AİLE ÇOCUK ETKİLEŞİM ALANLARI VE BU SÜREÇLERDEN ÇOCUĞA KALANLAR AİLE TUTUMU Geleceğe dönük sağlıklı nesillerin yetiştirilmesi için çocuklara huzurlu ve sevgi dolu bir aile ortamının hazırlanması büyük bir önem taşımaktadır. Toplumsal yapıyı meydana getiren en temel sosyal kurumların başında aile kurumu gelmektedir. Bu boyutuyla aile, toplum ağacının çekirdeğidir ve diğer tüm insani etkinliklerin dayanağı işte bu temeldir. İlk sosyal öğrenmelerin gerçekleştiği ve toplumsal miras olan millî kültürün aktarıldığı mekân sosyal ve psikolojik boyutuyla aile ortamıdır (Altınkaynak, 2004). Çocuğa göre en güvenilir ortam aile ortamıdır ve çevreye uyum sürecinde bu güven ortamının etkisi önemlidir. Çocuğun dünyayı keşfetmesi ve diğerleri ile kuracağı iletişimin temelinde de bu güven algısının etkili olduğu anlaşılmaktadır.
SORUMLULUK Aslında sorumluluk iradenin özgürce kullanımı sonucunda gerçekleşen zihinsel süreçlerin sonucuna bağlı olarak verilen kararların yerine getirilmesi noktasında ortaya çıkabilecek risklerin göğüslenilmesi veya bu risklerin ortaya çıkmaması için alınması gereken tedbirlerin önceden alınması şeklindeki tutum, çaba ve gayretler olarak ifade edilebilir. Bu ve benzeri süreçlerin çalıştırılması sonucunda verilen çocuk sahibi olma kararına istinaden sahip olunan çocuğun yetiştirilmesi ve eğitimi konularında ailedeki yetişkinlerin sorumlulukları son derece önemlidir. Onların yetiştirilmelerinde ortaya çıkacak mutsuzluklarının temelinde yetişkinlerin olumsuz tutum ve davranışları önemli rol oynamaktadır. Son yapılan bilimsel araştırmalar çocukların depresif psikolojik sorunlarının kaynağı olarak ana-babaları göstermektedir. Ebeveynlerin bu etkileri herkes tarafından bilinmiş olsa idi, herhalde artık kendi çocuklarına daha sevecen ve yumuşak davranırlardı. Ancak bu durumu bile bile aynı tutum ve davranışlar içerisine gire ebeveynlerin başka açılardan incelenmeleri gerekecektir.
Çocuk gelişiminde okul öncesi dönem ilişkileri ve bu ilişkilere bağlı olarak edinilen yaşantı ve kazanımlar, yaşam boyu etkili ve yönlendirici olacaktır. Bu dönemlerde geçirilen travmalar bilinç altına saklansa da, ilerleyen dönemlerde önemli sorunlar olarak ortaya çıkarak davranışlara yansıyacaktır. (Geçtan, 1981: 150-151). Aslında insan yetişkin de olsa bilinçaltında çocukluğundan kalan özellikleri taşımaktadır. Ana-babalar yetiştirdikleri çocuklarında yaşadıkları sorunlar bir boyutuyla kendi çocukluk dönemi sorunlarını işaret etmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında, zamanın ruhunun değiştiği söylense de, nevrozlar kuşaklar boyunca aktarılmaktadır. Sanki geçmişte yaşanmış bir durum güncelleştirilmektedir.
Bir çocuğu eğitmeden evvel onu var etmek gerekir. Buradaki “varlık” kavramı çocukta düşünmeye, hissetmeye, üzülmeye, gülmeye bilinçli olarak yatkın bir yaşamsal ortamı hazırlamak anlamındadır (Daco, 1989: 325). Bazen topluca oturulan ve yenilip içilen yerlere gittiğimizde orada birilerinin bize özel ilgi göstermelerinden rahatsız olduğumuz zamanlar olmaktadır. Çünkü böyle bir ilgi, çoğunlukla hoşa gitse de, bazen o ilgi ve alâkanın tutsağı olarak boyun eğmek ve içinden gelmese de hep daha fazlasını verme zarureti algısıyla hareket ettiğimizi hissediyorum. Benzer bir şekilde, anne babaların çocuklarına gösterdikleri sevgiyi “tutsak edici sevgi” ve “özverici sevgi” olmak üzere iki öbekte toplayabiliriz. Burada “tutsak edici sevgi”nin kaynağı bilinçdışı olmakta ve çoğunlukla bencilliği egoistliği içermektedir. Böyle bir algı oluşturan ana-babalar çocuklarını, çocuktan ziyade kendileri için severler. Buradaki çocuk kavramı nesne özelliği ile ön plândadır ve bu nesneye yönelik sevgi zamanla düşmanlığa dönüşür (Corman, 1996: 157). Bu bakış açısıyla kendisini nesne olarak algılayan çocuk, ana-babanın daha önce yapmak isteyip de yapamadıklarını kendisine zorla kabul ettirdikleri çocuktur. “Özverici sevgi” ise; çocuğu kendi faaliyet sahasında özgür bırakarak gelişimini olumsuz etkilemeden ve engel olmadan sevmek demektir. Buradaki çocuk, sadece bir nesne olmadığını bilen, kendi istemi olan, kendi yazgısını belirleyen bir öznedir. Sevgi bu yazgıyı engellemekten çok tersine yardımcı olmaktadır (Corman, 1996: 158). Çocuk kendi dünyasında kurguladığı hayal ve gerçeklikleri gerektiği zaman ailenin kontrolünde ve ailenin sorumluluğu altında tüm boyutlarıyla yaşayabilmelidir. Organizmaya haz vermeyen deneyimler pahasına da olsa, kendi yaşamını kurallara ve sistematik bir yapıya entegre etmesini öğrenmelidir.
Çocuk kendi dünyasıyla orijinal bir varlık olma özelliği ile ruh dünyasına inebilmek için, ana-babaların bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmeleri gerekir. Diğer yandan aile kurumsal yapısının güçlendirilmesi, sunulan olanakların artırılması, ailenin sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik açıdan desteklenmesi çocukların yaşadıkları ortamların devletin sağlayacağı imkânlarla düzenlenmesi çocuğun yetiştirilmesinde önemli katkılar sağlamaktadır.
Çocuğa gereken önem verilerek daha istendik ve beklendik doğrultuda yetiştirilmesi ve onun toplumsal kültürü benimseyip ilerde ona katkı sağlayacak yeterlikte topluma hazırlanması büyük ölçüde ana-babanın yaşamın ilk gününden itibaren çocuk ile ilgilenmesi, karşılıklı etkileşimi, ona değer vermeleri, kişilik yapısına saygı duymaları, ona yeterince sosyal ve psikolojik dertsek verilmesiyle mümkün olabilir. Ana-babaların onun bakım, beslenme ve korunmasını sağlamaları, sevgi gereksinimine karşılık vermeleri oldukça önemlidir. Bu tür sağlıklı veya sağlıksız etkileşimlerin yansıması çocukta ileri yaşlarda tepki olarak görülecektir (sagliklikadin.com. 2004). Küreselleşen dünyamızda, özellikle yaşlılara dönük olarak yürütülen kaplıca ve termal turizm hizmetleri, bu alana verilen önemi ifade etmektedir. Çünkü sağlıklı ebeveynlerin sağlıklı kuşakların yetiştirilmesinde en önemli faktör olduğu önemli bir gerçekliktir. Meksika, Endonezya, Küba, Çin ve Türkiye gibi bazı ülkelerde çocuk eğitiminden sorumlu ana-baba ve diğer yetişkinlere yönelik olmak üzere bazı eğitim programları yürütülmektedir. Bu ve benzeri çalışmalardan artık ana-babaların çocuk eğitimi ve yetiştirilmesi konularında bilinç ve farkındalık düzeylerinin arttığı söylenebilir. Bu eğitim programlarının sonucunda çocuk eğitimi alanında elle tutulur başarılı sonuçlar alındığı gözlenmektedir. Zorunlu olmayan bu programlar ilgili ülkelerin hükümetleri tarafından UNICEF destekli olarak yürütülmektedir. Örneğin Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığı - UNICEF işbirliği ile 12 ilde 20000 aileye yönelik olarak eğitim faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. Bu eğitim faaliyetlerinde çocukların fiziksel, ruhsal ve sosyal bakımdan gelişmelerini sağlayacak çeşitli aktiviteler ve yaratıcı oyunlar konu olarak ele alınmıştır (Unicef.org 2004). Kolombiya’da bu program 15 yıl süre ile 2000 kırsal aileyi kapsayacak biçimde yürütülmüştür. Bu programda okul öncesi çocukların bilişsel ve fiziksel gelişimleri konusunda ana-babanın bilinçlendirilmesi hedeflenmiştir. Bu program çerçevesinde binlerce anne çocuk sağlığı, çocuk beslenmesi, çevre temizliği ve çeşitli mesleki konularında eğitim almışlardır (Unicef. org 2004). Yine Filipinlerde bu amaçla ebeveynler için hizmet servisleri kurulmuş ve bu çerçevede çeşitli ana-baba kümeleri eğitim programlarına katılmışlardır. Bu programlar çerçevesinde, çocuk sağlığı, çocuklarda disiplin, çocuk bakımı, çocuk hakları, çocuk ve medya ve çocuk suçları gibi konular işlenmiştir (Unicef.org 2004). Bu tür ülkelerde çocuk eğitimine yönelik ana-baba eğitim faaliyetlerinden olumlu sonuçlar alındığı ve alınacağı kabul edilebilir. Hatta bu noktada ana-babaların da bir sonraki rolleri olan dede ve nine rollerinin torunların yetiştirilmeleri, çevreye uyum ve öğrenme başarıları açısından vazgeçilmez değişkenler olabileceği gerçeği akıldan çıkarılmamalıdır. Geniş aile modelinden çekirdek aile modeline geçişte kaybolan bu figürlerin çok önemli bir ekonomik kazanımı da olacağı açıktır. Hemen hemen bu durumdaki her aile, çocuklarının bakımı için bakıcılar tutmakta ve önemli harcamalar yapmaktadır. Halbuki çocuklarının dede ve nineleri, aynı zamanda kendi ana ve babaları bu bakım hizmetini büyük bir mutluluk içerisinde yapabilirler. Yapılması gereken “nasıl daha iyi ana-baba olunur?” sorusuyla beraber “nasıl daha iyi dede ve nine olunur?” Sorularının eğitim boyutuyla cevaplandırılmasıdır (Engin, 2009).