OTUZ BİRİNCİ
M
otoru otelin girişindeki korunaklı yere bıraktım ve arkamı döndüğümde,
onu on altı veziriyle bana bakarken buldum. Donup kaldım.
İyi mısın?
“Evet, neden?”
“Biri ayağına basmış gibi görünüyorsun,” dedi.
“Yok canım. İyiyim.”
“Emin misin?”
“Evet,” dedim gözlerimi satranç tahtasından kaçırarak.
“Gidelim o zaman. Birazdan bir sürü insan ayağına basacak zaten.”
Lobiden geçtik, asansöre bindik ve çatı katının düğmesine bastık.
“Ne zaman bir asansörün kapıları üzerime kapansa, canım bir şeyler içmek
istiyor.”
Kapılar açıldığında çoktan içmeye başlayan insanlarla karşılaştık. Parti ko
ridora taşmıştı. Yerde oturan gruplar vardı. Bazıları da ayakta sohbet ediyor ya
da kahkahalarla iki büklüm oluyordu.
İçeri girip İkizler George’u bulduk. Didier’yle dans ediyordu. Didier’nin
kafasında bir masa örtüsü vardı. Ucunu dişleriyle tutuyordu.
“Lin! Karla! Kurtarın beni! Bir İngiliz’in dansını izliyorum. Acı içindeyim.”
“Fransız aptalı!” diye bağırdı İkizler sırıtarak.
Resmen hayatını yaşıyordu.
“Gel, Lin. Hadi Karla. Dans etsenize!” diye bağırdı Didier.
“Lisa’yı arıyorum. Gördün mü?”
“Bu yakınlarda değil,” dedi Didier kaşlarını çatarak. Sonra Karla’ya ve yine
bana baktı. “Yani... bu yakınlarda görmedim anlamında.”
Karla onu yanağından öpmek için eğildi. Ben de diğer yanağını öptüm.
“Ben de isterim!” diye bağırdı İkizler, Karla’ya yanağını uzatarak. Karla onu
geri çevirmedi.
“İkinizi de gördüğüme çok sevindim,” dedi Didier.
“Aynen. Bir dakikan var mı, Didier?”
“Tabii.”
Karlayla İkizleri baş başa bırakıp Didier’yle koridora çıktık. Neredeyse
ayakta kimse kalmamıştı. Sigara ve içki içen ve gülmekten katılan insan grup
larının üzerlerine basmamaya gayret ederek biraz yürüdük.
Didier bitişik süitlerden birinin kapısını anahtarla açtı.
“Bazıları partileme konusunda sınır tanımıyor,” dedi kapıyı arkasından ki
litleyerek.
Süitin oturma odası temiz ve düzenliydi. Çalışma masasındaki tepside bir
şişe konyak ve iki bardak duruyordu. Didier
ister misin
dercesine şişeyi işaret
etti.
“Sağ ol, varsa bir esrarlı sigarayı tercih ederim.”
“Sen beni ne zaman hazırlıksız gördün?”
Kendine bir parmak konyak koydu. Pirinç bir sigara kutusundan incecik
bir sigara alıp yaktı ve bana verdi. Ben sigaramdan bir nefes alırken bardağını
şerefe kaldırdı.
“Olan ve biten savaşlara,” dedi ve bir yudum içti.
“Lisa ne âlemde?”
“Gayet iyi. Keyfi yerinde.”
“Şimdi nerede?”
“Birkaç saat öncesine kadar birlikteydik,” dedi içkisini yudumlayarak. “Eve
döneceğini söyledi. Yani seninkine.”
“Biz gittikten sonra bir durum oldu mu?”
“Valla ben bir süre daha Leopold’e uğramayı düşünmüyorum. Kendimi
özletmek niyetindeyim.”
Yine Leopold’deki o günü hatırladım. Concannon’ın yere düşen Sih başgar
sona saldırışı geldi aklıma.
“Dhirendra’yı hırpalamışlardı. Şimdi iyi mi?”
“Eh. İyi olmaya çalışıyor işte. Leopold’ün tadı tuzu kalmadı tabii ama hepi
miz bir şekilde yola devam etmek zorundayız.”
“Başka yaralanan var mı?”
“Birkaç kişi daha,” dedi derin bir iç çekerek.
“Polislere ne oldu?”
“Şimşek Dilip ben de dâhil bütün paralı görgü tanıklarını merkeze çekip
sıkı bir yıkama yağlama yaptı.”
“Ya sokaktakiler?”
“Bildiğim kadarıyla herkes çenesini kapadı. Bir ilk gün gazetelere çıktı.
Sonra sıfır. Herkes Karla’nın Ranjit’e baskı yaptığını söylüyor. Ben de aynı
fikirdeyim. Sanjay Şirketi’nden korkmayanlar bile Akreplerden büyük tırsıyor.
Şimdilik etraf sessiz ama Sanjay Şirketi’ne pahalıya patladı tabii. Bir sürü insan
kendini ateşe attı.”
“Seni bu işe bulaştırdığım için özür dilerim, Didier. Hem de Leopold’de.
Orası bizim için kutsaldır.”
“Kimse Didier’yi bir işe bulaştıramaz,” dedi burnunu çekerek. “Kendinde
olmasa bile. Didier her işe kendi hür iradesiyle bulaşır.”
“Yine de...”
“Amerikalı bir arkadaşımın bu gibi olaylar için bir lafı vardır. Ortalık da
ğıldı ama biz yapmadık, der. Evet, ortalık sıkı dağıldı ve hepsini Concannon
yaptı. Asıl soru bizim ne yapacağımız?”
“Bir fikrin var mı?”
“İçimden geçeni soruyorsan, gebertelim şu herifi derim.”
“Seni seviyorum, Didier.”
“Ben de seni, Lin. Eee, bitiriyor muyuz işini?”
“Hayır. Ben yarın bir seyahate çıkıyorum. Bir hafta yokum. Hatta belki bir
kaç gün daha uzar. Bu işi döndüğümüzde hallederiz. Kimse ölmemeli, Didier.
Hele başkaları asla. Bize iyi bir plan lazım.”
“Eh, kurunun yanında yaş da yanar derler.”
“Concannon’a ulaşmanın bir yolu olmalı.”
“Ve o zaman göğsünün ortasına bir balta saplayabiliriz. Ya da hedefi yüksek
tutup direkt kafaya dalalım.”
“Onunla konuştum. Onu dinledim. Hapiste onlarca Concannon gördüm.
Bir tek yüzleri farklıydı. Ondan hoşlandığımı söylemiyorum. Ama başka bir
yaşamın içine doğsaydı, süper bir adam olabilirdi. Aslında kendince şimdi bile
öyle. Ona bir şekilde ulaşıp bütün bunlara bir son verebiliriz.”
“Concannon gibiler değişmez, Lin,” dedi iç çekerek. “Kanıtı da gayet basit.
Sen hapse girdiğinde değiştin mi? Ya da Şirkete katıldığında? Özünde değiştin
mi? Hep olduğun adam değil misin artık?”
“Didier...”
“Öylesin, Lin. Aslında değişmedin. Ne sen değişebilirsin ne de bu dünya
daki Concannon’lar. Onlar başkalarına zarar vermek için doğar. Sonunda ya
zaman ya da öfkeleri durdurur onları. Concannon bizi yok etmek istedi. Bizim
de en iyi planımız karmanın lehimize işleyeceğini umarak onu öldürmek olur.
Bunu iyi niyetli bir dava uğruna yaptığımıza inanıp gelecek hayatlarımızı refah
içinde geçirmek için dua ederiz. Gerçi ben benimkinden daha iyi bir hayat dü
şünemiyorum. Belki dünyaya yine Didier olarak gelir ve hepsini bir kez daha
yaparım ha, ne dersin?”
“Ben dönene kadar bekle, lütfen. Önce konuşalım. Sonra gerekeni yaparız.
Ben yokken Lisa’ya göz kulak ol. Onu gördüğümde bir süreliğine Goa’ya git
mek için ikna etmeye çalışacağım ama Lisa’yı bilirsin.”
“Hiç şansın yok,” dedi omzunu silkerek.
“Biliyorum.”
“Lisa akıllı kız. Ne istediğini ve onu nasıl elde edeceğini biliyor.”
“Sen yine de gözünü üzerinden ayırma. Gerekirse Naveen’den yardım iste.
Divya’dan vakit kalırsa tabii. Onu bulabilirsem ben kendim de rica ederim.”
“Tabii ki yardım gerekmez ama Naveen’i sevdim,” dedi Didier düşünceli
bir tavırla.
“Ben de seviyorum, ikiniz iyi bir ekip olursunuz. Bu arada, döndüğümde
seninle iş yapmak istiyorum, Didier. Kabul edersen tabii.”
“Nasıl yani? Ortak mı olacağız?”
“Döndüğümde konuşuruz.”
“Sanjay Şirketi ne olacak?”
“Onlarla işim bitti.”
“Hadi canım. Sanjay seni bıraktı mı?”
“Bu işi de hallettikten sonra el sıkışıp ayrılacağız. Bana kalırsa, Sanjay da
rahatladı.”
“Onunla ters düşmekten korkmuyor musun? İki tür lider vardır.
Gerçekleri kabul edenler ve onlardan nefret edenler. Korkarım Sanjay ikinci
gruba giriyor.”
Gülümsedim. “Haklısın.”
“Sonunda onlardan ayrıldığına sevindim. Sen ne hissediyorsun?”
“Ben de iyiyim. Sen Lisa’ya dikkat et.”
“Elbette.”
“Bizimkilerin yanına dönelim mi?”
“Tabii. Bana öyle bir haber verdin ki Lin, bunun için sıkı bir kutlama yap
mak gerekir. Ama.
“Evet?”
“Sen ve Karla.”
“Ne olmuş? Hem ben ve Karla diye bir şey yok, Didier.”
“Lin, benim ben. Didier aşkın kokusunu beş kilometre öteden alır. Sizi
birlikte gördüm ve birkaç dakika yetti.”
“Unut gitsin.”
“Bunu yapabilseydim yapardım zaten,” dedi endişeli bir gülümsemeyle.
“Kararın ne olursa olsun yanındayım.”
“Sağ ol, kardeşim.” Kucaklaştık. Didier kıvırcık saçlı kafasını yanağıma bas
tırdı.
Karla’yla İkizler’in yanma döndük. Karla bir Didier’ye, bir bana bakarken
gülüşünde belli belirsiz bir lütufkârlık vardı.
İki genç, yabancı kız, ellerinde içkilerle Didier’yle İkizlere yaklaştı.
Bizimkiler içkileri alıp kızlarla dans etmeye başladı.
“Yalnız mısın?” diye sordu kızlardan biri, İkizler’e.
“Değilim,” dedi İkizler. “Kendimleyim. Ben, İkizler. Senin adın ne?”
“Hadi ya? Ben de İkizlerim!” diye bağırdı kız.
“Süper. Bir İkizler diğer İkizler’e ne demiş?”
“Ne?”
“Hiç. Çünkü diğer İkizler çoktan gitmiş.”
Çarpışarak ve şaraplarını birbirlerinin üzerine dökerek güldüler.
Karla’yla ara sıra tanıdıklarımızla bağrışa çağrışa selamlaşarak barın ıssız bir
köşesine çekildik.
“Burası nefismiş,” dedi barmene. “Ağzına kadar bedava içki dolu, boş bir
bar herkesin hayali.”
“Hoş geldiniz,” dedi barmen.
“Bir kadeh şampanya için kafadan üç adam öldürürüm,” dedi Karla zarifçe
elini sallayarak.
“Emredersiniz, hanımefendi. Siz ne alırdınız, beyefendi?”
“Buzsuz soda,” dedim. “Nasıl gidiyor?”
İçkileri hazırlamaya koyulan barmen, “Eninde sonunda geriye iki soru ka
lır,” dedi. “Birincisi, ben ne yaptım? İkincisi, ben ne kaçırdım?”
“Son sorun yaşam desteğimi kim kapadı olmadıktan sonra tabii.”
“Hayat kısa,” dedi uzun boylu, genç barmen. “Ama geceler uzun.”
“Zirve ondan bu kadar ıssız,” diye atıldı Karla.
“Zirve ıssız çünkü aşağısı kalabalık,” dedi adam, Karla’nın kadehini doldu
rurken.
Karla güldü. “Senin adın ne?”
“Randall, hanımefendi.”
“Merhaba, Randall. Bu, Lin. Ben de, Karla ve sana daha çok katılamazdım.
Nerelisin?”
“Ailem Goalı,” dedi bana sodamı verirken. “Ama ben buralıyım.”
“Biz de
Do'stlaringiz bilan baham: |