ALTMIŞ BESİNCİ BÖLÜM
)
I
Tam kapımı kapıyordum ki, Didier diğer tarafına elini koyarak engelledi
beni.
“Bir sorunum var,” dedi kendini kanepeye atarak.
“Bundan sonra bu kanepeye oturan herkesten saatlik ücret alacağım.
Kendisi benden daha yoğun.”
“Bu gece özel bir parti var.”
“Eee?”
“Bir kıyafet balosu.”
“Didier, cidden yorgunum.”
“Ama kostümcüde sadece iki kıyafet kalmış. Hangisini giyeceğime karar
veremiyorum.”
“Seçenekler ne?”
“Gladyatör ve balerin.”
“Ben burada bir sorun göremiyorum.”
“Dalga geçiyorsun değil mi? Didier’nin iki role de ne kadar uygun olduğu
nu göremiyor olamazsın.”
“Ah, bir an düşünemedim. Hödüklüğümü mazur gör lütfen.”
“Lin, ne olur bir akıl ver. Hangisini seçmeliyim sence?”
Oleg’in kanepesinin enerjisine meydan okumaya karar verdim ve şöyle de
dim: “Bana kalırsa, beline kadar gladyatör ol, belden aşağın balerin olsun. Bir
gladrin.
Nasıl?”
“Müthiş bir fikir! Sağ ol, dostum. Bana en doğru yolu göstereceğinden
emindim.”
Didier merdivenlere koşarken, nihayet kapımı kapatabildim. Derin bir oh
çekmeliydim belki ama ben kapalı kapılardan hiç hoşlanmam. Rüyalarımda
her gece onları yumruklarım. Koltuğuma oturdum ama yazamadım. Bir daki
ka boyunca kilitli kapıya bakmam yetti. Yine bir kafese geri döndüm.
Zincirli bir adama atılan her yumruk, bir isyanı bastırmak için yapılan her
bir iğne ve her bir elektroşok, ileride olacağımız kişilere ve kaderimizin bize
çizdiği yola hakarettir. Zaman bir zar, bir bağdokudur ve çürütülemez. Zaman
bütün yaraları iyileştiremez. Asıl yara zamandır zira. Yalnızca sevgi ve bağışla-
yıcılık iyileştirebilir yaraları.
Nefret daima bir leke bırakır. Ama bazen o nefret sizin değildir. Bazen bir
duvara zincirlisinizdir ve size dayakla dayatılan bir başkasının nefretidir. Başka
bir kalpte yeşermiştir ve unutmak, bir morluğun sararıp kaybolmasından daha
uzun bir zaman alır.
Bir gün, hayatımızı yolda karşılaştığımız sevgi ve inançla yeniden doku
maya başlasak da, unutamadıklarımızın lekesi tenimizde hep kalır. Kapalı bir
kapıya her bakışınızda dün de size bakar.
Bir süre kayboldum. Arkadaşlarımın günlük sıkıntılarından ve sevgiden
bambaşka bir diyara sürüklendim. Bir kilidi çevirdim ve kapının ardında kor
kuyu buldum. Öfkeyi. Bir hapishane isyanım. Yanan bir şapeli. Silahlı gardi
yanları. Bütün bunlara bir gün daha katlan maktansa benimle ölmeyi göze alan
adamları. Tıpkı o duvarda dikilirken, benim de ölümü göze aldığım gibi.
Evren öldüğünde zaman da ölecek bizler gibi ve yeniden doğacak. Zaman
da canlı zira, tıpkı bizler gibi. Doğuyor, yaşıyor ve ölüyor. Zamanın bir nabzı
var ama kendimizi ona ne kadar feda edersek edelim, bizim kalp atışlarımıza
dönüşmüyor asla. Bizim zamana ihtiyacımız yok. Onun bize var. Zaman bile
bir yoldaş arıyor aslında.
Kapıya yüz çevirdim ve Karla’nın tarlalarına koştum. Karla’nın gölleri
ne. Karlanın kıyılarına ve ağaçlarına. Karlanın bulutlarına ve önüne çıkanı
kasıp kavuran fırtınalarına. İşte o zaman, Karla’yı yazdım. Onu ve zamanı.
Tehlikedeki aşkım için satırlarla mücadele ettim.
İşe yaramadı. Ama defteri kaparken o sayfayı işaretledim. En iyi hikâyelerin
bazıları henüz olgunlaşmayanlardan çıkar çünkü.
Balkona çıkıp Didier’nin esrarlı sigaralarından bir tane yaktım.
Kavşak sakindi bugün. Araba sinekleri yuvalarına dönmüştü. Karaborsa
bankalarıma günün son ziyaretini yapmam gerekti. Sonra da Naveen’le
Benicia’nın yarışını izleyecektim. Ama üzerimde öyle bir uyuşukluk vardı ki,
parmağımı bile oynatmak istemiyordum.
Karla, Didier, Naveen, Diva, Vinson, Zodyak George’lar, Kavita. Neler
döndüğünü anlayamıyordum. Hayatımızda o kadar çok değişiklik vardı ki.
Her şey askıdaydı. Ben ise göremediğim bir duvarın diğer tarafındaydım.
Etrafım o kadar dağınıktı ki, kaybolmuştum. Bütün akşamı başkalarına ver
diğim tavsiyelerle geçirdikten sonra kendime hayrım dokunmuyordu hâliyle.
Dolayısıyla sadece sezgilerimi dinlemeye karar verdim. Kararı Karla verecekti.
Ya benimle başka bir yerde yeni bir hayatı seçecekti ya da bensiz Ada Şehri’nde
yaşamaya devam edecekti.
Karla, Bombay’da her ne yapıyorsa, benimle hiçbir ilgisi yoktu. Beni dış-
lamamalıydı hâlbuki. Planına dâhil etmeliydi. Benimle gelmezse, önden gidip
başka bir yerde beklemeye de razıydım. Karlanın yarışa geleceğinden emin
dim. Onunla orada konuşacaktım. Belki de bir veda konuşması olacaktı bu.
Hayatınızın tek planı bir şehirden en kısa yoldan kaçmaksa, kalbiniz ger
çeği hak ettiğinden uzun bir süre beklediyse ve ruhunuz yeni bir şarkının özle
mine düştüyse, kader bazen ağlarını o kadar sıkı örer ki, size yalnızca ortasında
debelenmek düşer.
Arabalar iki yanımdan ölümcül bir hızla geçiyordu. Hussein’in adamlarını
ve Akrepleri farklı yönlere doğru ilerlerken gördüm. Bir motosikletli yaklaşı
yordu. Motorunun gidonları yüksekti. Onu iki blok öteden tamdım. Ravi’ydi.
Durup el salladım.
“Ne oldu?”
“Khaderbhai’nin evinde yangın çıkmış,” dedi yanıma çekerek.
“Malikânede mi?”
“Evet.”
“Nazeer iyi mi? Tariq?”
“Kimse bilmiyor. Camiyi kurtarmaya çalışıyorlar. Yalnızca motorlar girebi
liyor. Mohammed Ali Yolundan itibaren trafik tıkanmış. Bu gece sokaklardan
uzak dur, Lin.”
Khaderbhai’nin malikânesi yanıyordu.
İmparator koltuğundaki oğlan gözümün önüne geldi. Başını yana eğip
alnını eline dayayışı. Yüzü şafak dualarıyla aydınlanan AfganistanlI dostum
Nazeer’i düşündüm sonra.
Sonra göğsümden bir parça sökülüp alındı. Artık benim olmayan bir şey.
Bir bağ koptu kopacak kadar inceldi. Sevginin ellerimden kaydığını hissettim.
Keder bir damarı kesmişti sanki ve sevgim kontrolsüzce akıyordu. O an hepi
miz için çok korktum.
Ravi gazladığında hiç düşünmeden peşine takıldım.
O yıllarda bazen ölüm, yaşama arzum kadar gür bir sesle çağırırdı beni. Ve
bazen kalp gemisinin korku direğine tırmanıp kollarımı fırtınaya doğru açtım
mı, tüm dünya birleşse durduramazdı beni.
I^avi hızlıydı ama ben de ondan geri kalmıyordum. Mohammed Ali
Yolunun ilk kilometrelerinde kayarcasına ilerledik. Ama sonra trafik sıkıştı.
Bir araba, kamyon ve otobüs duvarı çıktı karşımıza. Hepsi de kontaklarını
kapamıştı.
Tek çare, araç dolu yolda yürüyecek yer bulamayan yayaların kullandığı
patikalardı. Ravi neyse ki bir şey söylememe gerek kalmadan öne geçti ve mo
toruyla kalabalığı yarmaya başladı. İnsanlara zarar vermeden, yürüyüş hızında
ilerliyor ve tek bir kelime mırıldanıyordu.
Do'stlaringiz bilan baham: |