Sonuç
Faydayı tamamlamak ve Ehl-i Beyt’in sözünden teberrük elde etmek için bazı rivayet-i şerifeleri tercüme etme hakkındadır.
Kafi-i Şerif’te Sa’d senediyle İmam Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Ey Sa’d Kur’an’ı öğreniniz. Zira Kur’an kıyamet günü en iyi suretlerde gelir.” İmam daha sonra şu anlama yakın söz buyurmuştur: “Mümin, şehit ve peygamberlerden olan yaratıkların saflarından ve Allah’ın meleklerinin saflarından geçer, onların tümü de, “Bu bizden daha nuranidir” der. Sonra Peygamber onu tanıtır…”1 Hakeza İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Allah-u Teala ilkleri ve sonları bir araya getirmek isteyince, onlar aniden önden gelen birini görürler ki asla ondan daha iyi bir yüz görülmemiştir.”2 Bu anlama yakın hadisler çoktur ve marifet ehlinin sözleri, bunun apaçık delilidir ve onların da dediği gibi bu alemdeki varlıkların ahirette de uhrevi yüzleri vardır.
Bu bölümdeki hadislerden amellerin uhrevi sureti de istifade edilmektedir. Kafi-i Şerif kitabı kendi senediyle İmam Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben, Allah’ın kitabı ve Ehl-i Beyt’im aziz ve Cebbar olan Allah’ın huzuruna varan ilk kimseleriz. Bizden sonra ümmetim gelir ve o zaman onlara Allah’ın kitabına ve Ehl-i Beyt’ime nasıl davrandıklarını sorarım.” 3
Başka bir hadiste de yer aldığına göre, aziz ve celil olan Cebbar Allah Kur’an’a şöyle buyurur: “İzzet, celal ve makamımın yüceliğine andolsun ki sana ikram eden kimseye mutlaka ikram edeceğim ve seni küçümseyen kimseyi küçümseyeceğim.”4
Bilmek gerekir ki eğer, Kur’an öğretileri ve hükümlerini ihya etmeyi, Kur’an ile amel etmek ve hakikatini gerçekleştirmek ile ihya etmediğimiz taktirde, o gün Resulullah’a cevap veremeyiz. Kur’an’ın davetlerini ve hedeflerini gözardı etmekten daha büyük bir ihanet düşünülebilir mi? Kur’an’a ve ismet Ehl-i Beyt’i olan Peygamber’in Ehl-i Beyt’ine ikram, sadece Kur’an’ın kabını ve Ehl-i Beyt’in mutahhar türbelerini öpmekle değildir. Bu, ihtiram ve ikramın çok zayıf bir mertebesidir. Eğer Kur’an’ın emirleri ve buyruklarıyla amel edersek makbuldur. Aksi taktirde bu bir alaya alma ve oyuncak haline gelir. Nitekim hadis-i şeriflerde de Kur’an okuyan kimseye, Kur’an ile amel etmemesi karşısında çok sert uyarılarda bulunulmuştur. Şeyh Seduk’un (r.a) İkab’ul-A’mal kitabında kendi senediyle Resulullah’ın (s.a.a) bir hadiste şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Herkim Kur’an’ı öğrenir ve onunla amel etmezse, dünya sevgisi ve ziynetini ona tercih ederse, onun şiddetli azabına mazhar olur, Allah’ın kitabını arkalarına atan Yahudi ve Hıristiyanlarla aynı konumda bulunur. Herkim de Kur’an okur, bununla riyada1 bulunur ve dünyaya ulaşmayı irade ederse yüzünde etsiz bir kemiğin olduğu halde Allah’ı mülakat eder, Kur’an ateşe girmesi için arkasına vurur ve ateşe düşenlerle birlikte ateşe girer. Herkim de Kur’an okur, onunla amel etmezse, Allah onu kıyamet günü kör olarak haşreder. O kimse şöyle der: “Ey rabbim! Benim gözlerim olduğu halde neden beni kör olarak haşrettin.” Allah şöyle buyurur: “Sana ayetlerimiz geldiği halde onu unuttun. Şimdi bugün de aynı şekilde unutuldun.”2 Böylece onun ateşe atılması emredilir. Herkim de Kur’an’ı Allah rızasına erişmek ve dini öğretileri öğrenmek için okursa kendisine bütün meleklere ve mürsel peygamberlere verilenlerin benzeri verilir.
Herkim de Kur’an’ı öğrenir ve bununla beyinsizlerle tartışmak için riya ve gösterişi, alimlere karşı övünmeyi irade eder ve onunla dünyayı talep ederse, Allah kıyamet günü onun kemiklerini birbirinden ayırır ve ateşte azabı ondan daha şiddetli bir kimse olmaz. Allah’ın gazabının şiddetinden dolayı her türlü azaba çarptırılır.
Herkim de Kur’an’ı öğrenir, ilimde tevazu gösterirse, onu Allah’ın kullarına öğretirse ve bu vesileyle Allah nezdinde olan sevabı dilerse, cennette onun sevabından daha büyük bir sevap olmaz ve cennette olan enfes ve yüce bir derecede, onun nasibi daha geniş ve makamı herkesten daha şerafetli olur.” 1
Hakeza Kur’an’ın anlamı hakkında tefekkür, Kur’an’dan öğüt almak ve etkilenmek hususunda da bir çok rivayetler yer almıştır. Nitekim Kafi-i Şerif, kendi senediyle İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Şüphesiz hidayet nurunun yeri, karanlık gecelerin ışığı Kur’an’dadır. O halde, araştırmacı kimse, Kur’an’ı gözden geçirir, aydınlık için gözlerini açar. Zira tefekkür, gören kalbin hayatıdır. Nitekim nuru talep eden kimse de, karanlıklarda nurla yürür.”2 İmam Sadık’ın (a.s) maksadı da şudur: İnsanın karanlıklarda uçuruma yuvarlanma tehlikesinden korunması için, zahiri nurla yürümesi gerektiği gibi, seyr-u sülûkun karanlık yollarında da helak edici uçurumlara düşmemek için irfan ve imanın ışıklı kandili ve hidayet nuru olan Kur’an ile de ahirete ve Allah’a doğru yürümelidir
Mean’il-Ahbar kitabında da Müminlerin Emiri’nin (a.s) bir hadiste şöyle buyurduğu yer almıştır: “Gerçek fakih, Kur’an’ı isteksizlikten dolayı terk etmeyen ve başkasına teveccüh etmeyen kimsedir. Bil ki içinde tefekkür ve anlayışın olmadığı bir ilimde hayır yoktur, içinde düşüncenin olmadığı bir kıraatin hayrı yoktur ve içinde derinleşmenin olmadığı bir ibadetin hayrı yoktur.”3
Hisal ve Mean’il-Ahbar kitaplarında da Resulullah’ın (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Kur’an’ı yüklenenler cennet ehlinin arifleridir.”4 Açıkça bilindiği gibi bu yüklenmeden maksat Kur’an’ın ilimlerini ve marifetlerini yüklenmektir ve bunun ahiretteki sonucu da böyle bir insanın marifet ehli ve kalp ashabı arasında yer almasıdır. Nitekim Kur’an’ın öğütlerinden öğüt almadan, Kur’an’ın hikmetlerini ve marifetlerini yüklenmeden, hüküm ve sünnetleriyle amel etmeden, Kur’an’ın zahirini yüklenen kimsenin misali, Allah-u Teala’nın da buyurduğu gibidir: “Kendilerine Tevrat öğretildiği halde, onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına Kitab yüklenmiş merkebin durumu gibidir.” 1
Kur’an-ı Şerif’in özellikleri ve adabı hususundaki hadis-i şerifler bu özet çalışmaya sığmayacak kadar çoktur. Muhammed’e ve Ehl-i Beytine selam olsun.
Do'stlaringiz bilan baham: |