Khaderbhai’yi severdim. Yaralı oğulların iki babası olur. Yüreklerinde i
sızıya dönüşen gerçek babaları ve o sızıyı dindiren kendi seçtikleri babaları, h
Khaderbhai’yi seçmiştim ve onu çok severdim.
Ama şundan da emindim ki, gerçeğin bir ayna olduğu o odada tek başı
t
otururken, bana ne kadar değer verirse versin, bu beni ayrıca büyük
bir oyu
t
daki bir piyon olarak görmesini engellememişti.
“Hiçbir zaman böyle bir beklentim olmadı,” dedim.
“Neden? Hatırlanmak hoşuna gitmez miydi?” diye üsteledi başını yana eğerel
Khaderbhai’yle yaptığımız felsefi tartışmalarda o da benimle alay ederkeı
aynen bunu yapardı.
“Hem de o kadar yakındınız. Amcam defalarca senin, en sevdiği adar
olduğunu söyledi. Hayatına mal olan görevde yanında yalnızca
sen ve Nazee
vardınız.”
“Dilimizi su gibi konuşuyorsun,” dedim konuyu değiştirmeye çalışaral:
“Yeni öğretmenin iyi iş başarmış.”
“Harika bir kadın. Çok seviyorum,” dedi heyecanla ve hatasını fark edip ça
bucak düzeltti. “Yani ona büyük bir saygı duyuyorum demek istedim. Alınmi
ama senden bile daha iyi öğretiyor, Lin.”
Kısa bir sessizlik oldu. Ellerimi dizlerime koyup kalkmaya hazırlandım.
“Bana müsaa-”
“Dur,” diye atıldı.
Kaşlarımı çattım ama gözlerindeki yakarışı görünce duraksadım. Tekrar
koltuğa yerleşip kollarımı göğsümde kavuşturdum.
Tariq, “Bu hafta amcama ait bazı belgeler bulduk,” diye anlatmaya başladı.
“Kuranının arasına koymuş. Herhâlde gözümüzden kaçtı. Velhasıl bu hafta or
taya çıktılar. Amcam onları Afganistan’a girmeden hemen önce oraya koymuş.”
Çocuk duraksadığında güçlü kuvvetli fedaisine baktım. Dostum Nazeer’e.
“Amcam sana bir hediye bırakmış,” dedi Tariq. “Bir kılıç. Büyük büyükba
basından kalma kendi kılıcı. İngilizlerle yapılan savaşta iki kere kullanılmış.”
“Bir yanlışlık olmalı.”
“Belgelerde açıkça belirtilmiş,” dedi Tariq. “Öldükten sonra kılıcın sana tes
lim edilmesini istemiş. Ve bunu özellikle benim sana vermemi istemiş. Şimdi
onu kabul ederek beni onurlandıracaksın.”
Nazeer kılıcı getirdi. Onu sardıkları ipek kumaşı açtı ve kılıcı avuçlarında
bana uzattı.
Uzun kılıç geniş, gümüş bir kının içindeydi. Kının üzerine uçan şahinler
resmedilmişti. En ucunda Kurandan birkaç satır vardı. Kabzası lapis taşından!
di ve perçin çivilerini gizlemek için turkuazlarla süslenmişti. Zarif, gümüş bir
topuzu vardı.
“Bir yanlışlık olmalı,” diye yineledim aile yadigârı silaha hayretle bakarak.
“Bu kılıç senin.”
Çocuk minnet ve özlemle gülümsedi.
“Haklısın. Benim. Yani öyle olmalıydı. Ama belgelerde Khaderbhai’nin
kendi el yazısı var. Kılıç senin, Lin. Reddetmeye kalkışma sakın.
Ben senin
kalbini biliyorum. Geri vermeye çalışırsan alınırım.”
“Düşünmemiz gereken bir konu daha var,” dedim gözlerimi kılıçtan ayır
madan. “Biliyorsun ülkemde hapisten kaçtım. Her an yakalanıp geri gönderi
lebilirim. Eğer böyle bir şey olursa kılıç kaybolur gider.”
“Bombay polisiyle başın belaya girmeyecek,” dedi Tariq. “Bizimle olduğun
sürece sana dokunamazlar. Eğer bir süreliğine şehirden ayrılman
gerekirse de,
kılıcı Nazeer’e emanet edersin. Sen gelene kadar korur.”
Nazeer’e bakıp başını eğdi. Nazeer bana biraz daha yaklaştı ve kılıcı almam
için ellerini uzattı. Gözlerinin içine baktım. Birbirine bastırdığı dudakları gü-
lümsercesine yukarı kıvrıldı.
“Al,” dedi Urduca. “Al ve çek.”
Kılıç beklediğimden daha hafifti. Birkaç dakika ona dokunamadım.
Bıraktım, dizlerimde öylece durdu.
O bakımsız evde sessizce kucağıma baktığım dakikalar boyunca tek bir çe
kincem vardı. Kılıcı çekersem anılarımın da kayıtsızlığımın korucuyu kınından
fışkırıp kanamaya başlayacağından korkuyordum. Zira bir süredir, yeterince
zamandır, onun içinde hapis ve güvendeydiler. Ama geleneklere göre, kılıcı
kabul ettiğimi ona çekerek gösterecektim.
Kılıcı kınından çekip çıkardım ve kolumu indirdim. Şimdi sivri ucuyla
mermer zemin arasında yalnızca birkaç santim vardı. Yanılmamıştım. Bütün
anıları geri getirme kudretine sahipti.
Kılıcı kınına sokup Tariq’a baktım. Başıyla yanındaki koltuğu işaret etti. Bir
kez daha oturdum ve kılıcı dizlerimin üzerine koydum.
“Şurada ne yazıyor?” diye sordum. “Arapça okuyamıyorum.”
Do'stlaringiz bilan baham: