ALTMIŞ DOKUZUNCU
BÖLÜM
Dominic gözden kaybolduğunda, Randall arabadan inip Vinson’ın kapısını
açmaya koştu. Ama daha kapıya erişemeden sokaktan gelen bir sesle irkildik.
“Seni uyarmıştım,” dedi Madam Zhou. “Kavita Singh’den uzak dura
caktın.”
Gorilleri ikizler ve asitçiler usulca gölgelerden sıyrıldı. Cevap verecektim ki
Randall yanıma geldi.
“İzin verir misiniz?” diye sordu usulca.
Beş sapkın zihni de aynı anda izlemeye çalışarak “Bunun seninle bir ilgisi
yok, Randall,” dedim. “Madam Zhou bu sokakta gösteri yapmayı âdet edindi.
Nedense ben de hep onur konuğuyum.”
Madam Zhou güldü.
“Lütfen,” dedi Randall. “Konuşmak istiyorum. Ne zamandır bekliyordum.”
O kadar ciddiydi ki mecburen sustum.
“İzin verirseniz, size kendimi takdim edeyim,” dedi Madam Zhou’ya. “Ben,
Randall Soares. Rahatsız ettiğiniz hanımın dostlarından biriyim ve eğer onun
kılına zarar gelirse, hem sizi, hem de evcil hayvanlarınızı acımadan öldürürüm.
Bu size ilk ve son uyarım. Onu rahat bırakın, Madam.”
Cesurdu doğrusu. Benden daha açıksözlüydü çünkü ben Madam Zhou’nun
intikam sevdasını biliyordum. Randall’ın bir ailesi olmadığım umdum.
Randall’ın eli ceketinin cebindeydi. Asitçilerin elleri de kendi ceplerindeydi.
Benim ellerim bıçaklarımdaydı. Madam Zhou yine gölgelerin arasına çekildi.
“Randall Soares,” diye tısladı çıngıraklı bir yılan gibi. “Randall Soares.”
Evcil hayvanları da usulca gözden kayboldu ve sokak yine sessizliğe gö
müldü.
“Tanıdığın bütün Soares’leri ara,” dedim. “Bu kadının kindarlığını bilmez
sin sen.”
“Kimsem yok,” dedi Randall. “Doğduğum gün yetimhaneye terk edil
mişim. Beni evlat edinen de olmadı. Yetimhaneden on altı yaşında çıktım.
Madam Zhou, olmayan aileme zarar veremez.”
“Onları öldürür müydün gerçekten?”
“Siz yapmaz mıydınız?”
“işin o noktaya varmamasını tercih ederim. Asker miydin?”
“Denizci. Hindistan Deniz Kuvvetleri.”
“Vay canına. Kaç yıl sürdü?”
“Altı.”
“Ne oluyor?” diye seslendi Vinson arabadan.
“Merak etmeyin, efendim. Birileri baltayı taşa vurdu hepsi o,” dedi Randall
koşup ona kapıyı açarken.
“Oh be! Dünya varmış!” dedi Vinson gerinerek. “Saatlerdir arabada oturu
yoruz. Çişten çatlıyorum.”
En yakın duvara koştu.
“Biraz medeni ol, Vinson,” diye seslendim. “Orada motorlar var. Yukarı
çıkana kadar bekleyemedin mi?”
Randall arabayı kemerli yolun dibine park etti. Trafiği engellemeyecek ve
gerektiğinde kolayca kaçabileceğimiz en uygun yer orasıydı.
Kapıyı kilitlerken, “Merak etme,” dedim. “Kimse kurcalamaz. Yukarı gel
de uzan biraz.”
“Teşekkür ederim, efendim.”
“Şu efendimi kaldırsak artık? Bana Lin ya da Shantaram de. Ya da kısaca
patron.”
“Teşekkürler, Bay Shantaram,” dedi Goa’nın güneşi kadar ışıltılı bir gülüm
semeyle.
“Yine çişim geldi,” dedi Vinson.
Randall’la onu yukarı taşıdık. Kapıyı yumrukladım.
“Jaswant, aç.”
“Parolayı söyle.”
“Aç şu kapıyı, sersem!” diye bağırdım. Vinson külçe gibi ağırlaşmıştı.
“Lin!” dedi Jasvvant kapının arkasından. “Ne istiyorsun?”
“Siz Pencaplılar hep böyle antika mısınız? Seni türbanınla boğmak istiyo
rum, Jaswant.”
“Kıçımı ye. Ne istiyorsunuz onu söyle.”
Randal’a baktım. Eğleniyor gibi bir hâli vardı. Vinson’ın salyaları koluma
akıyordu. O da eğleniyordu belli ki. Otelimin kilitli kapısına baktım.
“İçeri girebilir miyiz, lütfen, Jasvvant,” dedim sıktığım dişlerimin arasından.
“Elbette. Virüs kapmadığınızdan emin misiniz?”
“Aç şu kapıyı, Jaswant. Yoksa kıracağım.”
Barikattan birkaç parçayı kaldırdığını duydum. Güç bela mobilyaların ara
sından geçtik. Jasvvant kocaman bir heykeli yerine koyarken Vinson’ı işaret etti.
“Bu adam virüs kapmış.”
“Çişim vaaaaar!” diye bağırdı Vinson.
“Altına kaçırıyor mu?” diye sordu Jasvvant şüpheyle.
“Bizi biraz daha lafa tutarsan buraya işeyecek,” dedim.
“Nasıl? Şehirde hiç virüslü gördün mü?”
“Evet, her tarafı zombiler basmış. Bu, Randall.”
“Merhaba, Randall. Ben, Jasvvant. Sokaklar nasıl?”
“Şimdilik sakin,” dedi Randall. “Ama zombilere karşı ihtiyatlı olmamız ko
nusunda size katılıyorum. Yaşayan ölülerden her türlü kurnazlık beklenir.”
“Bravo!” dedi Jasvvant. “Ben de diyorum, anlatamıyorum. Salgın hastalıklar
ve diğer her türlü kargaşa ortamının sonu belli. Hep böyle başlar zaten.”
“Jasvvant,” dedim Vinson’ı dik tutmaya çalışarak. “Gördüğün gibi misafir
lerim var. Bize daha çok erzak lazım.”
Bir kahkaha attı. “Hay canını seveyim. Jasvvant her zamanki gibi emri
nizde.”
Didier’yi odada bulduk. Yanında Oleg, Diva ve Diva kızları Charu’yla Pari
vardı.
Hepsi kostümlüydü. Diva leopar desenli bir tulum giymişti. Didier deri
maskesi dışında gladyatör kostümünü çıkarmıştı ama tütüsüyle tozlukları du
ruyordu. Oleg, Romalı bir senatör kılığındaydı. Benim çarşaflarımdan yapıl
mış bir togayla sandaletler giymişti. Charu’yla Pari minik kulakları ve uzun
kuyruklarıyla kedi kız olmuştu. Charu gri, Pari gece karasıydı.
“Lin!” diye bağırdı Didier. Diva’yla parkelerin üzerine attıkları bir yatağa se
rilmişlerdi. “Âdet olduğu üzere partiye biraz geç gitmeye çalışırken, bir baktık ki
polis yolu kapamış. Biz de buraya döndük. Sonra bütün şehir kapatıldı zaten.”
“Merhaba, Lin,” dedi Diva. “izinsiz gelmemize bozulmadın umarım?”
“Yok canım. Sizi gördüğüme sevindim. Bu...”
“Randall, Bayan Diva,” dedi Randall. “Bu güzel yüzü nerede görsem ta
nırdım.”
“Vay canına,” diye bağrıştı Charu’yla Pari.
“Ben de, Vinson,” dedi Vinson. “Kız arkadaşımı buldum. Bir manastırdaymış.”
“Vay canına!” diye bağrıştı Charu’yla Pari.
Diva arkadaşlarını tanıttı.
“Kız arkadaşım manastırda,” dedi Vinson, Pari’yle el sıkışırken.
“Neden? Beynini ele mi geçirmişler?” diye sordu Pari.
“Ya da amansız bir hastalığın pençesinde mi?” diye atıldı Charu.
“Efendim?” Vinson bacaklarını sıkmış, zıplıyordu. “Şey... benim çok çişim
geldi de.”
Onu banyoya götürüp kapıyı kapadım.
“Perişan görünüyorsun, Shantaram,” dedi Diva ayağa kalkıp kollarını aça
rak. “Gel, sana bir sarılayım.”
Beni kucakladıktan sonra yine yatağa uzandı. Yatağa baktım. Tanıdık gel
mişti. Yatak odasına baktım. Karyolanın yatağı yoktu. Çırılçıplak kalınca tıpkı
bir tabuta benzemişti.
“Yatağını aldık ama dert etmezsin, değil mi, Lin?” diye sordu Didier.
Baktım, benim zombi erzaklarımdan tıkınıyordu. “Buraya tıkılıp kaldığımıza
göre bana en akıllıca çözüm yatağı salona taşımak gibi geldi.”
“Jasvvant!” diye seslendim. “Misafirlerim artıyor. Elinde ne varsa alıyorum.”
“Hani pazarlık?” diye karşılık verdi.
“Ben mi geleyim, Didier’yi mi yollayayım?”
“Tamam, tamam. İstediğini al.”
Jasvvant odaya karton kutular dolusu erzak ve şişelerce su yığdı. Sonra gitti
ve bir gaz ocağıyla geri döndü.
Defterlerimle notlarımı bir kenara itip ocağı kurdu ve tabanca şeklinde,
uzun, pilli çakmakla yaktı. Bir şişeye hapsettiği pervaneleri teker teker serbest
bırakırcasına özenle gazı açtı, kıstı ve yine açtı.
“Vay canına!” diye bağrıştı Charu yla Pari.
Jasvvant yerlere kadar eğilerek selam verdi.
“Bütün lokantalar kapalı,” dedi. “Dışarıdan sipariş veremezsiniz. Mecbur,
kendi yemeğinizi kendiniz pişireceksiniz.”
Odanın kapısında, “Bize daha çok sigara lazım,” dedim.
“Ayarlarız ama ortalık böyleyken pahalıya patlar.”
“Artık ne bulursan. Hepsini alacağım.”
“Yine başladık. Ne laf anlamaz adamsın yahu. Ticaret dünyasının yüzkarasısın.”
“Didier!”
“Tamam, tamam. Birazdan siparişlerini getiririm. Hepsi tünelde.”
“Tünel mi?”
“Evet.”
“Bu otelin altında bir tünel mi var?”
“Pardon da ne bekliyordun? Ben burayı neden aldım? III. Dünya
Savaşı’ndan yalnızca Sihler kurtulacak. Bak, demedi deme.”
“Şu tüneli bana da gösterir misin?”
Gözlerini kıstı.
“Kusura bakma ama o kadarına senin bile paran yetmez.”
“Siktir git, Jaswant.”
“Yok eğer...”
“Siktir git, Jaswant.”
Üsteledi. “Zombiler gelirse başka tabii. Keşke bir lazer silahımız olsaydı.”
“Yeter! Bıktım zombilerden.”
“Hiç eğlenceli değilsin,” dedi odadan çıkarken. “Gaz ocağının bir kullanım
ücreti var elbette. Faturana yansıyacak. Bilesin.”
Karla’yı düşünerek barikata baktım. Sonra yine odamdaki insanlara döndüm.
Oleg kutuları karıştırıyordu. Birkaç tencere ve tava çıkardı.
“Bayağı kullanışlılar.”
“Bir aşçımız olsaydı, evet,” dedi Pari.
Diva gülmeye başladı ve dizlerini karnına çekip yan dönerek kıkırdamaya
devam etti.
“Aşçıya ne gerek var?” dedi Oleg gülümseyerek. “Rus yemeklerini tattınız
mı? Hayır mı? O hâlde, parmaklarınızı yemeye hazır olun.”
“Vay canına,” dedi Charu’yla Pari.
Oleg tişörtleri Moskova’daki ikizlere yollamıştı. Ve Didier’nin kurallarına
göre, sevdiceği Irina bir feromon yolculuğuna çıkana dek üzerine yeni kokular
sindirmekte özgürdü.
Diva kızları ondan hoşlanıyordu. Adamı sevmeyen yoktu ki. Ben bile seviyor
dum. Ama o anda tek düşünebildiğim şehirde bir yerlerde sıkışıp kalan Karla’ydı.
Vinson sendeleyerek banyodan çıktı. “Yardım lazım mı?” diye sordu peltek
bir sesle.
“Hiç tavsiye etmem, Bay Vinson,” dedi Randall. “Bay Oleg’in aşçılık yete
neklerini hepimiz merak ediyoruz. Aman sonra bir tarafınızı filan kesersiniz,
hepimizin tadı kaçar.”
“Adın ne demiştin?” diye sordu Diva başını Didier’nin omzuna yaslayarak.
“Randall, Bayan Diva. Yeniden tanıştığımıza memnun oldum.”
“Yanımıza gelsene,” dedi Diva yatağa vurarak.
“Rica etsem Bay Vinson da bize katılabilir mi? Kendisi şimdilik benim so
rumluluğumda ve bir an evvel yatay pozisyona geçmesi hepimizin hayrına olur
kanaatindeyim.”
“Elbette,” dedi Diva. “Gelsene, Vinson.”
“Teşekkür ederim,” diye homurdandı Vinson ve Randall’ın yardımıyla ya
tağa uzandı. Başının altına yastıklarımdan birini aldı. “Kız arkadaşımın bit
manastırda olduğunu söylemiş miydim? Hâliyle biraz gerginim. Kusuruma
bakmayın olur mu? Beni bıraktı, Tanrı’ya gitti. Tanrı’yla nasıl rekabet ederim?
O çok güçlü. Bizim kız yalan oldu.”
“Vah kuzucuğum,” dedi Diva. “Bu iş sana fena koymuş.”
“Maalesef bize de fena koydu,” diye mırıldandı Randall.
Diva, Didier’nin üzerinden uzanıp elini Randall’ın koluna koydu.
“Karlanın verdiğinin iki katını versem, onu satar miydin, Randall?”
“Bayan Karla için çalışmanın hazzı parayla ölçülemez,” dedi Randall gü
lümseyerek. “Dolayısıyla onu satmak bir yana, işime daha da asılırdım.”
Diva kahkahasının arasında onu hayranlıkla süzdü.
“Bu gece burada hapis kalırsak, birbirimizi daha yakından tanıyacağımız
dan eminim. Bakalım sabaha benim hakkımdaki fikirlerinde bir değişiklik ola
cak mı?”
“Sizin yanınızda geçirdiğim her dakika benim için onurdur, Bayan Diva.”
Ben de kendimi kendimle onurlandırmak için birkaç dakikalığına odama
çekilecektim ki, Diva peşimden geldi. Arkamı döndüğümde yeleğimin yakası
na yapışıp fısıldadı.
“Karla’yla Randall’ın olayı ne?”
“Efendim?”
“Aralarında bir numara varsa, Karla’nın bölgesine girmek istemem. Bilirsin,
onu severim.”
“Karla’nın bölgesi mi?”
“Evet. Karla’yla takılmıyorsa ben bu Randall’a direkt yürüyorum. Adam
resmen yıkılıyor.”
Do'stlaringiz bilan baham: |