pakoda
sepetleri ve yassı Keşmir
paratha’lavı
geldi.
“Hoşgörünüze sığınarak bir şeyler sipariş ettim,” dedi Ranjit. “Cliff, Lin ve
Lisa için etli birkaç başlangıç söyledim. Ve bizler için de bir sürü sebze. Hadi
başlayalım.”
“Chandra,” dedi Ranjit hepimiz çatal bıçaklarımızı aldığımızda, “geçen
hafta gazetede yayınlanan haberi okudun mu? Sizin stüdyonun yakınında öl
dürülen genç gay dansçıyla ilgili olanı?”
“O gazete okumaz ki, sadece anlaşmaları okur,” dedi Cliff kendine kır
mızı şarap koyarken. “Ama ben gördüm. Daha doğrusu, sekreterim gösterdi.
Baktım gözleri dolu dolu, durmadan iç çekiyor, hayrola dedim. O da haberi
okudu. Neden sordun?”
“Bence iyi bir film konusu olabilir,” dedi Ranjit
pakoda
sepetini Lisa’ya ge
çirirken. “Düşünürseniz gazetedekiler yardımcı olur. Ben de yatırım yaparım.”
“Şahane fikir!” dedi Lisa.
“Bu yemeğin amacı bu muydu?” diye sordu Chandra.
“Ya öyleyse?” dedi Ranjit en çekici gülümsemesiyle.
“Unut gitsin,” dedi Chandra lokmasını yutmadan. “Sen bizi manyak filan
mı sanıyorsun?”
“Hele bir dinle,” dedi Ranjit. “Köşe yazarlarımdan biri acayip yetenekli.
Tecrübesi de var. Birkaç senaryosunu rakiplerinize sattı bile.”
“Bizim rakibimiz yok,” dedi Cliff. “Sinema besin zincirinin en tepesinde-
yiz. Aşağıdakilerin kafasına Hindistan cevizi atıyoruz.”
“Her neyse,” diye üsteledi Ranjit. “Bu genç yazar hikâyeyle yakından ilgile
niyor. Senaryoya çoktan başladı.”
“Salak bir dansçıdan kime ne?” dedi Cliff.
“O dansçının bir adı vardı,” diye mırıldandı Lisa.
Sakin görünüyordu ama kızdığını anlamıştım.
“Tabii ama...”
“Adı, Avinash’tı. Çok yetenekli bir dansçıydı. Bir grup pislik onu bayıltana
kadar dövüp üzerine gaz yağı döktü ve yaktı.”
“Dediğim gibi,” diye başladı Cliff ama ortağı onu susturdu.
“Bak, Ranjit,” dedi Chandra huzursuzca. “O zavallıyı haber yaparak...”
“Avinash,” dedi Lisa.
“Pekâlâ. Avinash. Gazetende onu yazıp kahramanlık taslayabilirsin ama
gerçekçi ol. Adamı film yaparsak peşimizi bırakmazlar. Filmin oynadığı salon
ları bile kapattırırlar.”
“Ne kapattırması?” dedi Cliff. “Yakarlar be yakarlar! Yığınla zarar ederiz.”
“Ben bazı hikâyelerin önemli olduğunu ve her riski göz alarak onları anlat
mamız gerektiğini düşünüyorum,” dedi Ranjit yumuşak bir sesle.
“Sadece kendimizi tehlikeye atmıyoruz ki,” dedi Chandra. “Bu film be
lirli çevrelerin tepkisini çeker. Sinemalara saldırabilirler. Cliff’in dediği gibi,
yangın bile çıkarabilirler. İnsanlar ölebilir. Bir hikâye anlatmak için tüm bun
lara değer mi?”
“Bir insan öldü,” dedi Lisa sıktığı dişlerinin arasından. “Olağanüstü yete
nekli bir dansçı. Onu NCPA’da izlediniz mi?”
Cliff masaya şarabını püskürttü.
“Ulusal Görsel Sanatlar Merkezi’nde mi? Chandra yalnızca ışıklar söndü
ğünde güzel kızların ne yaptığıyla ilgilenir, öyle değil mi, kardeşim?”
Chandra Mehta huzursuzca kıpırdandı.
“Biraz yavaşlaşan mı, Cliff?” dedi şarap şişesini işaret ederek. “Bu gece erken
başladın.”
Ortağı bir kez daha kadehini doldurdu. “Sen kendi işine bak. Yoksa Ranjit’e
gerçek fikrimi söylememden mi tırsıyorsun? Şu ölen dansçı, Avinash mıydı?
Bence onunla yalnızca politik hırsların yüzünden ilgileniyorsun, dostum. Bak,
söyledim işte. Asıl o korksun. Her gün gazetesini alan biziz.”
“İşi işte bırakalım istersen,” diye önerdi Ranjit sahte bir gülümsemeyle.
“Konuyu sen açtın,” dedi Cliff. Konuşurken durmadan kadehini sallıyordu.
Sneha’nın renkli bileziklerine şarap döküldü.
“Avinash’a olanlar konusunda kişisel bir görüşün var mı merak ettim doğ
rusu,” dedi Lisa, Cliff’e. “Sizin stüdyodan sadece yüz, yüz elli metre ileride
öldürüldü. Bildiğim kadarıyla sizin filmlerden üçünde dans etmişti.”
“Lin,” dedi Chandra ona aldırmadan. “Bari sen arka çık bana. Haklı değil
miyim? Böyle bir film çekersek sinema salonları kana bulanır. Boş yere bazı
hassasiyetleri kaşımayalım derim. Toplumu huzursuz etmeye hiç gerek yok.”
“Beni bu meseleye karıştırmayın,” dedim. “Sizin stüdyonuz var, Ranjit’in
gazetesi. Olayın benimle bir ilgisi yok.”
“Hadi ama, Lin,” dedi Ranjit, Lisa’ya yan yan bakarak. “Senin bu konuyla
ilgili ne düşündüğünü merak ediyorum. Bize dürüstçe cevap ver.”
“Ben biraz önce dürüstçe bir cevap verdim zaten, Ranjit.”
“Lütfen, Lin,” dedi Lisa.
“Pekâlâ. Biri bir keresinde, bir halkın kültür seviyesinin, insanların toplum
içinde söylediklerinden ya da evlerinde yaptıklarından ötürü şiddete meyletme
kapasiteleriyle doğru orantılı olduğunu söylemişti.”
“Bi’ sikim anlamadım,” dedi Cliff.
“Kültürlü insanlar başkalarının toplum içinde ne söylediğine ya da evlerin
de ne yaptıklarına aldırmaz,” diye açıkladı Ranjit. “Bunu kültürsüzler yapar.”
“Benimle ne ilgisi var?” diye sordu Chandra.
“Seninle aynı fikirdeyim demek istiyorum. Bence de hikâyeyi filme çekme
melisin.”
“Ne?” diye bağırdı Lisa.
“Gördünüz mü?” diye böbürlendi Cliff kadehini sallayarak. “Ben hak
lıyım.”
“Neden, Lin?” diye sordu Ranjit. Nazik gülümsemesi kaybolmuştu.
“Bu onların savaşı değil.”
“Ben demedim mi?” diye bağırdı Cliff.
“Ama bunun önemli olduğunu düşünmüyor musun?” diye sordu Ranjit.
Nedense bana değil, kaşlarım çatmış, Lisa’ya bakıyordu.
“Tabii ki öyle. Bir insan öldürüldü. Üstelik bir davranışı değil, sadece kim
liği yüzünden. Ama bu onların kavgası değil, Ranjit. Avinash’ın ona inanan
insanlara ihtiyacı var.”
“Geçen hafta hedef oydu,” dedi Lisa ateş püsküren gözlerle. “Haftaya
Müslümanlar, Yahudiler, Hristiyanlar ya da kadınlar olacak. Onları da dövüp
yakacaklar. Film yapımcıları güvende mi sanıyorsunuz? Kimse değil.”
“İnanmadığın bir işi yapmamalısın,” dedim. “Baksana, Cliff Te Chandra’mn
Avinash’a aldırdığı mı var?”
“Aynen!” diye bağırdı Cliff. “Ben sadece çok para kazanmak, ara sıra birkaç
ödül almak ve kırmızı halıda mutlu bir hayat sürmek istiyorum. Bunun nesi
yanlış?”
İlk yemekler geldiğinde sohbete mecburen ara verildi. Herkes bir çiçek ya
tağındaki yemekleri servis eden garsonları izlemeye koyuldu.
O sırada yanımıza başka bir garson geldi. Eğilerek selam verdi ve kulağıma
eğildi.
“Bay Naveen resepsiyonda sizi bekliyor, efendim. Sizinle acilen görüşmesi
gerekiyormuş.”
İzin isteyip lobiye gittim. Naveen’le Divya’yı elimle koymuş gibi buldum.
Avaz avaz kavga ediyorlardı.
“Hayır!” diye bağırdı Divya.
“Saçmalıyorsun!”
“Unut gitsin! Ölsem yapmam!”
Yanlarına gittiğimde, “Selam, dostum,” dedi Naveen. “Kusura bakma, seni
yemekten kaldırdım.”
“Önemli değil,” dedim onunla tokalaşırken. Asık suratlı sosyetiğe başımla
selam verdim. “Hayrola?”
“On sekizinci katta özel bir partideydik,” diye başladı Naveen.
“Tam da ortam şenlenmeye başlamıştı,” diye dudak büktü Divya.
“Merak etme, birazdan gürültüden polis çağırırlar,” dedi Naveen. “Ondan
çıktık ya zaten? Asansöre bizimle kim bindi dersin? Şu bizim esrarengiz ajan.”
“Bay Wilson.”
“Ta kendisi.”
“Konuştunuz mu?”
“Dayanamadım. Seninle birlikte konuşacaktık, biliyorum. Ama bu fırsat
bir daha elimize geçmeyebilirdi.”
“Ne dedin?”
“Akrep George benim arkadaşım, onu arıyormuşsunuz dedim. Sebebini
sordum.”
“Eee?”
“Adam avukat,” dedi Divya.
“İzin verirsen ben anlatacağım,” diye homurdandı Naveen. “Evet, avukat
ve Akrep’e önemli bir mesajı varmış. Akrep’in soyadı, Bradley mi? Ondan Bay
George Bradley olarak bahsediyor.”
“Evet. Mesajın neyle ilgili olduğunu söyledi mi?”
“Elerif ser verip sır vermiyor. Bir avukat arasam onu tutardım. Ama Akrep’i
üzecek bir mesele olmadığını söyledi.”
“Adamı ben konuşturdum,” diye atıldı Divya. “Buna kalsa bir bok öğrene
meyecektik.”
“Doğru,” dedi Naveen. “Ben Bay Wilson’ı üstümü başımı yırtıp tecavüzle
suçlamakla tehdit edemezdim tabii. Bana kalırsa biraz abarttın ya neyse.”
“Sen beceriksizlikte tavan yapmasaydın ağzımı bile açmazdım.”
“Başka bir şey söylemedi mi?” diye sordum.
“Hayır. Mesleki etik kurallara uymaz dedi.”
“Bağırmama izin verseydin bülbül kesilirdi,” dedi Divya. “Ama yok! Büyük
dedektifimiz böyle taktiklere başvurmayacak kadar ahlaklı!”
“Bağırsaydın şu anda karakolda olurduk. Benim görevim seni korumak.”
“Siz neden hâlâ birlikte takılıyorsunuz?” diye sordum. “Bollywood yıldız-
cığı sorun mu çıkardı?”
Naveen derin bir iç çekti. “Yok, onu hallettik. Ama babası büyük bir ihaleye
giriyor ve...”
Divya sözünü kesti. “Mukesh Devnani büyük ihalelere girmez. Dev ihale
lere girer.”
“Babası dev bir ihaleye giriyor,” diye düzeltti Naveen. “Rakip şirketlerle
bazı tatsızlıklar olmuş. Birkaç tehdit almış. Hâliyle kendini sağlama almak is
tiyor. Bana anlaşma sağlanana kadar birkaç hafta daha bu velede göz kulak
olmamı söyledi.”
“Sen kime velet diyorsun, salak! O anlaşma bir imzalansın, bak bakalım, bir
daha suratımı görebiliyor musun?” Divya böyle dedikten sonra ellerini beline
koyup Naveen e dil çıkardı.
Naveen’in gözleri faltaşı gibi açıldı. “Bir dakika. Sen bana dil mi çıkardın?”
“Ne var? Bence gayet doğal bir tepkiydi.”
“Evet, dört yaşındakilere göre öyle olabilir.”
Bıraksam saatlerce tartışacaklardı. “Çocuklar,” dedim, “Wilson’la ilgili baş
ka bir konu var mı?”
“Senin burada olduğunu biliyordum,” dedi Naveen. “Partidekilerden biri
yukarı çıkarken seni görmüş. Ranjit Choudry’la yemek yediğini söyledi. Artık
bu işi bir sonuca bağlayalım dedim ve Wilson a bizi kıyıdaki duvarın dibinde
beklemesini söyledim. Şu anda orada. Ne yapalım?”
“Önce biz bir konuşalım bence. Dediği gibi, bir avukatsa onu George’lara
götürmek gerek. Divya, sen burada kız arkadaşımla takılsan olur mu?”
“Yine başladık,” diye homurdandı Divya.
“iki saattir ondan kavga ediyoruz,” dedi Naveen. “Wilson denen adamı
George’lara götürmemiz gerekirse burada kalmasının daha uygun olacağını
söyledim. Otel dışarıdan daha güvenli sonuçta. Ama yok. Kadın değil keçi!”
“Sen benimle dalga mı geçiyorsun?” diye azarladı Divya. “Bin yıldır ilk kez
biraz eğlenme fırsatı çıktı, kaçırır mıyım? O ne idüğü belirsiz herifi Zodyak
George’lar denen şu tiplerle buluşturmak dururken terbiyeli maymun gibi bu
rada oturacağım öyle mi? Pişik,” dedi yine dil çıkararak.
Naveen’e baktım. Yarım ağız gülümseyip omzunu silkti. Belli ki kız bizim
kini çoktan parmağında oynatmaya başlamıştı.
“Tamam,” dedim. “Burada bekleyin. Lisa’ya haber vereyim.”
Masaya döndüğümde, ellerimi Lisa’mn iskemlesinin arkasına koyup kula
ğına eğildim. Ona durumu anlattım. Sonra masadakilerden özür diledim.
“Hanımlar, beyler. Kusura bakmazsanız acil bir mesele çıktı. Bir dostumun
bana ihtiyacı var.”
“Ranjit’le yemek yemek için anlaşmıştık,” dedi Lisa herkesin duyabileceği
kadar yüksek bir sesle.
« T •
»
Lısa...
“Ve farkında mısın bilmem ama o yemeğin tam ortasındayız!”
“Evet ama...”
“Bu yaptığın saygısızlık,” dedi sertçe.
“Acil bir durum olduğunu söyledim ya? Akrep’i bulmam gerek.”
“Sebep bu mu gerçekten? Yoksa Karla burada olmadığı için sıkıldın mı?”
Ona bakakaldım. Neden bilmiyordum ama kalbim kırılmıştı. Zodyaklar
bizim dostlarımızdı ve bu, onlar için önemli bir meseleydi.
Lisa geri adım atmak yerine, meydan okurcasına yüzüme baktı. Aramızdaki
gergin sessizliği Ranjit bozdu.
“Gitmen gerektiğine üzüldüm, Lin. Lisa’yı merak etme. Emin ellerde. Hem
belki biz tatlıya geçene kadar dönersin.”
Bana tatlı tatlı gülümsedi. Lisa bir heykel gibi kıpırdamadan duruyordu.
Ranjit uzanıp onun masaya koyduğu elini tuttu. “Üzülme. Biz Lisa’yı eğ
lendirmek için elimizden geleni yaparız.”
“Git,” dedi Lisa. “Madem o kadar önemli, ne bekliyorsun?”
Onlara baktım. Ve masada üst üste duran ellerine. O an içimden Ranjit’e
vurmak geldi. Zalimceydi belki ama bir o kadar da dürüst bir tepki olurdu.
Veda ettim ve gittim. Şimdi biliyorum ki, içimden geldiği gibi davransay-
dım, Ranjit’i otelden sürükleyerek çıkarıp bir temiz pataklasaydım, hepimizin
hayatları daha iyi ve güvenli olurdu. Hatta kendisininki bile.
Ama yapmadım. Ben doğru şekilde davranmayı seçtim. Ara sıra iyi bir
adam olabiliyordum çünkü. Ve kader, o gece yıldızlı sayfalara hepimiz için yeni
bir bölüm yazdı. Karanlık, simsiyah bir bölüm.
Do'stlaringiz bilan baham: |