Rahatsız Etmeyin
tabelası asılıdır ama herkes eder.”
“Ben onu rahatsız etmiyorum ki. Sadece merak ediyorum. Biraz önce etim
den et koparırken sen de hayatıma müdahale etmiyor muydun sanki?”
“Ya sen? Ranjit hakkında sordukların?”
“Onunla ne ilgisi var?”
“Bana onu seviyor muyum diye sormadın mı?”
Abdullah kibarca öksürdü.
“En iyisi sizi yalnız bırakayım.”
“Senden gizlimiz saklımız yok, Abdullah,” dedi Karla.
“Ama sen kardeşinden dünyayı gizlemişsin, Abdullah,” diye çıkıştım.
“Khaled’in burada olduğunu neden söylemedin?”
“Hesabını sonra sorarsın,” dedi Karla. “Önce benim soruma cevap ver.”
“Bu muhabbetin neresinde olduğumuzu biliyorsan gel, al beni.”
“Soruma cevap veriyordun.”
“Ne sorusu?”
“Neden?”
“Ne neden?”
“Beni neden seviyorsun?”
“Kahretsin, Karla. Ortak bir dil konuşmamıza rağmen nasıl bu kadar anla
şılmaz olabiliyorsun, hayret doğrusu!”
“Bana on dakika ver bari,” dedi gülerek. “Hatta on beş olsun.”
“Aklından ne geçiyor?”
“Khaled’e geldiğini haber vereceğim. En azından kaçma şansı olsun. Bu
ne kadar önemli biliyorsun değil mi? Herkesin kaçmak için bir şansı olmalı.”
Ovanın kıyısına doğru yürüdü ve dik yokuşu inmeye başladı. On beş da
kikanın geçmesini beklemeye koyuldum. Abdullah gözlerini bana dikmişti.
Neden diye sormadım. Bilmek istemiyordum.
“Belki de haklıdır,” dedi sonunda.
“Sen değil misin?”
“Khaled hayatına kendi gözleriyle değil de seninkilerle bakarsa, kendini kü
çümseyebilir. Hâlbuki güçlü olması gerek.”
“Bana Bombay’da olduğunu bunun için mi söylemedin?”
“Kısmen, evet. Küçük, mutlu dünyasını korumak istedim. O hiçbir zaman
mutlu bir adam olmadı. Bunu hatırlarsın herhâlde?”
Aslına bakılırsa, Khaled benim şu hayatta tanıdığım en suratsız ve en katı
adamdı. Ailesinin bütün üyeleri savaşlarda ve Filistinli Yahudileri Lübnan’a
kadar takip eden temizlik operasyonlarında öldürülmüştü. Nefret ve acıyla o
kadar sarmalanmıştı ki, Hintçe lügatindeki en büyük hakaret, bağışlamak an
lamına gelen
Kshama
sözcüğüydü.
“Hâlâ anlamıyorum, Abdullah.”
“Kardeşimiz Khaled üzerinde büyük bir etkin var,” dedi ciddi bir yüzle.
“Nasıl yani?”
“Senin görüşlerine aşırı değer veriyor. Ve şimdiki hayatını öğrenirsen onun
la ilgili fikrin değişecek.”
“Köprüyü havaya uçurmadan önce neden üzerinden geçmiyoruz?”
“Ama en önemlisi,” dedi Abdullah elini koluma koyarak, “onu kötülükler
den korumak istedim.”
“Ne demek bu? Khaled meclis üyesiydi. Ona kimse dokunamaz ki.”
“Evet ama Khaled liderlikte Sanjay’a rakip olabilecek tek kişiydi. Bu da ona
düşman kazandırabilirdi.”
“Sanjay’ın koltuğuna göz dikerse, evet.”
“Aslına bakarsan, ben de ondan tam olarak bunu yapmasını istedim.”
Abdullah şu hayatta tanıdığım en sadık insandı ve Sanjay’ı tahtından in
dirmek için bir kumpas planlamıştı öyle mi? Emeline ulaşırsa, bir sürü insan
ölecekti. Kardeşlerimiz ölecekti.
“Neden?” diye sordum.
“Khaled’e ihtiyacımız var, Lin kardeş. Teklifimi kabul etmedi ama yine so
racağım. Kabul edene kadar peşini bırakmayacağım. Şimdilik lütfen burada
olduğunu kimseye söyleme.”
Sessiz, İranlı arkadaşımın ilk kez durmadan bu kadar uzun konuştuğunu
duyuyordum.
“Bunların hiçbiri beni ilgilendirmiyor artık,” dedim. “Sana daha önce söy
leyecektim aslında ama fırsat olmadı.”
“Senden çok mu şey istiyorum, Lin kardeş?”
“Hayır, dostum,” dedim ondan usulca bir adım uzaklaşarak. “Çok şey is
temiyorsun ama bunların artık benimle bir ilgisi kalmadı. Bir karar verdim ve
sana söylemek için fırsat kolluyordum. Concannon’la Akreplerin saldırısından
sonra bir türlü yeri gelmedi. Sonra Karla’yı gördüm falan filan. Ama artık za
manı geldi.”
“Ne kararı? Birileri sana planımı mı anlattı?”
“Hayır, Abdullah. Onu ilk kez şimdi senden duydum. Ben kararımı Şimşek
Dilip’in söylediği bir şey üzerine aldım. DaSilva’yla adamlarının sattığı maldan
üç çocuk ölmüş.”
“Ama senin bunda bir suçun yok ki. Benim de yok. Sanjay, Güney
Bombay’da uyuşturucu ve kadın işine gireceğini söylediğinde ikimiz de karşı
çıktık.”
“Dostum,” dedim uzaktaki şehrin üzerinde kümelenen fırtına bulutlarına
bakarak, “sana Şirketten neden ayrılmam gerektiğine dair on tane sebep saya
rım. Ama daha da önemlisi, ben bu işi devam ettirmek için tek bir sebep bile
bulamıyorum. Uzun lafın kısası, ben ayrılıyorum.”
İranlı savaşçı kaşlarını çattı. Gözleri hayali bir savaş meydanında bildiği ve
tanıdığı Lin’i ararken, aklı kalbiyle savaşıyordu.
“Seni aksine ikna etmeme izin verir misin?”
“îyi arkadaşlar birbirlerini doğru bildikleri için ikna etmeye çalışır,
Abdullah. Bunun için izne gerek yok. Ama asıl ben senden müsaade istiyo
rum. Çoktan inancımı yitirdiğim bir konuda boşuna dil dökmeni istemem.
Kararımı verdim, Abdullah. Sanjay Şirketi benim için biteli çok oldu.”
“Sanjay bundan hoşlanmayacak.”
“Bak, onda haklısın,” dedim gülerek. “Ama Şirket’le bir aile bağım yok.
Zaten bir ailem yok. Sanjay bana karşı o en bilindik mafya kartını oynayama
yacak. Hem pasaportlar konusunda ne kadar tecrübeli olduğumu biliyor. Ara
sıra bana ihtiyaç duyacaktır. Sanjay tedbirli bir adam. Seçenekleri olmasından
hoşlanıyor. Beni bir kalemde silip atabileceğini sanmıyorum.”
“Tehlikeli bir tahmin,” dedi alayla.
“Öyle.”
“Onu öldürürsem şansın artar.”
“Bunu sana neden söylüyorum, inan hiç bilmiyorum Abdullah ama sakın
Sanjay’ı benim için öldürme. Anlaştık değil mi? Yoksa bir ay yemek yiyemem.”
“Tamam. Canını alırken bunun sana sağlayacağı faydaları aklıma getirme
yeceğim.”
“Sanjay’ı hiç öldürmesen? Yahu biz neden bunu konuşup duruyoruz? Bu
noktaya nasıl geldik? Ama dur, söyleme. Bilmesem daha iyi.”
Abdullah çenesini sıktı ve birkaç dakika uzaklara baktı.
“Ne yapacaksın?” diye sordu sonra.
“Serbest çalışacağım herhâlde.” Fırtınalı yüzünden geçen gölgeyi izledim.
“Bir süre Didier’yle takılırım diye düşündüm. Yıllardır bana iş teklif ediyor.”
“Çok tehlikeli,” diye mırıldandı.
“Bundan daha mı tehlikeli?” Konuşmak için ağzını açtığında onu sustur
dum. “Boşuna çeneni yorma, dostum.”
“Başka kimseye bahsettin mi?”
“Hayır.”
“Sakın hata yapma, Lin,” dedi birden ciddileşerek. “Bir savaş başlatıyorum
ve onu kazanmak zorundayım, ikimiz de Sanjay’ın liderliğine inanmıyoruz
artık. Tamam, Şirket’le bağlarını kopardın. Ama sessizliğin, bana sadakatinin
güvencesi olacak. Planlarımdan kimseye bahsetmeyeceksin.”
“Keşke bana hiç söylemeseydin, Abdullah. Komplolar insanı zehirler. Ben
de zehirlendim. Sen benim kardeşimsin. Seninle onlar arasında bir tercih yap
mam gerekirse daima seni seçerim. Ama daha fazlasını anlatma. Detayları bil
mek istemiyorum. Kimse sana başka birinin planlarını bilmek kadar acımasız
bir lanet olmadığını söylemedi mi?”
“Teşekkür ederim, Lin,” dedi gülümseyerek. “Bu savaşın kapma dayanma
ması için elimden geleni yapacağım.”
“Benim kıtama bile uğramamasını tercih ederim. Neden illa savaşıyor
sun, dostum? Neden çekip gitmiyorsun? Şirket’ten ayrılırsan her hâlükârda
seninle olurum. Savaşırsan düşmanlarımız kadar dostlarımız da ölecek. Buna
değer mi?”
Yanımdaki taşa yaslandı. Omuzlarımız birbirine değiyordu. İkimiz de or
mana doğru baktık. Sonra Abdullah başını taşa dayayıp sıkıntılı gökyüzüne
baktı.
Onu taklit ettim ve fırtına bulutlarını seyre daldım.
“Ben gidemem, Lin,” dedi derin bir iç çekerek. “Seninle iyi bir ekip olur
duk ama gidemem.”
“Çocuk ne olacak? Tariq?”
“O, Khaderbhai’nin emaneti ve benim sorumluluğumda.”
“Khaderbhai’ye neden borçlu olduğunu bana hiç anlatmadın.”
Yüzü hüzünlü bir gülümsemeyle yumuşadı. Acı bir başarısızlığın sonunda
mutlak bir başarıya ulaşanların gülümsemesiydi bu.
“Khaderbhai hayatımı kurtardı,” dedi. “Genç bir askerdim ve Iraktaki
savaştan kaçıyordum. Bombay’da başım büyük bir belaya girdi. Khaderbhai
araya girdi. Onun gibi kuvvetli bir mafya babasının beni neden kurtardığını
hiçbir zaman anlayamadım. Gururum ve öfkemle ölümü çoktan hak etmişken
hem de.”
Birbirimize yakın durmamıza rağmen sesi sırtımızı dayadığımız büyük taş
ların ötesinden geliyordu sanki.
“Bana meselenin hallolduğunu söylediğinde ona borcumu nasıl ödeyebi
leceğimi sordum. Khaderbhai bana uzun uzun gülümsedi. O hâlini bilirsin.”
“Bazen hâlâ bana öyle gülümsüyormuş gibi geliyor.”
“Sonra kendi bıçağımla bana kanımı akıttırdı ve yeğeni Tariq’ı canım paha
sına korumam için yemin ettirdi.”
“Şeytani anlaşmaların üstadıydı zaten.”
“Ah, evet.” Abdullah’la aynı anda birbirimize döndük. “İşte bu yüzden,
meydanı Sanjay’a bırakıp gidemiyorum. Anlamadığın çok şey var. Sana söyle
yemeyeceğim şeyler. Ama Sanjay bu gidişle hepimizin başını yakacak. Bütün
şehri bile tehlikeye atabilir. Tariq güvende değil. Onu korumak için yapmaya
cağım yok.”
Bir süre birbirimize baktık. Gülümseyerek değil ama barış içinde. Sonunda,
Abdullah sırtını dikleştirdi ve omzuma bir şaplak attı.
“Daha çok silaha ihtiyacın olacak.”
“İki tabancam var.”
“Ben de onu diyorum işte. Daha fazlası lazım. Sen o işi bana bırak.”
“Gerek yok. Bu kadarı yeter.”
“Bana bırak.”
“Daha fazla silaha ihtiyacım yok, Abdullah.”
“Herkesin vardır. Ordular bile yeni silahlara ihtiyaç duyar. Bana bırak de
dim ya.”
“Bak ne diyeceğim? Eğer insanları birkaç günlüğüne uyutabilen bir silah
bulursan bana bir tane al. Bir sürü de cephane isterim. Olur mu?”
Abdullah suratını benimkine yaklaştırıp fısıldadı.
“Güneş doğmadan önce çok yağmur yağacak, Lin. Bu işin şakası yok. Sessiz
kalman önemli çünkü Sanjay bunu öğrenirse hayatın tehlikeye girer. Savaştan
tiksinsen de, hazırlıklı olmalısın.”
“Tamam, Abdullah. Sen nasıl istersen.”
“Gel, Khaled’e gidelim,” dedi.
Peşine takıldım. “Ne o? Küçük, mutlu dünyasını yıkmamdan endişelenmi
yor musunuz artık?”
“Bundan böyle aileden değilsin, Lin kardeş,” dedi usulca. “Fikirlerinin bir
önemi yok. Dolayısıyla kimseyi etkileyemezsin.”
Gözlerinin içine baktım ve oradaydı. Belirli bir gruba mensup insanların
onlardan olmayanlara karşı kayıtsızlığı sinmişti gözlerine. Daha şimdiden sev
gisinin ışığı ve dostluğunun parlak güveni sönüyordu.
Sanjay Şirketi benim için kırık bir aile ocağı gibiydi. Ama şimdi oranın ka
pıları bana sonsuza dek kapanmıştı. Abdullah’ı sevmiştim, fakat sevgi, sadakat
demekti ve o, hâlâ üyelerinin birbirlerine sadakatle bağlı olduğu bir kardeşliğin
içindeydi. Bunun için ona hemen söylememiştim. Karla’nın yumuşak bakışlı
zekâsıyla Concannon’ın çılgınlığı arasında biraz daha sürüklenme isteğim bun
dandı.
Abdullah’ı kaybediyordum. İçinde yaşadığımız dev ağacı ayrılıkla baltalı
yordum. Gözleri bana şimdiden yabancılaşan dostumun peşinden dik yokuş
tan inerken, denizin üzerinden tehditkâr bir gök gürültüsü geldi.
Do'stlaringiz bilan baham: |