kurtulmak için
debelenince bıçağı biraz daha ittim. Pembe gömleğinde kırmızı bir leke belirdi.
“Tamam, tamam!” diye bağırdı.
Do'stlaringiz bilan baham: