Lakin orada yaşayanın sevgisi kalbimi sevindirmiştir.”1
Yoksa Ali b. Ebi Talib’in (a.s) huri ve köşklerle ne işi vardır? O hazretin nefsani istekler ve hayvani şehvetlerle ne münasebeti vardır? İbadeti hürlerin ibadeti olan bir kimsenin, mükafatı da tüccarların mükafatı olmayacaktır. Kalemin dizginleri yine koptu ve konudan uzak düştüm.
Özetle kendini, ilahi tedvin (yazılmış) ve tekvin (yaratılmış) kitabının ilahi isimlerini ve ayetlerini kıraat etmeye alıştıran kimsenin kalbi, yavaş yavaş zikir ve ayet suretine dönüşür, zatının batını Allah’ın ismini ve Allah’ın ayetini tahakkuk ettirir. Nitekim “zikir” kelimesi Resul-i Ekrem ve Ali b. Ebi Talib (a.s) olarak ve Esma-i Hüsna (Allah’ın güzel isimleri) ile ilahi ayetler de Hidayet İmamları diye tefsir ve tatbik edilmiştir. Onlar; Allah’ın ayetleri, güzel isimleri ve Allah’ın zikridirler. Zikir, makamı beyan edilmesi ve yazılması mümkün olmayan büyük ve yüce bir makamdır. Marifet ve ilahi cezbe ehli ile muhabbet ve aşk ashabı için şu ilahi ayet-i şerife yeterlidir: “O halde beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim.”2
Hakeza Allah-u Teala Musa’ya şöyle buyurmuştur: “Ey Musa! Ben, beni zikredenin arkadaşıyım.”3 Hakeza Kafi’de yer alan bir rivayette de Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’ı çok zikrederse, Allah da onu çok sever.”4
Vesail de kendi senediyle İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Ey Ademoğlu! Nefsinde beni zikret ki, ben de nefsimde seni zikredeyim. Ey Ademoğlu! Halvette beni zikret ki, ben de seni halvette zikredeyim. Ey Ademoğlu! Beni açıkta zikret ki ben de senin açığından daha hayırlı olan bir açıkta seni zikredeyim.” İmam Sadık (a.s) daha sonra şöyle buyurmuştur: “Kul, bir topluluğun içinde Allah’ı zikrederse, Allah da onu meleklerden bir topluluğun içinde zikreder.”1
İkinci esas ise Allah’a hamdetmektir ve bu da namaz kılan kimsenin “elhamdülillahi rabbil alemin” sözünde hasıl olur.
Bil ki, namaz kılan kimse; zikir makamına erişir, kainatın tüm zerrelerini, düşük ve küçük varlıkları ilahi isimler olarak görür, bağımsızlık boyutunu kalbinden dışarı çıkarır, gayb ve şuhud alemindeki varlıklara gölge gözüyle bakacak olursa, onun için hamdetme makamı hasıl olur ve kalbi bütün övgülerin Zat-i Ehedi’ye mahsus olduğunu ve diğer varlıkların bunda bir payının olmadığını itiraf eder. Zira bu varlıkların kendiliğinden bir kemali yoktur ki, onlar için bir hamd ve övgü vaki olsun. İnşallah, bu mübarek surenin tefsirinde bu ilahi latifenin detaylı bir açıklaması gelecektir.
Kıraatte ubudiyetin üçüncü esası ise ta’zimdir. (Allah’ı ululamaktır) ve bu da “er-Rahman’ir-Rahim” diye söylemekle hasıl olur. Allah’a doğru seyr-u sülûk eden kul hamdetme esasında, övgüleri Hak Teala’ya mahsus kıldığı ve vücud kesretlerinden kemal ve övgüyü kaldırdığı zaman vahdet ufkuna yaklaşır, kesreti görme gözü yavaş yavaş körelir, vücudun genişliği olan rahmaniyet sureti ile vücud kemalinin genişliği olan rahimiyet sureti, kalbinde tecelli eder, Hakk’ı kesretin içinde yok olduğu muhit ve cami’ isimleriyle nitelendirir.
Böylece kemalî cilve vasıtasıyla, cemalden hasıl olan bir heybet kalbte hasıl olur ve sonra da Hakk’ın azameti kalbine yerleşir.
Bu hal yer edince de kul dördüncü esasa intikal eder ve o da temcidin (Allah’ı ululamanın) hakikati olan takdisdir. Başka bir ifadeyle işlerini Allah’a tefviz (havale) etmektir. Bu ise Hakk’ın malikiyet ve kahiriyet makamını görmek, kalp kâbesindeki putları kırıp, kesret tozlarını dökmek, kâlp evinin malikinin zuhuru ve şeytani engel olmaksızın kalbi hakimiyeti altına almaktır. Bu halde kul halvet makamına ulaşır, böylece kul ile Allah arasında hiçbir örtü kalmaz. “İyyake ne’budu ve iyyake nestein” ifadesi, o özel halvette ve ünsiyet topluluğunda vaki olur. İşte bu yüzden Allah şöyle buyurmuştur: “Bu benimle kulum arasındadır.” Ezeli inayete mazhar olup, onu kendisine getirdiğinde de bu makamda istikamet göstermeyi ve “ihdinassıratel-müstakim” sözüyle Allah’ın kalbe yerleşmesini diler. İşte bu yüzden “ihdina” kelimesi “elzimna, edimna ve sebbetna” diye tefsir edilmiştir. Bu da hicaptan dışarı çıkan ve ezeli hedefe ulaşan kimseler içindir. Hicap ve örtü ehli olan bizim gibi kimseler ise hidayeti kendi anlamıyla Allah-u Teala’dan dilemelidir. Belki de inşallah-u Teala bunun devamı mübarek Hamd suresinin tefsirinde gelecektir.
Do'stlaringiz bilan baham: |