■ ■ ■ ■ ■ ■
ALTMIŞ YEDİNCİ BOLUM
I
-A_mritsar’a döndüm ve basamakları birer birer çıktım. Yorgunluğum arzum
dan baskın çıkmıştı bu kez.
“Haklıydın, Jasvvant,” dedim masasının önünden geçerken. “Berbatım.”
Yazı masama oturdum, günlüğümü açtım ve o gece gördüklerimi ve hisset
sol elim polis tutanakları için alınmışçasına düzgün parmak izleri bırakırken,
sağ elim olay mahallini tarif etti.
Siyah mürekkepten alevler sayfaları tutuşturdu. Birinde, bir polisin yüzünü
Daha fazla yazamadığımda elime bir şişe alıp duşa hapishane usulü, tama
men giyinik olarak girdim.
murta ikizi şiddetin ekşi kokusunun sindiği tenimi.
Vuruldular. Öldüler. Yandılar. Öldüler.
Kuru, temiz ve çıplak bir hâlde perdeleri kapadım, bütün kilitlerimi çevir-
sistemime aldırmadan bir müzik açtım ve odada bir aşağı bir yukarı dolaşırken,
kötü de olsa bir ses sistemim olmasına şükrettim.
Bir hücrede yeterince vakit geçirdiğinizde, yürümeyi öğrenirsiniz çünkü
yürümek, kaçmanızı söyleyen iç sesinizi susturur.
Buna cüret etme sakın.
Yürüdüm. Biraz daha içtim. Müzik yükseldi. Ya da bana öyle geldi.
Bir Bob
Marley dalgasıyla daha aydınlık bir kıyıya doğru sürüklendim. Birden Karlanın
“Sen şimdi duş yapmak istersin ama sıcak su yok. Dert etme. Bütün şehir
delirdi zaten. Kimse yadırgamaz seni.”
tiklerimi yazdım. Ellerimden sayfalara küller yağdı. Defterin üzerinde duran
gördüm. Bir başkasında, bir bisiklet dağı. Motosikletlerden neon renkli alevler
yükseldi, intikam kavşaklarından kıvılcımlar.
Biraz içtim. Kirli giysilerimi yıkadım ve yavaş yavaş soyundum.
Sonra biraz
daha içtim. Giysilerimden de pis vücudumu yıkadım. Korkunun ve çift yu-
dim, silahlarımı odanın kolayca erişebileceğim köşelerine dağıttım, kötü ses
gülümsemesini özledim ve bende tek bir fotoğrafı bile olmadığını fark ettim.
Her yeri aradım ama nafile. Esrarlı bir sigaranın yardımı olabileceğini düşün
düm. Esrar varlığından haberinizin bile olmadığı birçok tuhaf şey buldurur
size. Ben mesela ötmeyen ama gayet dost canlısı bir ağustos böceği buldum ve
yoluna gitmesi için usulca balkona bıraktım. Ama Karla’nın fotoğrafı yoktu.
Kafam iyileşmeye başlamıştı. Verimsiz araştırmamdan
sonra defterime bir
soru yazdım.
Karla gerçek mi?
Daha bir sürü şey yazdım. Şiirler...
Düşünce, insanların ve kaderin gözün
den,
diye başladım ve
şu denli güzel olsam, dostlarım olsa
kısmına kadar gelmiş
tim ki, birisi kapıyı yumruklamaya başladı.
Ölülerim için tutturduğum savaş dansına devam ettim ve kapıdaki ses sus
tu. Müziğin gümbürtüsü beni odada oradan oraya savurdu. Sonra yine yazma
ya başladım.
Sayfalarca Nazeer’i yazdım. Kalp gidenleri hiç unutmaz ama yaşarken nasıl
göründükleri hafızanızdan silinir zamanla. Nazeer’i hatırası solmadan yazmak
istiyordum. Yırtıcı bir hayvanın bakışlarına sahip gözlerini. Gezegenin en tepe
sinden bakan ve mağaralarında nadiren şefkat ışıklarının yandığı, o dağ gözleri.
Suratını buruşturduğunda, yüzündeki çizgilerin arasına gizlenen muzipliği
yazdım. Güneşin altında
dursa bile, hazin sonu ta en baştan beri oraya kazın
mışçasına, yüzünün hep gölgede kalışını.
Ellerini yazdım. İşçilikle geçen ilk yıllarının damgasını taşıyan Komodo ej
deri pençelerini. Onlardaki çizgileri, eklem yerlerindeki halkaları. Bazıları bir
bıçak yarası kadar derindi çizgilerinin.
Ve Tariq’ı yazdım. Ne zaman olduğundan başka biri gibi davranmaya kal
kışsa, dudağının üzerinde beliren minik, şeffaf ter damlacıklarını. Hayat hiç
bitmeyen bir çay seremonisiymişçesine, katiyetle hareket edişini.
Nasıl yakışıklı olduğunu yazdım. O toy delikanlının içinden çıkmaya hazırla
nan yağız genç adamı. Onu gören her kızın en az iki kez aklından geçireceği bi
çimli yüz hatlarını ve tanıştığı her erkeğe meydan okuyabilecek kartal bakışlarını.
Belki de yıllarca yaşayacak kelimelerle onu ve Nazeer’i yazmaya, saklamaya
ve korumaya çalıştım.
Bir şey ya da her şey tükenene dek yazdım. Sonunda kelimeler ve düşün
celer sustu, sadece hisler kaldı. İçindeki okyanusun soğuk derinliklerinde ya
payalnız atan bir kalptim artık. Uyudum ve rüyamda Karla’yı gördüm. Beni
yanan bir evden çıkarıyordu, tenimi tutuşturan öpücüklerle.