İkinci Meşale
Burada da namaz hususunda namaz adabının bir bölümü zikredilecektir ve bu konu da birkaç bölüm halindedir:
Birinci Bölüm
Bil ki, bu ruhani yolculukta ve ilahi miracda bir takım dereceler ve mertebeler vardır ki bu kitapla uyumlu olarak onlardan bazısına işaret etmekle yetineceğiz.
Birincisi kâri’nin (Kur’an okuyan kimsenin) sadece kıraat tecvidi ve ifade güzellikleri dışında bir şeyle ilgilenmemesi ve sadece teklifi eda etmek ve görevini yapmak için kelimeleri telaffuz etmek ve harflerin mahreçlerini doğru bir biçimde çıkarmak için çaba harcamasıdır. Böyle kimseler için teklifler bir külfet ve zahmettir. Bunların kalbi bezgin ve batınları Kur’an’dan sapmış bulunmaktadır. Bunlar için, Kur’an’ı terk eden kimsenin cezasından kurtulma dışında, ibadetten bir nasipleri yoktur, meğer ki gaybî hazinelerin bir ihsanı olsun ve böylece de bu virtleri sebebiyle ihsan ve nimete mazhar olsunlar. Bu grup kimselerin, bazen, dilleri Hakk’ı zikretmekle meşgul, kalpleri ise ondan tümüyle uzak ve beridir. Dünyevi kesrete ve mülki meşgalelere bağlıdır. Hakikatte bu grup, zahiren namazda, batınen ve hakikaten ise dünya ve dünyevi istek ve şehvetlerle meşguldür. Bazen de kalpleri namazın zahirini düzeltmeyi düşünmekle uğraşmaktadır. Bu durumda bunlar, kalp ve dilleriyle zahiri namaz içindedir ve bu suret onlardan makbul ve beğenilmiştir.
İkinci grup ise bu had ile kani olmayan, namazı, Hakk’ı tezekkür vesilesi bilen ve kıraati, Allah’a hamd ve senada bulunma olarak düşünen kimselerdir. Bu grubun da zikredilmesi uzun sürecek olan bir çok mertebeleri vardır. Belki şu hadis-i kudsi de bu gruba işaret etmektedir: “Namazı kendimle kulum arasında bölüştürdüm; yarısı benim, yarısı ise kulumundur.
Kul, “Bismillahirrahmanirrahim” deyince, Allah şöyle der: “Kulum beni zikretti.” Kul, “Elhamdülillah” deyince de Allah şöyle der: “Kulum bana hamdetti ve senada bulundu” ve bu, “semiallahu limen hemide” sözünün anlamıdır. Kul, “errahmanirrahim” deyince Allah, “Kulum beni ululadı” der. Kul, “Maliki yevmiddin” deyince de şöyle der: “Kulum beni azametli bildi.” (bir rivayette ise şöyle yer almıştır: ) “Kul, işlerini bana havale etti.” Kul, “İyyake ne’budu ve iyyake nestein” deyince de Allah şöyle der: “Bu benimle kulum arasındadır.” Kul, “İhdinas sıratel mustakim” deyince Allah şöyle der: “Bu kulum içindir ve kulum ne isterse onundur”1
Namaz, bu hadis-i şerif esasınca Allah ile kul arasında bölüştürüldüğü için, kul; mevlanın Hakk’ı olduğu kadarıyla, Hakk’ın huzurunda kıyam etmeli ve bu hadiste yer aldığı üzere ubudiyet edebini yerine getirmelidir ki şanı yüce Allah da ona rububiyet lütuflarıyla davransın. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Ahdime vefa edin ki ben de ahdinize vefa edeyim.”2 Allah-u Teala kıraatte ubudiyet adabını dört esasa ayırmıştır:
Birinci esası tezekkürdür ve bu tezekkür “bismillahirrahmanirrahim” cümlesinde hasıl olmalıdır. Böylece seyr-ü sülûkta bulunan kul, tahakkuk yurduna, müsemmada fani olan isim nazarıyla bakmalıdır ve kalbini, mümkünatın tüm zerresinde Hakk’ı dilemeye ve Hakk’ı istemeye alıştırmalıdır. Fıtrat zatının mayasında kayıtlı olan isimleri öğrenmeyi, neşetin kapsamlılığı ve Allah’ın en büyük adının zuhuru gereğince –Nitekim Allah-u Teala’nın şu sözünde buna işaret edilmiştir: “Adem’e tüm isimleri öğretti”3- fiiliyet ve zuhur mertebesine çıkarmalıdır. Bu makam ise Hak ile halvet etmek ve ilahi işlerde çok tezekkür ve tefekkürde bulunmakla hasıl olur. Böylece kulun kalbi hakkani olur ve tüm vücudunda Hakk’tan başka bir ismin olmadığı bir yere ulaşır. Bu da uluhiyette fenanın bir mertebesidir. İnkarcı, katı ve tersine dönmüş kalpler, yaptığımız bu açıklama esasınca onu asla inkar edemezler; meğer ki inkarları, iblisî bir inkar olsun! Böyle kalplerin ise Allah korusun Hakk’ın isim ve zikirlerinden doğal bir nefretleri vardır. Eğer ilahi marifetlerden bir söz veya Allah’ın isimlerinden bir zikir söz konusu edilirse, sıkılır ve karın ve cinsel organlarının şehvetleri dışında hiçbir şeye göz açmazlar. Bu gruptaki kimseler peygamberler ve evliyalar için (a.s) de, cismani makamlardan ve hayvani isteklerin temin edildiği cismani cennetten başka bir şeye inanmazlar. Bunlar uhrevi makamların büyüklüğünü de dünyevi büyüklükler gibi geniş bağlar, akan nehirler, huriler, hizmetçiler ve sarayların çokluğuyla mukayese ederler. Eğer aşk, muhabbet ve ilahi cezbeden söz edilecek olursa, çirkin laflarla sahibine saldırır, adeta kendilerine kötü söz söylenmiş gibi, onu telafi etmeye çalışırlar. Bunlar; insanî yolun engeli, marifatullah yolunun dikeni ve insanı kandıran şeytandırlar. Grup grup Allah’ın kullarını Hakk’tan, isimlerden, sıfatlardan, zikrinden ve yadından alıkoyar ve hayvani hedeflere, karın ve cinsel organlarının şehvetlerine yöneltirler. Bunlar, şeytanın memurlarıdırlar. “Onlar için senin doğru yolunun üzerinde oturacağım”1 ayeti gereğince, ilahi doğru yolun üzerine oturur, hiç kimsenin hakkıyla ünsiyet etmesine izin vermez ve hayvani şehvetlere bağlılık zulmetinden sayılan hurilere ve köşklere ilgiden kurtulmasına müsaade etmezler. Bunlar peygamberlerin ve Ehl-i Beyt’in (a.s) dualarından, onların da hurileri ve köşkleri istediklerine dair bir takım deliller de ortaya koyabilirler. Bunlar, muhabbet ve inayetin alameti olan mahbubun bağışına ve yüceliğine bakışı ifade eden Allah’ın kerametini sevmek ile hayvani şehvetin mayasında bulunan huri, köşk ve benzeri şeylerin sevgisini birbirinden ayırt etmemek hatasına düşmüşlerdir. Oysa Allah’ın kerametini sevmek, Allah’ı sevmektir ki buna bağımlı olarak keramet ve inayete de sirayet etmektedir. “Bütün aleme aşığım ki, bütün alem O’ndandır. Yemyeşil dünyayı O’ndan olduğu için severim ve bütün aleme O’ndan olduğum için aşığım.” (Sa’di)
“Sevgilinin yurdunun sevgisi kalbimi sevindirmemiştir.
Do'stlaringiz bilan baham: |