Bizim malımız. Sanjay Şirketi’nin malı. Madalyondaki kız. Rannu/eig, hava-
alamndaki yer gibi. Erkek arkadaşı. Madalyondaki kız. Bizim malımız.
Kornalar, bisiklet zilleri, radyolardan yükselen müzik, yerden bitmiş gibi,
her yerde karşınıza çıkıveren sokak satıcılarının ve dilencilerin vızıltıları. Hepsi
yola çarpıp etrafımızdaki binalarda yankılanıyordu.
Bizim malımız. Sanjay Şirketinin malı. Kız. Madalyon. Erkek arkadaşı.
Bizim malımız.
Sokağın kokuları beni cezalandırıyordu âdeta. Sassoon Rıhtımı’ndan ya
yılan taze balık ve yengeç kokusu, egzoz dumanları, şehrin her bir binasından
fışkıran muson nemi... Hepsi başımı döndürüyordu.
Bizim malımız. Bizim malımız.
Yolu ikiye bölen betonun üzerinde durdum. Önümde trafik kuzeye doğru
akıyordu ve arkamda güneye, yarımadanın koluna doğru.
Khaderbhai, Şirket’tekilerin Güney Bombay’da eroin satmasını ve fahi-
şelerden para kazanmasını yasaklamıştı. Onun ölümünden beri, yeni Sanjay
Şirketi’nin kazancının yarısı bu iki kaynaktan geliyordu. Ve şirket her ay yeni
satıcılar buluyor ve batakhaneler açıyordu.
Bu benim keşfettiğimden daha az cesur ama daha zengin, yeni bir dünyay
dı. Khaderbhai beni hapishaneden kurtarmış ve yanına almıştı. Kendimi uyuş
turucu ya da kadın satmıyorum, sadece belgelerde sahtecilik yapıyorum diye
avutmamdan daha saçma bir şey olamazdı. Boynumdaki ince gümüş zincire
kadar çamura batmıştım ben de.
Sanjay Şirketi’nin bir askeri olarak rakip çetelerle savaşıyordum. Her an
Andrevv’yu, Faisai’ı, Amir’i ve yürüttükleri operasyonları korumak için göreve
çağırılabilirdim. Dökülecek kanların sebebini sormak yasaktı. Hele görevi red
detmen söz konusu bile değildi.
Malımız.
Sonra biri sırtıma dokundu ve iki kere daha dürtüklendim. Katil
Motorlardan üçü krom motorlarıyla trafiği yararak uzaklaştı.
Hızla arkamı döndüğümde Katil Motorların ikinci lideri Pankaj’ı gördüm.
Motoruyla yanımda durup demir parmaklıklara yaslandı. Trafik yanından akıp
geçerken beni parlak gözleriyle süzerek yaramazca sırıttı.
“İşte bu kadar basit, kardeşim,” dedi başını sallayarak. “Beni saymazsan
şimdiden üç kere ölmüştün. Şanslısın ki, benim çocuklar bıçakları yerine par
maklarını kullandı.”
İki parmağım göğsüme, kalbimin tam altına bastırdı.
“İyi ki düşmanım değilsin, kardeşim,” dedim.
“Sen elini belindeki bıçaktan çekersen, ben de benimkini bırakırım.”
Gülerek el sıkıştık.
“Sizin Şirket bize iş yağdırıyor,” dedi parmaklıklara tutunarak. “Bu gidişle
emekli olabileceğim.”
“Flora Çeşmesi’nin oraya yolun düşerse uğra.”
“Olur, kardeşim. Sağlıcakla kal.”
Pankaj yeniden trafiğe karıştığında arkasında baktım.
Onu gözden kaybedip gökyüzüne bakana kadar geçen bir iki saniyede kara
rımı verdim. Buraya kadardı. Sanjay Şirketi’yle işim bitmişti.
Onlarla konuşup bırakacağımı söyleyecektim.
Hayatın her anında inanç vardır. Baktığınız her şeyde, uykunuzda bile si
zinledir. Annenize inanırsınız, kardeşinize, bir arkadaşınıza. Başkalarına inan
dığınız için kırmızı ışıkta durursunuz. Bindiğiniz uçağın pilotuna inanırsınız
ve onun havalanmasını sağlayan mühendislere. Her gün çocuklarınızla saatle
rini geçiren öğretmenlere. Polislere, itfaiyecilere, su tesisatçılarına. Bir de, her
gün evinize dönerken sizi orada sevginin beklediğine inanırsınız.
Ama umudun aksine, inanç ölümlüdür. Ve inanç öldüğünde iki dostunu da
beraberinde götürür. Sebat ve sadakat.
Canıma tak etmişti. Sanjay’ın liderliğine duyduğum ufacık inanç da
kaybolmuştu. Ona boyun eğmeye devam ederken kendime saygı duymam
imkânsızdı.
Bırakmanın kolay olmayacağını biliyordum. Sanjay yarım kalan işlerden
hiç hoşlanmaz. Ama benim onlarla işim kalmamıştı. Sanjay’ın geç saatte evde
olacağını biliyordum. Gece bitmeden konuşacaktım onunla.
Leopold’ün afişine bakarken Karla’nın bir zamanlar söylediği bir söz aklıma
geldi. Leopold çoktan kapanmıştı. Dünyayı içmiş ve dünyayı konuşmuştuk.
Bombay’da Didier gibi serbest çalışmak buzdan bir gerçekler denizinde yüzmek
gibi,
demişti gülerek.
Kırık bir aynaya bakıyordum ve ona tek başıma bakmayalı uzun zaman
olmuştu. Silah arkadaşlarım olarak beni savunmaya yemin eden küçük ordum
dan ayrılıyordum. Mesleki etik değerleri kendilerine göre yorumlayan Şirket
avukatlarının ve yine onlar gibi hâkimlerin oluşturduğu bir hukuk sisteminde
ki ayrıcalığımı kaybediyordum.
Omuz omuza düşmanla dövüştüğüm yakın dostlarımı geride bırakıyor
dum. Khaderbhai’yi tanıyan, kusurlarını bilen ve yine de tıpkı benim gibi onu
seven adamları.
Zor bir karardı. Suç ve utançtan kaçmaya çalışıyordum ama yine de kolay
değildi işte. Suç ve utancın benden daha çok silahı vardı zira. Ama korku yalan
söyler. İnsanın kendine duyduğu nefreti kendini haklı çıkarma çabasının ar
dına gizler ve bazen bütün korkunç dostlarınızı geride bırakana dek, ne kadar
korktuğunuzu anlamazsınız.
Onca zamandır haklı çıkarmaya ve bir mantık çerçevesine oturtmaya çalış
tığım şeylerin sonbahar yaprakları gibi döküldüğünü hissettim. Bir şelale gibi
vücudumdan akıp gittiklerini. Tıpkı beraberlik gibi, yalnızlık da gerçekler neh
rinin bir kolu. Yalnızlığın da kendine has bir sadakati var. Ama sürüklendiğin
akıntıdan uzaklaşıp kıyıya yaklaştığında, inanç denen kavramın kendine duy
duğun inançtan ibaret olduğunu anlıyorsun.
Derin bir nefes alıp kararıma yüreğimi koydum ve ilk iş silahımı temizleyip
doldurmayı aklımın bir köşesine yazdım.
Do'stlaringiz bilan baham: |