«np
»
lamam.
“Hunharca açık konuşmak gerekirse, yemek yapmaktan nefret ediyorum.
Hatta tahammül edemiyorum. Sırf senin hoşuna gider diye yaptım. Ama be
nim için baştan sona kâbus gibiydi. Kusura bakma ama ev arkadaşları birbirle
rine yemek yapmaz zaten.”
«T
»
lamam.
“Seni kırmak istemiyorum ama ayrıcalıklı bir konumda olman da gereksiz
bence. Gelişimimin bir parçası olarak şu an beklentilerle doluyum. Bir an önce
onlara odaklanmalıyım, yoksa...”
“Küskünlüklere dönüşebilirler.”
“Aynen! Tanrım, şimdi çok daha iyiyim. Sen?”
“Ben de,” dedim.
“Cidden mi? Bak, bu benim için gerçekten önemli. Şimdime benimle bir
likte pişmanlıklar ve vicdan azapları sürüklemek istemiyorum. Bana samimi
yetle destek çıktığını bilmek benim için ne kadar önemli, anlatamam.”
İyi, gerçeğin yarısıdır yalnızca ve gerçek de, hikâyenin.
Lisanın bunca şey talep edip de bizden geriye kalanlardan pek azını elde
edebilmesi ufaktan kırmıştı beni. Ama her ne kadar içten içe ve gönülsüzce de
olsa, bir gün muhtemelen ellerimizde tutabileceğimizden biraz daha fazlasıy
la ayrılacağımızı varsayıyordum. Ya da belki de bekliyordum bunu. Ve bir de
Karla vardı. O hep vardı. Lisanın mutluluğunu bir an bile gölgelemeye hakkım
yoktu.
İyi gerçeğin yarısıdır yalnızca ve gerçek de, hikâyenin.
“İyiyim, Lisa. Ben sadece senin mutlu olmanı istiyorum.”
“Sevindim,” dedi kirpiklerinin arasından gülümseyerek. “Bilirsin işte. Biraz
endişelenmiştim doğrusu.”
“Neden? Ben seni ne zaman dinlemedim? Ne zaman desteklemedim?”
“O kadar basit değil.”
“Neden?”
“Düşünmemiz gereken başka şeyler ve insanlar var.”
“Ne gibi şeyler? İnsanlar derken?”
“Bu konuya hiç girmeyelim.”
Kadınlar bilmek ister. Ya erkekler?
“Lisa?”
“Yarın gidiyorsun, Lin. İkimiz de bir süre bu geceyi başarıyla atlattığımıza
sevinsek olmaz mı?”
“Eğer istediğin buysa...”
“Evet. Mutluyum, Lin ve bunu mahvetmek istemiyorum.”
“Bir haftaya döneceğim. Tekrar konuşuruz. Sana her türlü yardıma hazı
rım. Yeni bir eve çıkmak istersen de sana güzel bir daire bulur, kirayı bir yıllık
peşin öderim. Yeter ki sıkıntı çekme.”
“Biliyor musun, sende büyük ilerlemeler var. Tanıştığımız zamanki Lin de
ğilsin.”
Bana önce tanıyamadığım bir ifadeyle bakıyordu. Ama sonra ne olduğunu
anladım. Çok sevdiğimiz arkadaşlarımız için sakladığımız bir bakıştı bu.
“îlk öpüşmemizi hatırlıyor musun?” diye sordu.
“Afgan kilisesinde. Bizi kovmuşlardı. Az kalsın tutuklanacaktık.”
“Bakalım ilk öpüşmemizi nasıl hatırlıyoruz?”
Beni öptü ama sonra karanlıkta yan yana yatarak fısıltıyla konuşmaya başla
dık. Fırtına yavaşlayana ve dinene dek konuştuk. Lisa uyuduğunda ben kalkıp
eşyalarımı topladım.
Silahlarımı, cephanemi, bıçaklarımı, birkaç pasaportumu ve paralarımı
komodinin arkasında özel olarak yaptığım bölmeye koydum. Lisa’ya para
bıraktım.
Toparlanmam bittiğinde, pencerenin yanında duran ve bütün sokağı gören
sallanan koltuğa oturdum. Onu Lisa için almıştım.
Son yalnız çaycı da uyuklayan bekçilerin dikkatini çekmek için bisikletinin
zilini çalarak sokaktan geçti. Çın-çın-çın ve az sonra bu ses duyulmaz oldu.
Bütün yaşam o güneşin, kaderin kalbinin etrafında döner. Ranjit, Vikram,
Uykucu Dennis, Naveen Adair, Abdullah, Sanjay, Diva Devnani, Didier,
Johnny Cigar, Concannon, Vinson, Rannveig, Akrep, İkizler, Sri Lanka,
Lisa... Seyyah düşüncelerim bir okyanustan diğerine yelken açtı ve karanlık
gökyüzündeki tek kılavuzum, Karla adındaki ışıktı.
Şafakta evden çıkarken Lisa hâlâ uyuyordu. Sık adımlarla taksi durağına
yürüdüm. Gölgem sarı sabahta hoplayıp zıplayan bir köpeği andırıyordu.
Tarifenin iki katını önerdiğim uyku sersemi taksici beni arabasına kabul etti.
Işıkla yıkanan boş sokaklarda ilerledik.
Bombay’ın pagan katedrali, tren istasyonu telaşlı hamallar ve yolcularla do
luydu. Şu trenlerdeki her bir koltuk, birinin kaderi için nasıl da önemliydi kim
bilir?
Madras Ekspresi nihayet kalktığında camdan dışarıya baktım. Sokakları
yağmurla ıslanan banliyölere ve şehrin gri açlığının ötesinde yemyeşil parlayan
tepelere.
Kendimi trenin sallantısına bıraktım ve iyi hissettim. Hem iyi, hem kötü.
Kalbim koca bir soru işareti, başım sert bir komutandı.
Sri Lanka riskli bir yerdi. Lisa bunda haklıydı. Ama Abdullah, Sanjay’la
konuşmuştu. Görevimi tamamladığımda özgür olacaktım. Hem bunun gibi
belki elli tane iş yapmıştım. Aslında Sanjay Şirketi’nden kurtulmak için çok da
büyük bir bedel değildi ödediğim.
Lisa adına seviniyordum. Eğer gerçekten istediği buysa, benden kurtulmuş
tu. Onun için hâlâ aynı sevgi dolu endişeleri taşıyordum ama onun hayatım
dan çoktan gittiği gerçeğine alışmalıydım. Lisa gitmişti ve ben de bir savaş
trenindeydim.
Lisa kendi gerçeğini bulmuştu. Ben de benimkini. Hâlâ Karla’ya âşıkken
başka birini sevemezdim.
Karla’nın Ranjit’le ilgili ya da ona karşı planları beni ilgilendirmezdi. Başka
biriyle evli olması ya da benim bir başkasını sevmeye çalışmam da önemli de
ğildi. Artık arkadaşlık dışında başka bir ilişki kuramayacağımız gerçeği de öyle.
Onu seviyordum ve hep sevecektim.
Hem iyi, hem de kötü hissediyordum. Ama belki iyiye bir adım daha ya
kındım. Aramızda kötü bir görev kalmıştı o kadar.
Camımdan çiftlikler, tarlalar ve hayal kasabalar akıp geçerken tren usulca
sallanmaya devam etti. Uzakta, o yılın son yağmuru, dağların omuzlarına sis
ten bir şal sarmıştı.
n
:
Do'stlaringiz bilan baham: |