Bu Kitabı Çalın”
adlı eserinde
“Cellat”
kelimesinin karşısına “
idam-kral-ceza-balta-kan-maske-soylular-
…” (Gülsoy, 2014, 160) şeklinde kelimeleri sıralamıştır. Modern dönem eserlerinde
görülmesi imkânsız olan bu yazım ya da ifade tarzı, postmodern dönem anlatılarında
yazarların çokça başvurduğu bir yoldur. Serbest çağrışım olarak adlandırılan bu yolla
yazar, kelimelerin insanların zihninde neler uyandırdığını değişik bir tarzda ortaya
koymuştur. Bu tür anlatıyı okuyan okur da ister istemez anlatının bir noktasından sonra
anlatıya dâhil olur ki postmodern anlatılarda da amaç budur: Okurun anlatıya dâhil
olması.
Konuyla alakalı elde mevcut olan öykü kitaplarından biri de Abdullah
Harmancı’ya ait
“Muhteris”
tir (Harmancı, 2002). Yazar, bu hikâye kitabının daha
içindekiler kısmından itibaren öykülerini farklı bir tarzda kaleme alacağını
hissettirmiştir. İçindekiler kısmına bakıldığında 12 hikâyenin 3 bölüm olarak yazıldığı
görülür. Sayfalar çevrilmeye başladığında özel isim, cins isim ayrımına bakılmaksızın
“umur bey hikayeleri, umur bey günleri, umur bey akşamları, umur bey/ doğu anlatısı,
umur bey ukdeler”
vs. öykü başlıklarının küçük harfle yazıldığı görülür. Yazar bu
tarzını paragraflara küçük harfle başlamak suretiyle de devam ettirmiştir. Bunun
yanında söz konusu hikâyelerde noktalama işaretlerinden özellikle noktanın
47
kullanılmadığı;
“umur bey ukdeler”
(Harmancı, 2002, 40) başlıklı hikâyede kelimelerin
arasına
“yönetmen+ cılız+uzun+esmer”
örneğinde olduğu gibi
“+”
işaretinin;
“edebiyat tarihçisine notlar”
başlıklı hikâyenin
“otuz altı gün kala”
bölümünde, kutsal
kitaplarda ayetleri ayırmak için kullanılan
“Uyandığımda evde kimse yoktu*kardeşim
bile*”
(Harmancı, 2002, 125) şeklinde
“*”
(yıldız) işaretinin kullanıldığı görülür.
Modern edebiyat anlayışlarının kökten reddedilip kuralsızlığın kural olarak
benimsendiği postmodern anlatılarda, yazarlar dimağlarındaki her türlü duygu, düşünce
ve hayali ifade ederlerken başka alanların metinlerinde görülen bu tür işaretleri
kullanmışlardır. Yine var olan kurallara göre büyük harfle yazılması gereken kelimeleri
küçük harfle yazarak başkaları tarafından sınırları belirlenmiş kurallar silsilesine
itirazlarını dile getirmişlerdir.
Murat Gülsoy’un
“Binbir Gece Mektupları”
adlı kitabındaki öykülerden biri
olan
“Sigarayı Bırakmanın En İyi Yolu”
başlıklı öyküyü yazar, sigarayı bırakmanın
zorluğunu okuyucunun zihninde canlandırabilmek için saatlere ve mekân isimlerine yer
vererek kaleme almıştır:
“07.45, 09.25, 10.17,…, 16.30, Ofis; 16.45, Ofis; …, 00.30,
01.30, Ev”
(Gülsoy, 2014, 65-79) gibi. Modern dönemin çok önem verdiği zaman ve
mekân mefhumlarının maddi bağlamda bir kronolojisini çalıştırmak için kullanılmış
gözükse de, bu zaman ve mekân mefhumları postmodernistlerin elinde -pozitif zamanı
kabul etmedikleri için- oyuncağa döner. Zira onlar, maddi değil, duygusal zaman ve
mekânı önemserler.
Türk toplumunda esnafların çokça sarf ettikleri
“Arz, talep meselesi.”
diye bir
laf vardır. İşte Özcan Karabulut, tam da bu söze göre bir öykü kitabı yayımlamıştır:
Rojda
. Bu öykü kitabındaki öyküler sadece Türkçe değil, aynı zamanda Kürtçe olarak
da kaleme alınmıştır. Öykülerin önce Kürtçesi, sonra Türkçesi vardır. Öyküleri
Kürtçeye Yaqob Tilermani çevirmiştir:
48
Tablo 2: Özcan Karabulut’un “Rojda” adlı eserindeki Kürtçe ve Türkçe bölümler.
Ma Ne Wiha Ye Zoé?
‘Evîna ku herdu bûneweran mezin dike; evîna
dilsozî, evîna ku dihéle mirovek bi bengîtî bibe
dildaré mirové din, tüne ye; na, tiştekî wiha tune
ye’.
Milan Kundera
Di hembéza wé de pirtûk, li nav mirovén ku
xwe bi çîroka dihat xwendin wendakirî, ji rûyekî
arasteyî rûyekî dîtir dibû, çaven wé mîna çavén
siîxurekî ji pirtûkan diçû ser kasetan, ji wé deré
diçûn ser zilamé ku her tim li heman qorziya xwe
rûnîştî (Karabulut, 2005, 91).
Değil mi Zoé?
‘İki varlığı yücelten aşk, bağlılık, bir insanın
tek bir insana tutkuyla bağlanışı anlamında aşk
diye bir şey yok, hayır böyle bir şey yok’.
Milan Kundera
Kucağında kitaplar, kendilerini okunmakta
olan hikayeye kaptıran insanların arasında, bir
yüzden ötekine yöneliyor, gözleri bir casusun
gözleri gibi kitaplardan kasetlere, oradan her
zamanki köşesinde oturan adama takılıp
duruyordu (Karabulut, 2005, 105).
Sosyolojik bağlamda düşünüldüğünde, majörün hâkim olduğu bir toplumda
azınlık durumunda olan minörün, majörün kullandığı ana dili kullanarak çok kaliteli
eserler yazabileceğinin kanıtıdır bu öykü kitabı. Yazar, öykülerini önce kendi ana dili
olan Kürtçeyle, daha sonra da içinde yaşadığı toplumun resmi diliyle kaleme almıştır.
Bir anlamda yazar, kendi ana dilini, majör dile göre öncelemiştir. Tabii burada başka
bir husus da minör dilden majör dile geçme isteğidir. Yani yazar kendi ana dilinin majör
bir dil seviyesine gelmesini arzulamaktadır.
Öykülerin dile getirilişindeki deneysel tavır örneklerini çoğaltmak mümkündür.
Cemal Şakar,
“hayalperdesi”
adlı kitapta bulunan
“Mevlid”
adlı öyküde
“Yüzyıllar
öncesinden gelen kelimelerin muhatabını bulamayınca bir cam kase gibi şangırtıyla
kırılıp döküldüğünü”
(Şakar, 2008, 34)
okurun dimağında aniden olup bitiveren bir eylem
olduğunu görsel ve işitsel bağlamda canlandırabilmek için “şangırtıyla” kelimesini alt
alta yazmıştır:
“ Ş
A
N
G
I
49
R
T
I
Y
L
A” (Şakar, 2008, 34).
Modern dönem eserlerinde bu şekil bir ifade tarzı görmek mümkün değildir;
ancak, postmodernistlerin elinde var olan
kuralsızlık
imkanı, onlara geniş bir alanda
istedikleri gibi davranmayı elverişli kılar. Büyük harfler alt alta yazılarak görsel bir şiir
formuna dönüştürülen “ŞANGIRTIYLA” kelimesi, asıl itibariyle, okurun kulağında
şangırt
sesini çağrıştırması yönüyle de önem arz eder. Bu ise yazarın elinde oyuncağa
dönen dil ile yapılır.
Bir genelleme yapılmak istenirse, 2000 ila 2010 yılları arasında kaleme alınmış
öykülerde oldukça sade, yalın ve akışkan bir dil kullanılmıştır. Özellikle öykünün bir alt
türü olarak kendinden söz ettirmeye başlayan ve etkileyici örneklerin verildiği küçürek
öykülerde ise, dilin imgesel boyutta kullanılması gözden kaçmaz. Dikkatlerden
kaçmayan diğer bir özellik ise, biçimsel yönden de incelenebilecek olan yeni ifade
tarzlarının denenmesidir. Buradan kasıt ise şudur: İnsanlar, başka insan veya insanlarla
iletişim kurarak hayatlarını devam ettiren canlılardır. Bu iletişim eğer konuşarak
oluyorsa, buna jest-mimikler de katılır. Yazı ile ise iletişim gerçekleştiriliyorsa
kelimelere bazen farklı edebi türler, tarzlar, işaretler eşlik edebilir. Bu bazen mektup,
anı, dilekçe gibi diğer edebi türler olabileceği gibi, bazen insan sesinin seviyesini
gösteren küçük veya büyük harf kullanımı, bazen de sayısal bilimlere has olan “+, -, *,
/” işaretlerle yapılır.
Ayrıca son olarak bu dönem yazarlarının bazıların öykülerinde,
“Yahu ben
meddah mıyım? Ara sıra omzumdaki havlu ile alnımın terini silip ‘Ey yarenler, nerde
kalmıştık bakalım’ diye mevzuyu çekip uzattıktan, tadını kaçırdıktan sonra toparlamaya
çalışacak.”
(Kutlu, 2014, 17) gibi geleneksel edebi türlerden biri olan meddahlığın dil
ve üslubunu pastiş ve parodi gibi postmodern bir anlayışla yer yer takdire şayan bir
şekilde kullandıklarını da ifade etmek gerekir.
50
Do'stlaringiz bilan baham: |