“Yani dürüstlük iyi bir şey,” diye atıldı Naveen parmağıyla Didier’nin kal
bini işaret ederek.
“Ne yazık ki benim bile bağışıklığım bir yere kadar,” dedi Didier. “Efsanevi
bir yalancı olduğumu iddia etmiyorum zaten. Güney Bombay’daki herhangi
bir polise sorabilirsiniz. Neticede ben de insanım. Ara sıra dürüstlüğün cazi
besine kapılabiliyorum. Şu anda size karşı dürüstüm
ve bunu kabul etmekten
utanıyorum. Yine de bol bol yalan söyleyin derim. Benim gibi mutlak bir dü
rüstlükle yalan söyleyebilene dek yapın bunu.”
“Sen gerçekleri seviyorsun,” dedi Kavita. “Sadece dürüstlükten nefret edi
yorsun.”
“Haklısın,” dedi Didier. “İnan bana, biri hakkında dürüstçe bütün ger
çekleri açıklarsan, biri eninde sonunda sana bu yüzden zarar vermek isteye
cektir.”
Sonrasında sohbet bölündü. Didier, Kavita’nın sözlerine katılırken, Naveen,
Divyayla tartışmaya koyuldu. Ben de yanımdaki genç kadınla konuştum.
“Tanışmaya fırsat olmadı,” dedim. “Ben, Lin.”
“Biliyorum,” diye mırıldandı çekingen bir tavırla. “Ben de Kavita’nın arka
daşıyım. Aslında iş arkadaşıyız. Gazetecilik okudum. Staj yapıyorum.”
“Nasıl? Gördüğün kadarıyla mesleği sevdin mi bari?”
“Evet, bayıldım. Ama ben yazar olmak istiyorum. Sizin gibi.”
Şaşkınlıkla güldüm. “Benim gibi mi?”
“Kısa öykülerinizi okudum.”
“Efendim?”
“Beşini de. Hepsini çok beğendim. Aslında daha önce söyleyecektim ama
utandım.”
“Pardon ama öykülerimi nereden bulduğunu öğrenebilir miyim?”
“Şey...” Kaşlarını çattı. “Ranjit verdi. Bay Ranjit yani. Onları okudum ve
gerekli düzeltmeleri yaptım.”
Ağzım beş karış açık kaldı. Hırsımı ondan çıkarmam haksızlık olurdu ta
bii ama duygularımı bastıramıyordum. Ranjit hikâyelerimi nereden bulmuştu?
Nasıl? Lisa yapmış olabilir miydi? Ama neden? Bunu istemediğimi bilmiyor
muydu?
“Bakın, yanımdalar,” dedi Sunita çantasına vurarak. “Bugün öğle yemeğini
yalnız yiyecektim. Onları son bir kez okurum diyordum.
Ama Bayan Kavita
beni buraya davet etti.”
“Onları bana verir misin lütfen?”
Büyük bez çantasından bir dosya çıkardı.
Kırmızıydı. Hikâyelerimi farklı renklerde dosyaların altında derlemiştim.
Kırmızı, din adamlarıyla ilgili kısa hikâyelerimin rengiydi.
“Ben bunların yayınlanması için izin vermedim,” dedim dosyayı karıştıra
rak. Beş hikâyem de içindeydi.
“Ama...”
“Senin hatan değil tabii,” dedim usulca. “Ranjit’e bir not yazacağım.
Sen de
bunu ona ileteceksin ve bu konu burada kapanacak.”
“Ama...”
“Kalemin var mı?”
“Ama...”
“Şakaydı,” dedim yeleğimin cebinden bir kalem çıkararak.
Sonuncu hikâyenin son sayfasında yalnızca iki satır vardı.
Do'stlaringiz bilan baham: