Büyüklük sende kalsın,
diye düşündüm.
“Adın, Silvano orman demek.”
“Eee?” diye homurdandı.
“İtalyan bir arkadaşımın adıydı. Oradan biliyorum. Sonra Forest’la değiştir
di. Forest Marconi oldu. O zaman, iki dilde de bunun güzel bir isim olduğunu
düşünmüştüm.”
Silvano kaşlarını çattı. “Ne?”
“Diyorum ki, Silvano diye bir arkadaşım var. Çok severim. Seninle boşuna
gerildik. Umarım özrümü kabul edersin.”
“Tabii,” dedi hemen ve benimle tokalaşmak için elini uzattı.
Bu kez aramızda rekabet yaşanmadı. Genç İtalyan ilk kez güldü bana.
“İtalyanca biliyor musun?” diye sordu.
“Gerekirse yemin edebilecek kadar.”
Idriss güldü.
“Yine gel,” dedi. “Flayvan ve insan doğası halikındaki konuşmamı mutlaka
dinlemelisin. Bir, iki ders çıkaracağından eminim.”
Siyah bulutların arasında çatallı bir şimşek çaktı. Idriss’in yüzü ve vücudu
bir anlığına gümüş mavisi bir ışıkla aydınlandı.
“Olur,” dedim. “Hayvan doğamı da yanımda getiririm.”
“İkinizi de beklerim,” dedi gülerek.
Abdullah, Karla ve ben kaygan yerlerde birbirimize tutunarak yamaçtan
indik.
Çakıl taşlı otoparkta, Abdullah yine büfedeki telefonun başına gitti.
Kasvetli gökyüzüne baktım.
“Fırtınadan önce şehre yetişemeyebiliriz,” dedim. “Belki otobanda yakala
nırız.”
“O kadar şanslı olur muyuz dersin?” dedi Karla sırıtarak. “Silvano’ya çabuk
ısındın.”
“Çocuğun bir suçu yoktu. Ben öküzlük ettim. Aklımda çok şey vardı.”
“Siktir git, Lin. Neden yapıyorsun bunu?”
“Neyi?”
“Kafandaki şeylerden bahsedip ne olduklarını asla söylemiyorsun.”
“Boşuna kürek sallıyorsun,” dedim ama haklıydı. Yine.
Ona anlatmak istiyordum. Hayatım altüst olmuştu. Lisa’yla uzaklaşıyor
duk. Ranjit bombacıların hedefindeydi. Sanjay Şirketi’nden ayrılıyordum.
Çete savaşları başlamıştı. Şehirde tek bir güvenli yer yoktu.
“Bir süreliğine şehirden ayrıl,” dedim. “Ben de öyle yapacağım.”
“İmkânı yok, Shantaram,” dedi gülerek ve beni kolumdan çekiştirip büfeye
soktu.
Abdullah bana sokulup usulca son havadisleri verdi.
“Sanjay herkesi susturmuş. Sorun çıkmayacak. Bunu bekliyorduk zaten.
Kuzeye, Delhi’deki kardeşlerimize gideceğim. En az bir hafta buralarda olmam.”
“Bir hafta mı?”
“Bir gün bile daha az değil.”
“Ben de geliyorum. Delhi’de düşmanların var.”
“Benim her yerde düşmanlarım var,” dedi başını eğerek. “Ama dostlarım
da var. Benimle gelemezsin. Sri Lanka’ya gidip oradaki işlerini halledeceksin.
Leopold’deki olay çözülene kadar gelme.”
“Sakin ol, kardeşim. Sanjay Şirketi’nden ayrılacağımı unuttun galiba?”
“Sanjay’a söyledim ve...”
“Ne yaptın, ne yaptın?”
“Sanjay’a ayrılmak istediğini söyledim.”
“Bunu bana bırakmalıydın,” dedim öfkeyle.
“Biliyorum ama bu gece Delhi’ye gidiyorum. Sanjay’a söylerken seninle
olamayacaktım ve görüştüğünüzde ilk kızgınlığı geçsin istedim.”
“Şimdi beni gördüğünde boynuma sarılacak, öyle mi?”
“Hayır. Ama Sanjay önce şaşırdı. Sonra çok kızdı. Yine de son görevi ta
mamlayıp ayrılmana izin vereceğini söyledi.”
“Hepsi bu mu?”
“Burada bir ailen varsa hepsini öldüreceğini de söyledi.”
“Başka?”
“Görevin bitince seni memnuniyetle köpeklere atacakmış.”
“Bu kadar mı?”
“Gerisi küfür. Sanjay’ın ağzı kenef gibi. Bir gün küfrederken ölecek in
şallah.”
“Yola ne zaman çıkacakmışım?”
“Yarın sabah,” diye iç çekti. “Madras trenine bineceksin. Sonra bir yük ge
misiyle Trincomalee’ye gideceksin. Şirketten adamlar yarın sabah seni istasyon
da bekleyecek. Biletler ve talimatlar onlarda.”
Sri Lanka, yük gemisi ve talimatlar. Derin bir nefes alıp usulca üfledim.
“Mecbur muyum?” diye mırıldandım düşüncelerimin arasında.
“Söz verdin, tutacaksın.”
“Evet ama pişmanım.”
“Bu görevden sonra özgürsün. Bence kabul et. Sonra bir süre daha Sanjay’ı
yerinden edemeyeceğim ve güvende olacaksın.”
“Tamam. İnşallah. Hadi gidelim artık.”
“Bekle,” dedi bana doğru eğilerek. “Bundan sonraki birkaç hafta attığın her
adıma ve ağzından çıkan her kelimeye dikkat edeceksin.”
Gülümsedim. “Beni bilirsin.”
“Bilmez miyim?” dedi üzüntüyle. “İçindeki şeytanı da biliyorum ama.”
“Yapma yahu?”
“Hepimizin içinde iblisler var. Bazıları bize kötülük etmez. Sadece içimizde
yaşamak isterler. Ama bazıları daha fazlasını ister. Onları içlerinde barındıran
ruhları kemirmek isterler.”
“Doğrusunu istersen, Abdullah, ben bu iblis olayında seninle pek aynı fi
kirde değilim.”
Yüzüme baktı. Kehribar rengi gözlerinin içinde rüzgârdan savrulan yaprak
lar uçuşuyordu.
“Unut git-” diye başlamıştım ki, sözümü kesti.
“İyi ya da kötü bir insan yoktur, dediğini duydum. Kötü olan eylemlerdir,
onları yapan insanlar değil, dedin.”
“Bu benim lafım değil. Bir zamanlar Khaderbhai söylemişti.”
“O da Idriss’ten duydu,” dedi hemen. “Khaderbhai ettiği bütün bilge laflan
Idriss’ten öğrendi. Ama bu konuda size katılmıyorum. Bu dünyada kötü insan
lar var, Shantaram. Ve onlarla sadece bir şekilde baş edebilirsin.”
Motorunu çalıştırdı ve gazladı. Ona yetişeceğimi biliyordu.
Karla geldiğinde ben de motoru çalıştırdım. Arkama bindi. Tarçınlı parfü
münün kokusu burnuma çarptı. İpek saçları bir an için enseme değdi.
Motor ısınarak canlandı. Karla bana sokuldu ve kollarını omuzlarıma attı.
Kelimelerle dolu elini göğsüme koydu.
İçimde bir müzik sesi duydum. Gerçek yuvamız, sevmek için doğduğumuz
kalplermiş aslında.
Kıvrımlı ve yokuşlu yolda rüzgâra karşı rahat bir ritim tutturduk. Bizi buluş
turan dağın gölgesi, ağaçların dua eden dalları arasında kayboldu. Karanlıkta,
yola devrilen bir ağaca çarpmamak için frene bastım. Karla bana doğru savrul
du ve orada kaldı. Vücudunun nerede bittiğini ve benimkinin nereden başladı
ğını bilmiyordum. Bilmek de istemiyordum.
Sonraki tepenin dik yokuşunu tırmanmak için gaza yüklendim. Karla bana
sıkıca tutundu. Sonra tam en doğru anda avucunu kaydırdı ve elini kalbimin
üzerine koydu. Tepemizde yeşil bir kubbe oluşturan ağaçların arasından böyle
geçtik.
Otobana çıktığımızda aşk sersemi aklım ve bedenimle hızlı trafiğe ayak
uydurmakta zorlandım. Rüzgâr, Karla’nın enseme değen saçlarını öptü.
Denizyıldızı eli hâlâ kalbimin üzerindeydi. Arzunun pırıltıları reklam panola
rının solgun ışıklarında ölürken biz bir vatozun kuyruğunu andıran otobanda
eve doğru ilerledik.
Te dokunaklı bir vedaydı,” dedi Karla motoruyla Mahesh Otel’in
X N önündeki geniş düzlükten ana caddeye çıkan Abdullah’ı seyrederek.
“Bizimki uzun bir yolculuktu,” dedim.
“Evet ama Abdullah’ın duygusallaşması her gün görebileceğin bir şey değil.”
“Benden duymak istediğin nedir, Karla?”
“Söylemediklerin.”
Do'stlaringiz bilan baham: |