i*
46 ■ Gregory David Roberts
uzun saçlı Iranlı, benim Şirket’teki ilk ve en yakın arkadaşımdı. Dolayısıyla
0
h,
verdiğim sözün ötesinde bir bağlılığım vardı.
Gangsterler birbirlerine güven ve ölümle bağlıdır. Sanjay Şirketi’ndeki M
bir adam ruhlarının kendilerine has bir tanrıya emanet olduğuna inanır. Hep
s
bir cinayetten önce ve sonra dua edecek kadar inançlıdır. Abdullah da onlarda:
farklı değildi. Son derece inançlı bir adamdı ama iş öldürmeye gelince merha
met nedir bilmezdi.
Bana gelince, hâlâ inananların kitaplarında bulduğum mısraların, yemi:
rin ve hürmetin ötesinde bir arayıştaydım. Ben kendimdeki her şeyden şüpht
ederken Abdullah da bir o kadar emindi. Bombay semalarında gezen en güçlii
kartal kadar yenilmez olduğuna inanırdı.
Onunla taban tabana zıttık. Birini ya da bir şeyi nasıl seveceğimiz konu
sunda seçtiğimiz
yollardan, kavgalardaki sezgilerimize kadar farklıydık. Ama
dostluk da bir inanç. Özellikle de başka fazla bir şeye inanmayan bizim gibiler
için. Hem bırakın onu bunu, adamı ne zaman görsem içim açılıyor, yüreğim
kuş olup uçuyordu. Bu da yeterdi zaten.
Akan trafikte Abdullah’ı izledim. Bir fırsatım bulduğumda ona yetişmeyi
planlıyordum. Selede dimdik oturmasına ve motorla bedeninin bir parça
sıymışçasına bütünleşmesine oldum olası hayrandım. Hani bazıları anasının
karnından eyerde doğmuş gibi ata biner ya? Bence aynısı motor için de ge-
çerliydi.
Abdullah’ın yanındaki
iki adam, Fardeen’le Hussein de usta sürücülerdi.
Çocukluklarında aynı yollarda babalarının arkasına binerek büyümüşlerdi.
Ama Iranlı dostumun bir kuşun havada süzülüşünü andıran zarafetinin kıyı
sından bile geçemiyorlardı.
Abdullah’ın yanı boşalır gibi olduğunda hızımı artırdım. Bana bakmak için
başını çevirdi. Ciddi yüzünde içten bir gülümseme belirdi ve arkadaşlarıyla
birlikte kenara çekti.
Ona yakın durdum ve motorların üzerinde kucaklaştık.
“
Selamünaleyküm"
diye selamladı beni.
“
Ve aleykümselam ve Rahmetullahü ve Berekatühü
.” Allah’ın rahmeti ve be
reketi üzerine olsun.
Fardeen’le Hussein de tokalaşmak için ellerini uzattı.
“Toplantıya gidiyorsun diye duydum,” dedi Abdullah.
“Evet. Nazeer aradı. Senin de orada olacağını düşündüm.”
“Yoldaydım zaten.”
“Yolu uzatmışsın ama,” dedim çünkü ters istikamete doğru ilerliyordu.
DAĞ GÖLGESİ ■ 47
“Önce bir işim var. Fazla sürmez. Bizimle gel. Buradan çok uzak değil. Sana
da değişiklik olur.”
“Tamam. Nereye gidiyoruz?”
“Katil Motorları görmeye. Şirket meselesi.”
Katil Motorların inini hiç ziyaret etmemiştim. Haklarında fazla bir bilgim
de yoktu. Ama Bombay’ın yeraltı dünyasıyla alakalı herkes gibi adamlarından
ikisinin adını biliyordum. Baş katillerinin. Sayıca dördümüzden üstün olduk
larını da biliyordum. Her birimize altı yedi adam düşecekti.
Abdullah motorunu çalıştırıp bizi bekledi. Dakikalar sonra yeniden trafiğe
karıştık. Dostum dimdik sırtı ve mağrurca havaya diktiği çenesiyle önümüze
geçti.
L
İVatil Motorlardan bazılarını Hırsızlar Çarşısı’nın sokaklarında görmüşt"
Özenle parlattıkları motorlarıyla ölümcül bir hızla geçip gitmişlerdi yanımdan.
Çok gençlerdi.
Banyan
denen ve vücutlarına yapışan parlak renkli atletL
boru paça kotlar ve son moda spor pabuçlar vazgeçilmezleriydi.
Yüzlerinde onları kem gözlerden koruyacak kast dövmeleri vardı. Parfümlü
yağlarla saçlarını inek yalamış gibi yapıştırıyorlar ve motorları
kadar parl
pilot modeli güneş gözlükleri takıyorlardı.
Herkes azılı suçlular oldukları konusunda hemfikirdi. Bombay’ın suç dün
yasında hemen öne çıkıyorlardı. Belki de paranın satın alabileceği en mahi'
bıçak ustalarıydılar. Koca şehirde onları bu konuda alt edebilecek tek bir ada
vardı. Sanyaj’ın bıçak ustası Hathoda.
Şehrin dar sokaklarında bir süre yol aldıktan sonra bir çarşının kargaşası
daldık. Motorlarımızı Ayurvedik ilaçlar ve küçük, ipek keselerde insanı kısmet
bağlayıcı büyülere karşı koruyan gizli otlar satan bir dükkânın önüne park et
tik. Şu keselerden bir tane de ben almak istedim ama Abdullah izin vermedi.
“Bir erkeği önce Allah, sonra şerefi ve işi korur,” diye homurdandı kolunu
omzuma atarak. “Uç beş tılsıma kaldıysan işin iş.”
Dükkâna daha sonra yalnız gelmeyi aklıma koyup adımlarımı arkadaşımın-
kilere uydurdum.
Öyle dar bir sokağa girdik ki, omuzlarımız duvarlara çarpıyordu. Yürüdükçe
binalar üzerimize kapandı. Sokak hepten loşlaştı.
Abdullah bizi BellaVista
Kuleleri adında, güçlükle fark edilen bir kemerin altından geçirdi.
Kemerin ötesinde, bizi üzerleri kapalı, dar sokaklar karşıladı. Bir noktada
özel bir mülkün tam ortasından geçiyor gibi görünüyorlardı. Ev sahibi orta
yaşı biraz geçkin bir adamdı. Rahat bir koltuğa kurulmuş, gazete okuyordu.
Numaralı güneş gözlüğünü burnunun ucuna kadar indirmişti. Üzerinde eski
bir
banyan
vardı. Biz salonundan geçerken kafasını bile kaldırmadı.
Daha da
karanlık bir sokağa sapıp ucuna kadar yürüdük. Köşeyi döndüğümüzde kendi
mizi geniş ve aydınlık bir avluda bulduk.
Burayı duymuştum. Adına
Do'stlaringiz bilan baham: