B... 2 Kasım
Bu akşam B.’deki evimde son gecem... Yarın erkenden hareket
ediyorum.
O vakadan sonra tabii burada kalamazdım. Şehirde herkes benden
bahsediyor, herkes, beni merak ediyor. Mektebe gidip gelirken kaç kişi
peşime takıldı, kaç kişi artık iki kat örtmeye başladığım peçemin altında
yüzümü seçebilmek için yolumu kesti; kaç saygısızın, biraz sesini
alçaltmaya bile lüzum görmeden:
-İpekböceği, bu ha? Zavallı Şeyh! dediğini işittim.
Arkadaşlarımın yanında konuşmaya utanıyor, sınıfa girerken
kıpkırmızı olduğumu hissediyordum.
Bu, böyle devam edemezdi. Çaresiz, Maarif Müdürü’ne gittim.
Buranın havasına dayanamayacağımı söyledim; başka bir memlekette
bana bir ders bulmasını rica ettim. Dedikodulardan galiba onun da haberi
vardı. Çünkü hemen bana hak verdi. Yalnız, başka bir yerde bana göre
ders bulmak müşküldü. Daha az maaşlı daha küçük bir mektep olursa da
kabul edeceğimi söyledim; elverir ki uzakta bir yer olsun iki gün evvel
downloaded from KitabYurdu.org
266
emri geldi
-Ç... Rüştiyesine tayin etmişler.
Zavallı Çalıkuşu, rüzgâra kapılmış sonbahar yapraklarına döndü.
downloaded from KitabYurdu.org
267
ÜÇÜNCÜ KISIM
Ç...23 Nisan
BUGÜN Hıdrellez. Evde yalnızım. Hatta, sadece evde değil,
kasabada da hemen hemen öyleyim. Evler boş, çarşılar kapalı. Bütün
kasaba halkı, erkenden yemek sepetleriyle Söğütlük’te kuzu yemeğe
gitti. Köşe başında her zaman kötürüm bir dilenci oturur. O bile
eğlenceden geri kalmak istemedi, arabaya biner gibi, azametli bir eda ile
bir hamalın sırtına binerek kafileye karıştı.
Mamafih, benim en ziyade hoşuma giden köpekler oldu. Kurnaz
hayvanlar, ziyafetin kokusunu almışlar, bohçalar, sepetler, ihramlarla
yola çıkan her kafilenin arkasında birkaç da onlardan takılmış.
Munise’yi komşulardan alay imamı Hafız Kurban Efendi’nin
karısıyla beraber gönderdim. O, bensiz gitmemek için bir hayli sızlandı,
fakat başıma bir çatkı çattım: “Biraz hastayım, açılırsam belki arkadan
gelirim,” dedim.
Onları, hastayım diye aldattım ama bugün, bilakis çok iyiyim ve
çok neşeliyim. Gitmek istemememin sebebine gelince, ben, artık böyle
kalabalık eğlence yerlerinden hoşlanmıyorum.
Evde yalnız kalır kalmaz, başımdan çatkıyı attım. Yavaş sesle
türküler söyleyerek, ıslık çalarak hanım hanım evimin işini gördüm.
Mektepte günlerce erkek gibi çalıştıktan sonra ara sıra ev hanımlığı
etmek bana öyle tatlı geliyor ki...
Bu işler bitince sıra kuşlarıma geldi. Maskaraların kafeslerini
temizledim, sularını tazeledim, sonra güneş alsınlar diye bahçeye
çıkardım. Şimdi tam yarım düzine kuşumuz var Buraya gelirken
Mazlum’u, Hacı Kalfa’nın oğluna bırakmak mecburiyetinde kalmıştık.
Munise, çok üzülmüş, ağlamıştı. Kızcağızım içlenmesin diye ona bu
kuşları aldım Sonradan, bana da bir merak geldi. Fakat, komşunun sarı
downloaded from KitabYurdu.org
268
kedisinden bu hayvancıklara hiç rahat yok. Ne vakit kafesleri bahçeye
çıkarsam, gelip karşılarına oturuyor. Görünüşte sakin, halim bir kedi.
Yeşil gözlerini aralık ederek adeta şefkatle kuşlara bakıyor, hele ara sıra
çenesini titreterek hafif hafif sesler çıkarması var ki, onlarla konuşuyor
zannedersiniz. Bugün: “Bakalım ne yapacak?” diye kuşlardan birini
kafesten çıkardım, onun yüzüne doğru yaklaştırdım. Zalim hayvanın,
üstünde bir rüzgâr esmiş gibi, sarı tüyleri dalgalandı, yeşil gözlerinden
kıvılcımlar parladı. Yumuşak pençelerinin içinden tırnaklarını çıkarıyor,
kuşun üstüne atılmaya hazırlanıyordu.
Zavallı yavrucak, elimin içinde kanatlarını, boynunu kısarak öyle
bir titriyordu ki... Öteki elimle kediyi başından tuttum:
-Bu hain yeşil gözlerdeki tatlılığa bakan, seni gökyüzündeki
melekleri düşünüyor sanır, dedim. Halbuki senin derdin, bu biçareyi
parçalamak değil mi? Bak, ben şimdi senden ne güzel bir intikam
alacağım.
Öteki elimi açtım. Zavallı kuş birdenbire sendeledi, azat
olunduğuna inanamıyor gibi durdu. Sonra, ince bir feryat kopararak
uçmaya başladı. Kedinin hayran bir yeis ile kuşu takip eden yeşil
gözlerini yüzüme yaklaştırarak kahkahalarla gülüyor:
-Nasıl, kuşu parçalandın mı, sarı zalim? Diye eğleniyordum,
içimde derin bir sevinç vardı. Yalnız bu sarı kediden değil, zavallı küçük
kuşlara musallat olan bütün sarı mahluklardan öç almış gibi
seviniyordum.
Neşemi yalnız öteki kuşların şikâyeti kırdı. Bu, hakikaten bir
şikâyet miydi, bilmiyorum, fakat bana, öyle geldi ki, zavallılar: “Niçin
bizi arkadaşımız gibi mesut etmiyorsun?” diyorlar. Gönlümün o daima
itaat etmek lâzım gelen hırçın, sert emirlerinden biriyle kafese doğru
yürüyordum.
Hepsini birden azat edecektim. Fakat, birdenbire Munise aklıma
geldi. Yanağımı kafeslerden birinin teline dayadım:
downloaded from KitabYurdu.org
269
-Sizi bırakayım, güzel, fakat sonra Munise’ye, öteki sarı musibete
ne cevap vereceğiz? Ne yapalım küçükler, ne kadar uğraşsak bu sarı
hainlerden kendimizi büsbütün kurtaramıyoruz, dedim.
Kuşlardan sonra, sıra kendime geldi. Ben, havayı bir parça güneşli
gördüğüm vakit, daima soğuk su ile saçlarımı yıkarım. Onların yavaş
yavaş güneşte kuruması en büyük zevkimdir.
Bugün, yine öyle yaptım; sonra kafeslerimin karşısındaki erik
ağacına çıkarak ıslak saçlarımı, hafif hafif esen bahar rüzgârına dağıttım.
Saçlarım artık uzamış, hemen hemen belime inmişti. B.’de saçlarımın
niçin kısa olduğunu arkadaşlarıma söylemeye utanmıştım. Onlar, bunu
kadın için ayıp, daha doğrusu bir kusur sayıyorlar. Hacı Kalfa’ya
varıncaya kadar, herkesten bir türlü saç ilacı salık almıştım. Saçlarımın
bu kadar çabucak uzadığını görenler, kerameti kendilerinde bildiler;
Maçlarındaki tesire benim demet demet uzayan gür saçlarımı şahit
tuttular.
Erik ağacı kafeslerin tam karşısındaydı. Kuşlar, boncuk gibi
parlıyor, gözlerini güneşe dikerek ötüşüyorlardı. Ben, ıslık çalarak onları
taklit ediyor, ince bir dalın üstünde, salıncakta gibi sallanıyordum. Bir
aralık yanımdaki evin penceresine gözüm ilişti. Bir de ne göreyim?
Komşu alay imamı Hafız Kurban Efendi, ablak yüzünde iki cami kandili
gibi parlayan yuvarlak çipil gözleriyle bana bakmıyor mu?! Ne
olduğumu anlatamam. Kılığım, kıyafetim bir şeye benzese neyse. Fakat
ayaklarım çıplak, arkamda açık bir beyaz gömlek, ilk hareketim, arkama
dökülen ağır saç kümesine sarınarak onu boynuma, göğsüme dağıtmak
oldu. Sonra kendimi bir yük gibi ağaçtan aşağı attım. Bereket versin, dal
yüksek değildi. Kulağıma: “Aman, eyvah!” diye bir ses geldi. Düşen,
biraz da canı yanan bendim. Fakat, bağıran komşum Hafız Kurban
Efendi’ydi.
İsmini gülmeden söyleyemediğim bu Hafız Kurban Efendi, elli
yaşlarında bir alay imamıdır. Çok zengin olduğunu söylüyorlar. Karısı
downloaded from KitabYurdu.org
270
pek taze, otuz yaşına bile gelmemiş, güzel, kara gözlü, filiz gibi bir
Çerkez kızı. Aramız pek iyidir. Bugün Munise’yi gezmeye götüren de
odur. Çocuğu olmadığı için benim küçük yaramazı o da, kendi kızı gibi
seviyor. Fakat, bugünkü vaka neşemi kaçırdı. Alay imamından çok
utandım, kim bilir, ne kadar ayıplamıştır? Şimdi bu satırları yazarken
utancımdan yüzümü ateş basıyor, kıpkırmızı olduğumu hissediyorum.
Of, Yarabbî! Mektep hocası da oldum, hâlâ deliliği bırakamıyorum.
Tevekkeli B.’deki Müdür Recep Efendi bana: “Allah geçinden versin,
hani ölüp de mezara girsen, talkın veren imamı güldüreceksin!”
demezdi.
Bugünkü programımın öğleden sonraki kısmı, geldim geleli
çantamda duran defterime son altı ayın vakalarını yazmaktı. Boğaz ile
beraber sahildeki istihkâmların bir kısmını gören penceremin önüne
geçtim. Ben, bu eve zaten yalnız bu pencereyi sevdiğim için geldim.
Yoksa tamah edilecek hiçbir şeyi yok.
B.’den kaçmak için ilk teklif ettikleri yeri kabul etmiş, ne burayı
sevip sevmeyeceğimi düşünmüş, ne de aylığımın azlığına ehemmiyet
vermiştim.
Fakat, talihime gayet iyi bir yer çıktı. Sakin, şirin bir asker
memleketi. Yerli olsun, yabancı olsun, kimin babasını, kardeşini,
oğlunu, kocasını sorarsanız mutlaka askerdi; ya zabit, ya nefer...
Hocalarının bile bir kısmı tabur imamı, alay müftüsü, filan gibi
askerlikte bir ilişiği olan insanlar. Komşum Kurban Efendi’nin, sarığıyla
beraber ara sıra üniforma giydiği, kılıç taktığı bile oluyor.
Ç.’nın kadınları pek hoşuma gidiyor. Vefakâr, çalışkan,
hayatlarından memnun, munis ve sade insanlar Çalışmak gibi eğlenceyi
de çok seviyorlar. Hafta geçmez ki bir düğün olmasın. Bir düğün, türlü
türlü isimde kına geceleriyle tam bir hafta sürüyor. Demek ki onlar
hemen her gece eğleniyorlar.
Evvela, buna nasıl para dayandırıyorlar, diye şaşıyordum. Fakat
downloaded from KitabYurdu.org
271
sonradan sırrını anladım.
Mesela, bir kadın, ağır gelinlik elbisesini on sene, yirmi sene, her
düğüne giyiyor, onu yine, tertemiz, kendi kızına giydiriyor. Eğlenceleri
çok sade. Çalgıları, armonika çalan bir ihtiyar ermeni kadını ki, küçük
bir kumaş parçası, birkaç para ile memnun oluyor.
Evet, sade eğlenceler. Fakat değil mi ki memnun oluyorlar, pekâlâ
Keşke ben de onların içinde doğsaydım, keşke ben de bir gün
parmaklarımda, avuçlarımın içinde hurma gibi kınalarla... Her neyse
başka bahse geçelim.
Komşularım, beni birdenbire sevdiler. Yalnız, aralarına
karışmadığıma, bu eğlencelerden zevk almadığıma darılıyorlardı. Kibirli
sanmasınlar diye onlara kul, köle oldum, mektepteki kızları gibi
kendilerinden de elimden gelen nezaketi, yardımı esirgemedim
Burada en sevdiğim bir yer de: “Söğütlük” dedikleri dere kenarı.
Kalabalık günlerde pek cesaret edemiyorum Fakat bazı tenha
akşamüstleri, mektepten dönerken Munise ile oraya uğruyoruz.
Söğütlük, adeta bir söğüt ve çınar ormanı. Kim bilir, kaç yüz senelik?
Çınarların aşağı kısımlarındaki dalları kesmişler, yalnız gövdeleriyle
tepelerindeki dalları ve yaprakları kalmış Akşam gölgesinin çökmeye
başladığı saatlerde insan, oraya giderse, ucu bucağı bulunmaz bir viran
kubbenin altına girmiş gibi oluyor. Yandan vuran son güneş ışıkları bu
yüksek, harap çınar gövdelerini göz alabildiğine uzanıp giden kırık
sütunlara benzetiyor. Derenin öbür kıyısında etrafları çitlerle çevrilmiş,
sıra sıra bahçeler, o bahçelerin arasında gölgelere boğulmuş incecik
yollar var. Karşıdan bu yollara bakarken bana öyle geliyor ki, onlar
insanı, bildiğimiz dünyadan başka yerlere götürecek, en umulmaz
emellere kavuşturacak.
Memleketin zenginleri, Hastalar Tepesi isminde bir yerde
oturuyorlar, ismi fena ama kendi en şen, en mesut insanların yeri.
Geldiğim vakit, bana orada güzel bir ev göstermişlerdi. Fakat cesaret
downloaded from KitabYurdu.org
272
edememiştim. Şimdi B.’deki kadar zengin değildim. Daha fakirane
yaşamaya, daha küçük bir evde oturmaya mecburum. Mamafih, şimdiki
evim de pek fena yerde değil. Meydanlığı, kahvesi, dükkânlarıyla
kasabanın pek işlek bir yerinde. Mesela sabahleyin Söğütlük’e giden
bütün Ç... halkı önümüzden geçti. Şimdi, vakit daha erken olmakla
beraber, dönüş başladı. Biraz evvel Söğütlük’ten bir zabit kafilesi
dönüyordu. Acele acele karşıdan gelen bir mülazımla konuşmak için
durdular. Mülazım:
-Niçin böyle erken dönüyorsun? Ben daha yeni gidiyorum. Şimdi
nöbetten çıktım, dedi.
Ceketinin önü daima açık duran şişman, yaşlı bir kolağası -ki her
zaman tesadüf ederim- cevap verdi:
-Dön, zahmet etme. Söğütlük’ün tadı yok bugün. O kadar
bakındık. Gülbeşeker yok!
Bu şehrin askerleri galiba gülbeşekeri çok seviyorlar. Çocuğunun,
büyüğünün ağzında bir gülbeşekerdir gidiyor. Anlaşılan bu, bir nevi gül
tatlısı olacak. Fakat Hıdrellez günü mesirede gülbeşeker aramak, onu
bulamadığı için meyus olmak, pek çocuklara yakışır bir şey!
Evet, bu gülbeşeker sözü çocuk, büyük bütün erkeklerin ağzında,
kaç defa sokakta kulağımla işittim.
Mesela, bir akşamüstü mektepten dönüyordum. Önümde fakir
kıyafetli birkaç genç gidiyordu. Bunlardan birine bilmem ne ikram
etmek istediler. O, reddediyor:
-Vallahi olmaz, şimdi yemek yedim. Yeşim değil, ne olsa
yiyemem, diyordu. Bir başkası:
-Bir şey yiyemez misin? Gülbeşeker de olsa yemez misin? diye
onu omuzundan sarstı.
Delikanlı, hemen yumuşadı, sırıta sırıta:
-Bak, ona sözüm yok, diye cevap verdi.
Bazen kahvenin önünde oturan erkekler mahalleye su taşımakla
downloaded from KitabYurdu.org
273
geçinen fakir, tuhaf tuhaf konuşan, neşeli bir çocukla şakalaşıyorlar:
-E, Süleyman söyle bakalım, ne vakit senin düğünü yapıyoruz?
-Ne vakit isterseniz, ben alesta hazırım.
-Süleyman, sen bu fukaralıkla nasıl geçinirsin?
-Kuru ekmeğimi gülbeşekere sürer yerim. Allah’tan belamı mı
isteyeceğim?
Bu şakayı hemen her gün tekrar ediyorlar. Fakat, en tuhafı, bizim
komşu Hafız Kurban Efendi, üç gün evvel kapının önünde Munise’yi
yakaladı. Kızcağızın zorla yanaklarından öperek:
-Oh, mis gibi gülbeşeker kokuyor, dedi.
Sokakta Sögütlük’ten dönen kafileler çoğalmaya başlıyor, ince bir
kahkaha. Munise’nin sesi. Munise geliyor. Yaramaz kızı dört saatte dört
ay görmemiş gibi göreceğim geldi.
Do'stlaringiz bilan baham: |