Sen Pakistan’ı bana sor,
dedi kafamın içindeki ses.
“Sonra yürüyerek Hindistan’a geldim. Hindistan’dan Varanasi’ye geçtim.
Oraya vardığımda insanlar beni konuşmaya başlamıştı bile. Kimseyle konuş
madığım için bana Suskun Keşiş diyorlardı. Bu lakabı sağda solda duyuyor
dum ama benden bahsettiklerini çok sonra anladım. Konuşmuyordum çünkü
konuşamıyordum. Yetersiz beslenmeden ölmek üzereydim. Açlıktan saçlarım
ve dişlerim dökülmüştü. Diş etlerim davul gibiydi. Tek kelimeyle hayatımı
kurtarabilirdim ama hiçbir şey diyemiyordum.”
Bu hatıralarla kıkırdadı.
“Ama insanlar sessizliğimi bilgeliğime veriyordu. Az ama özün önemini o
zaman kavradım. Varanasi’de bir İngiliz’le tanıştım. Lord Bob. Beni gurusu
ilan etti. Çok zengin bir adamdı. Aslına bakarsanız, öğrencilerimin birçoğu
çok zengindi.”
İngiliz bahçesine bakarak duraksadığında dudaklarında bir gülümseme
uçuştu.
“Lord Bob’u anlatıyordun,” dedim.
“Ah, evet. O kadar iyi ve cömert bir adamdı ki. Bütün hayatını yaşamına
anlam katacak şeyi arayarak geçirmişti. Onu bulmak için benden yardım
istedi.”
“Neymiş?” diye sordum.
“Hiçbir fikrim yok,” dedi Khaled. “Açıkçası ne aradığını hiç bilmiyorum.
Sonuçta adam bok gibi zengindi. Zaten sahip olduklarından başka ne istiyor
olabilirdi ki? Ama Lord Bob ona yardım edemememe bozulmadı. Hatta öldü
ğünde her şeyini bana bıraktı.”
Kızlar iki tepsiyle döndü ve onları yanımızdaki sehpalara bıraktılar. Uzun
bardaklardaki içeceklere, kurutulmuş papayalara, ananaslara, mangolara ve
tahta çerezliklerdeki kabuklu yemişlere baktım.
Kızlar yine ellerini birleştirip eğildiler ve çıplak ayaklarıyla süzülürcesine
uzaklaştılar.
Bir süre onların arkasından baktım. Khaled’e döndüğümde onu hülyalı
gözlerle gül bahçesini seyrederken buldum. Abdullah gözlerini Khaled’e dik
mişti.
“Aşağı yukarı iki yıl Varanasi’de kaldım,” dedi Khaled. “Bazen orayı özlü
yorum.”
Etrafına bakınıp bardaklardan birini aldı. Diğer bardakları bana ve
Abdullah’a verdi ve içeceğinden koca bir yudum aldı.
“Ne güzel yıllardı. Lord Bob’un kendimi benim boyunduruğum altına sok
ma isteğinden çok şey öğrendim. Bana tamamen teslim oldu.”
Kıkırdadı. Abdullah’a baktım. Boyunduruk, teslimiyet... Zaten tuhaf bir
gün geçiriyorduk. Bu sözler üzerine tuz biber ekmişti. İçkilerimizi yudumladık.
“Sadece o yoktu tabii,” dedi Khaled. “Yaşlı bir Hint Fakiri bile vardı arala
rında. Hepsi de önümde diz çökmek ve ayaklarıma yüz sürmek için birbirleriy-
le yarışıyordu. Üstelik onlardan hiç böyle bir talebim olmadı. İşte o zaman biri-
lerinin, önünüzde diz çökmesinin size nasıl bir güç kattığım hissettim. Erkekler
evlenme teklif ederken kadınlara müthiş bir kudret bağışlıyor.”
Güldü. İçkime baktım. Yakut kırmızısı bardağın yüzeyindeki gümüş
telkârilerde nem damlacıkları vardı. Huzursuzluğum giderek artıyordu.
Başkalarının, önünde diz çökmesinden zevkle bahseden Khaled bir zamanlar
çok sevdiğim o eski dostum değildi.
Khaled, Abdullah’a döndü.
“Kardeşimiz Lin, Lord Bob’la geçirdiğim yıllarda İngilizcem bu kadar
gelişirken Amerikan hassasiyetimin düşüşe geçmesine şaşırdı galiba. Sen ne
dersin?”
“Herkes kendi eylemlerinden sorumludur,” dedi Abdullah. “Bu kanun se
nin için de geçerli, önünde diz çökenler için de, Lin ve benim için de.”
“İyi dedin, eski dostum!” diye bağırdı Khaled.
Bardağını masaya bıraktı ve hatırı sayılır bir çabayla koltuktan kalktı.
“Gelin. Size bir şey göstereceğim.”
Peşinden evin arkasına geçtik. Khaled holdeki merdivenlerden birinin di
binde durdu.
“İçtikleriniz hoşunuza gitmiştir umarım?” diye sordu içten bir ilgiyle.
“Evet.”
“Bir damla akçaağaç şurubu mucizeler yaratıyor.”
Kısa bir sessizlik oldu. Az sonra bir cevap beklediğini anladım.
“Çok lezzetliydi,” dedim.
“Evet, öyleydi,” dedi Abdullah.
“Sevindim,” diye şakıdı Khaled. “Mutfakta çalışanları eğitmek ne kadar
uzun sürdü bilemezsiniz. Onları spatulayla pataklamaktan gına gelmişti. Hele
tatlıları bir türlü öğrenemediler. Hatırladıkça sinirlerim bozuluyor.”
“Boş ver o hâlde. Unut gitsin,” dedim.
Bir adım atmıştı ki, çabucak arkasını döndü.
“Sen burada bekleyebilirsin, Tarun,” dedi. “Hatta git dinlen biraz.
Mutfaktan bir kurabiye al.”
Tarun bizi selamlayıp gitti. Khaled bir süre şüpheci gözlerle arkasından
baktı.
Eski Khaled basamakları üçer üçer tırmanırdı. Hatta Bombay’da ondan
daha hızlı merdiven çıkabilen biri daha yoktu. Yeni Khaled daha ilk basamakta
duraksadı.
Nihayet birinci kata çıktığımızda, “Bu katta meditasyon ve yoga odaları
var,” dedi.
“Düzenli olarak yoga yapıyorsundur herhâlde,” dedim İkizler George’un
yaramaz bakışlarıyla.
“Yok canım,” dedi Khaled beni ciddiye alarak. “Baksana, ne kadar şişma
nım. Eskiden boks ve karate yapardım. Hatırlıyor musun, Lin?”
Elbette hatırlıyordum. Abdullah dışında yenemeyeceği kimse yoktu.
Saatlerce dövüşüp hiç yorulmazdı.
“Evet,” dedim.
“Ama bizimkiler yoga seviyor. Sürekli yoga yapıyorlar. Bıraksam gece bile
devam edecekler. Bazen bıraksınlar diye hortumla üzerlerine su tutuyorum.”
Koridordaki birinci kapı açıktı ve içeride yoga matlan üzerinde oturan bir
düzine kadar insan vardı. Duvarlardaki hoparlörlerden flüt sesi geliyordu.
Khaled biraz dinlendikten sonra bizi ikinci kata çıkardı.
Buradaki hemen bütün kapılar kapalıydı.
“Yatakhaneler ve tek kişilik odalar,” dedi Khaled soluk soluğa.
En yakındaki odanın kapısını açtı. Birkaç kız tek kişilik cibinlikli yataklar
da uyuyordu. Çıplaktılar.
“En sadık öğrencilerim,” dedi Khaled yine o şaşılacak kadar kayıtsız ses
tonuyla.
Dayanamadım. “Bu ne lan böyle?” dedim ama parmağını dudaklarına bas
tırarak susturdu beni.
“Lütfen, sessiz ol, Lin. Uyanırlarsa başımızın etini yerler.”
“İyi, ben gidiyorum,” diye homurdandım.
“Nereye?” dedi telaşla. Alnında hayret çizgileri belirmişti.
“Buradan yeterince uzaklaşana kadar yürüyeceğim, tamam mı?”
“Lin, ne oldu? Sorun ne?” diye sordu kapıyı usulca kapatarak.
“Bir de soruyor musun?” dedim öfkeyle. “Sen aklını mı kaçırdın, Khaled?
Burada resmen kendine bir harem kurmuşsun. Kim olduğunu sanıyorsun
sen?”
“Kimseyi zorla tutmuyorum,” dedi kaşlarını çatarak. “Herkes gitmekte öz
gür. Sen de öyle.”
“Ne tesadüf. Ben de tam olarak bunu yapıyordum zaten.”
“Dur.” Yanıma koşup elini omzuma koydu. “Görmen gereken bir şey var.
Sana göstermem gerek. Bir sır. Ama sizinle paylaşmak istiyorum.”
“Bugünlük bana bu kadar sır yetti, Khaled. Dağdan indiğinde beni ararsın.”
“Ama bunu Abdullah da görmedi. Onu da engellemeyeceksin değil mi? Bu
kadar acımasız olma. Abdullah, sırrımı öğrenmek istemez misin?”
“İsterim,” dedi Abdullah bütün saflığıyla.
“Lin’i kalmaya ikna et öyleyse. Ben yukarı çıkıyorum. Siz de isterseniz
gelin.”
Elini omzumdan çekip derin bir iç çekerek kendini tırmanışa hazırladı.
Abdullah’ı durdurdum.
“Bizim burada ne işimiz var, Abdullah?”
“Nasıl yani?”
“Bir oda dolusu çıplak kızla ne yapıyor bu adam? Tamam, dünyada bir sürü
kız var. Hatta dünya kızlarla dolu. Ama onları evine doldurmak da neyin nesi?
Hadi gidelim, kardeşim.”
“Sır ne olacak?” diye fısıldadı.
“Dalga mı geçiyorsun?”
“Ama bu gerçek bir sır.”
“Bana şimdiye kadar duyduklarım yetti,” diye homurdandım.
“Nasıl merak etmezsin?”
“Tamam, benim astımım var ve derhâl temiz hava almam gerek. Yürü hadi.”
“Lütfen, kal. Hiç olmazsa sırrı öğrenelim.”
İç çektim.
“Geliyor musunuz çocuklar?” diye sordu Khaled merdivenin yarısından.
“Ay bu merdivenler beni öldürecek. Haftaya asansör taktıracağım.”
Abdullah kaşlarını çatarak yalvarırcasına bana baktı.
“Aman, tamam,” dedim basamakları çıkmaya başlayarak.
Az sonra, Khaled’in yanında, kapalı bir kapının önünde durduk. Kaftanının
cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açtı.
İçerisi karanlıktı. Koridordan gelen ışıkta bir tavan arası odasında olduğu
muzu anladım. Tepemizde kirişler vardı. Khaled kapıyı kapayıp kilitledi ve ışığı
açtı. Tek bir ampul yandı.
Hayretler içinde kaldım. Baktığım her yerde altınlar ve gümüşler fışkırıyor
du. Küçük, tahta sandıklardan, masalardan...
Şamdanlar, aynalar, resim çerçeveleri, saç fırçaları, dizi dizi inciler, değerli
taşlardan kolyeler, bilezikler, saatler, broşlar, yüzükler, hızmalar ve hatta altın
düğün kolyeleri bile vardı.
Ve bir de para. Çok para.
“Ne kadar anlatsam anlamayacaktınız. Gözlerinizle görün istedim.
Birilerinin, önünüzde diz çökmesinin size kattığı güç bu işte.”
Oda derin bir sessizliğe gömüldü. Çatının uzak bir köşesinden güvercinle
rin sesi geliyordu sadece.
Sonunda Khaled konuştu.
284 ■ Gregory David Roberts
■f '* * •
-»«i. * • r r ■ **■
-------
“Hepsi vergiden muaf,” dedi soluk soluğa.
Bir Abdullah’a baktı, bir bana.
“Evet? Ne diyorsunuz?”
“Daha çok güvenliğe ihtiyacın var,” dedi Abdullah tarafsızca.
Khaled uzun boylu İranlı’nın sırtına bir şaplak attı. “Yoksa bu işe talip mi
sin, eski dostum?”
“Benim bir işim var zaten,” diye karşılık verdi Abdullah bütün ciddiyetiyle.
“Elbette ama...”
“Bütün bunları sana öğrencilerin mi verdi?” diye sordum.
“Aslına bakarsan, ben onlara öğrencilerim diyorum ama onlar kendilerini
müritlerim olarak adlandırıyor.” Bir an gözlerini hâzinesine dikti. “Hepsi bu
kadar da değildi,” dedi sonra.
“Dahası da mı var?”
“Ah! Evet, vardı. Varanasi’deki müritlerimin armağanları. Ama oradan apar
topar ayrılmam gerekti ve hepsini kaybettim.”
“Nasıl?”
“Polise rüşvet olarak verdim. Lord Bob onun için ölmeden önce beni bu
eve yerleştirdi.”
“Varanasi’den neden apar topar ayrıldın? Ne acelen vardı?”
“Bunu neden bilmek istiyorsun, eski dostum Lin?”
Hâzinesindeki mücevherlerin ışığı gözlerine vuruyordu.
“Konuyu sen açtın, dostum.”
Birkaç saniye beni dikkatle süzdü. Soğuk gerçeğin kıyısında tereddüt edi
yordu. Sonra galiba bana güvenmeye karar verdi.
“Bir kız vardı. Brahman bir aileden gelen sadık bir mürit. Çok güzeldi ve
bana tapıyordu. Bedenen ve ruhen kendini bana adamıştı. Yaşının tutmadığını
sonradan öğrendim.”
“Ne diyorsun, Khaled? Bari bizi yeme.”
“Nereden bilebilirdim ki? Sen burada yaşıyorsun, Lin. Hintli kızların
vaktinden evvel geliştiğini bilirsin. Yemin ederim on sekiz görünüyordu.
Memeleri olgun mangolar gibiydi. Yatakta da işini biliyordu. Meğer daha on
dördündeymiş.”
“İşte şimdi senden gerçekten korktum,” dedim.
“Yapma, Lin. Ne olur anla beni.”
“Çocuklarla seks yapmanı mı anlayayım? Rezilliğini senin kadar normal mi
karşılayayım? Bunu mu istiyorsun?”
“Bir daha asla olmayacak.”
“Bir daha derken?”
“Olamaz zaten. Gerekli önlemleri aldım.”
“Konuştukça batıyorsun, Khaled.”
“Hele bir dinle beni. Artık hepsinden kimlik istiyorum. Özellikle de genç
lerden. Kendimi koruyorum yani.”
“Ha sen korunuyorsun yani? İçim rahatladı.”
“Nereden çıktı bu muhabbet? Pişmanlıklarımızı geride bırakamaz mıyız?
Arapçada bir deyiş vardır: Seni ağlatana akıl danış, güldürene değil. Bugün seni
güldürdüm Lin ama bu, fikirlerimin bir değeri olmadığı anlamına gelmez.”
“Khaled...”
“Sen ve Abdullah benim kardeşimsiniz. Başka kimim var? Size paramı ve
gücümü gösterdim ve diyorum ki, bir daha asla sırtınız yere gelmeyecek.”
“Ne demek bu?”
“İşi büyütmek için yeterince paramız var diyorum.”
“Hangi işi?
“Bu işi tabii. Bu manastırı. Görmüyor musunuz? Bir şube daha açma vakti
geldi de geçiyor. Bu işi birlikte yürütebiliriz. Bütün Hindistan’a yayılırız. Sonra
da Amerika’ya. Tek sınırımız gökyüzü olur.”
“Khaled...”
“Sizinle bağlantıya geçmek için bugünü beklememin sebebi buydu. Önce
işi oturtmak zorundaydım. Temel sağlam olursa gerisi gelir zaten. Sizi buraya
benim olduğu kadar, sizin de olan şeyleri göstermek için çağırdım.”
“Haklısın,” dedim.
“Oh. Nihayet anladın.”
“Buradakiler ne senin ne de bizim, Khaled.”
“Nasıl?”
“Bunlar bizden daha büyük bir güce armağan edilmiş.”
“Ama anlamıyorsun,” diye üsteledi. “İkinize de ortaklık teklif ediyorum.
Milyonlar kazanabiliriz. Ama bu maneviyat işlerinin bazı tehlikeleri var. Sizi
onun için yanımda istiyorum. Bir sonraki adıma birlikte geçmeliyiz.”
“Ben bir sonraki adıma geçtim zaten, Khaled.”
“Birlikte olabilirdik,” diye ısrar etti. “Yalvarırım, iyi düşünün.”
“Khaled!” dedi Abdullah birden. “Benim bu şehirden gitmem gerek.”
“Ne?” Khaled hayaller ağacından tepetaklak düşerken ağzı hayretle açıldı.
“Sana son bir kez sormak zorundayım. Burayı bırak. Benimle Bombay’a
dön.”
“Yine mi, Abdullah?”
“Khaderbhai’nin meclisinin başına geç. Zor günler geçiriyoruz ve her şey
daha da kötü olacak. Bize önderlik etmen gerek. Sanjay’ın yerini bir başkasına
devretme vakti geldi de geçiyor. Eğer şimdi benimle gelirsen, Sanjay ölmez.
Aksi hâlde, içimizden biri onu öldürecek. O zaman, Şirket’in iyiliği için yine
bize liderlik etmek zorunda kalacaksın.”
Bana kalırsa, bu yeni Khaled, adamlara önderlik edebilecek vasıflara sa
hip değildi. Ama kalbinin ritmini Bombay sokaklarının müziğine uyduran
Abdullah bizimle tavan arasında dikilen adamı değil, Khaderbhai’yle dostluk
ları uzun yıllara dayanan eski Khaled’i görüyordu. Şirket adına pek çok güç
savaşından alnının akıyla çıkan o güçlü ve lider ruhlu adamı.
Sanjay Şirketiyle işim bitmişti. Kararım kesindi. Ama yeni Khaled’in in
sanlara boyun eğdirme zevkinin eski Khaled’in tereddütsüz güç kullanabilme
yeteneğine yeni bir tat katacağından emindim.
Suç neyle birleşirse birleşsin ölümcül olur. Bizi cezbeden yanı da budur
zaten. Suç dinle buluştuğunda kurtarıcıların kefareti günahkârların kurban
edilmesiyle ödenir. Khaled’in Abdullah’ın teklifini kabul etmesini hiç istemi
yordum.
“Bir kere daha söylüyorum,” dedi Khaled gülümseyerek. “Olmaz. Ama
dostluğumuzun hatırına teklifimi değerlendirmenizi rica ediyorum. Elimde
altın yumurtlayan bir tavuk var diyorum. Bu maneviyat işleri alıp yürümeden
parsayı toplayalım. Sırf yogadan milyonlar kazanabiliriz.”
“Şirket’i düşünmeye mecbursun,” diye bastırdı Abdullah. “Kaderinin yo
lundan yürümelisin.”
“Bu hiçbir zaman olmayacak,” dedi Khaled belli belirsiz gülümseyerek.
“Yine de beni düşündüğün için sağ ol, kardeşim. Şimdi... Şu hâzineye son bir
kez bakın ve kararınızı vermeden önce güzel bir öğle yemeği yiyelim. Kurt gibi
acıktım.”
“Ben yokum.”
“Yahu, dur. Önce...”
“Khaled,” dedim, “ben haremini görmeden önce de kararımı vermiştim
zaten. Gidiyorum.”
“Yanma yolluk verseydik bari,” dedi kapıyı kilitlerken.
“Hoşça kal, Khaled.”
“Ama senin için hazırlanan yemekleri yememek şanssızlık getirir.”
“Korkarım bu riski almak zorundayım.”
“Ama size Keşmir tatlısı yaptırdım. Şef, müritlerimden. Malzemeleri bula
cağım diye canı çıktı.”
Cevap vermeden yürümeye başladığımda Khaled peşimden koşturdu.
Tarun da her nereden çıktıysa yine yanı başımızda bitmişti.
Hep birlikte verandaya çıktık. Khaled’in nefesi tıkanmıştı. “Madem ısrar
ediyorsun,” dedi.
Beni terli vücuduna bastırarak kucakladı. Abdullah’la el sıkıştılar.
“Yine gelin!” diye seslendi arkamızdan. “Çarşambaları sinema gecesi. Film
seyredip buz gibi sütlaçlarımızı yiyoruz. Perşembeleri dans gecesi. Ben dans
öğreniyorum! İnanabiliyor musunuz?”
Yanında dikilen Tarun hiç durmadan not alıyordu.
Patikanın ilk dönemecinde Karla’ya rastladık. Görünüşe bakılırsa, bizi bek
liyordu. Bir ağaç kütüğüne oturmuş ve bir sigara yakmıştı.
“Demek sen de hacı oldun, Shantaram?” dedi.
“Beni uyarabilirdiniz,” dedim kırgın bir sesle. “Bu adama ne olmuş böyle?”
“Öyle ya da böyle mutlu,” diye mırıldandı Karla. “Hatta mutlu az kalır.”
“Ya siz? Siz Khaled’in yeni hâlinden memnun musunuz?”
İkisi de bana boş boş baktı.
“Hadi ama!”
Bakmaya devam ettiler.
“Tamam,” dedim. “Belki de eski dostumu geri istiyorumdur. Olamaz mı?
Siz onu özlemediniz mi?”
“Khaled burada zaten, Lin,” dedi Abdullah. “Daha yeni görüştük ya?”
“Ama...”
“Nefesini yokuşa sakla,” dedi Karla. “Siz gangsterler hiç çenenizi kapamaz
mısınız?”
İlk mağaralara yaklaştığımızda Karla koşmaya başladı. Dik yamaca geldiği
mizde hâlâ önümüzdeydi.
Ona yetişmek için koştururken gözlerimi vücudunun kıvrımlarında dolaş
tırmadan edemedim.
Do'stlaringiz bilan baham: |