Selamünaleyküm
,” dedim.
“Ve aleykümselam, ”
dedi Ali benimle tokalaşarak. “Rüyalar evine hoş
geldin.”
Farzad bombayı patlattı: “Lin beni bu sabah hapisten çıkardı.”
“Hapis mi?” diye cıyakladı Anahita. “Keşke jöle olaydın!”
“Hanım, bak oğlan eve gelmiş. Bir sakin ol,” dedi Arshan. Bizi avlunun sol
tarafındaki masaya götürdü. “Önce bir şeyler yiyelim, sonra konuşuruz.”
Farzad hemen bir banka çöktü. “Kurt gibi acıktım.”
“Am-man!” diye bağırdı bir kadın Farzad’ın koluna yapışarak.
Açık yeşil, bol bir pantolon ve sarı-turuncu bir tunikten oluşan bir
sal-
war kameez
giymişti. “Hapisten çıkmış. Mikroplu ellerle sofraya oturuyor.
Hepimizi hasta mı edeceksin? Git, ellerini yıka!”
“Hadi sallanma,” dedi Anahita. “Sen de, Lin. Bizim oğlan mikroplarını
sana da bulaştırmıştır.”
1
“Nasıl isterseniz, efendim,” dedim.
“Ama önceden uyarayım. Ben kararlılıktan yanayım. Sen özgür irade der
sen külahları değişiriz.”
“Öyle bir niyetim yok, efendim.”
“Konu felsefe oldu mu, kaplan kesilirim.”
“Onu anladım, efendim.”
Açık mutfağın eviyesinde ellerimizi yıkayıp masaya geri döndük. Sarı-
turuncu tunikli kadın bize hemen baharatlı et getirdi.
“Hadi, afiyet olsun,” dedi Farzad’ın yanağını çimdikleyerek. “Seni yaramaz!”
“Daha hikâyemi dinlemediniz bile!” diye hayıflandı Farzad.
“Beni ırgalamaz,” dedi kadın diğer yanağını da çimdikleyerek. “Sen yara
mazın tekisin. İyi şeyler bile yaparken öylesin.”
“Bir de mızmız ki,” diye atıldım.
“Ay orasını hiç sorma,” dedi Anahita.
“Sağ ol ya, Lin,” diye mırıldandı Farzad. “Biz de seni arkadaş bilirdik.”
“Rica ederim. Lafı bile olmaz.”
Tunikli kadın, Farzad’ın yanağını son kez büktü.
“Mızmız çocuk!”
“Bu, Zaheera teyze,” dedi Farzad yanağını ovuşturarak. “Ali’nin annesi.”
“Vejetaryen yemeklerini seviyorsan şu
daal roti'y
i dene,” dedi açık mavi bir
sari giyen başka bir kadın. “Mis gibi. Tazecik.”
Masaya iki küçük kâse safran rengi
daal
ve kumaş bir peçeteye sarılı, taze
pişen
rotî
leri koydu.
“Ye, hadi ye,” dedi. “Çekinme.”
“Jaya teyze,” diye fısıldadı Farzad. “Zaheera teyzeyle Jaya teyze kimin eli
daha lezzetli diye durmadan çekişir. Annem o kavganın dışında kalmayı yeğle
di. En iyisi, diplomatik olmak. Ben etle başlıyorum, sen de
daatvca
soğutma.”
Yemekleri önümüze çekip yemeye başladık.
Daal
gerçekten de enfesti.
İştahım iki kadını da memnun etmişti. Gönül rahatlığıyla sofraya oturdular.
Uzun masada birkaç yetişkin ve çocuk daha vardı. Bazıları geldiğimizi du
yup odalardan çıkmıştı.
Farzad masala soslu etinden bir lokma alıyordu ki, Anahita hiç beklenme
dik bir anda arkasına geçip kafasına bir tane patlattı. Şimşek Dilip’le iyi bir ikili
olabilirlerdi doğrusu. Masadaki bütün çocuklar kıkırdamaya başladı.
“Ahhh! Ne yapıyorsun, anne?”
“Şu yemeğin yerine taş ye taş! Zavallı babanın seni aradığı hendeklerdeki
taşları tıkın!”
“Daal
nasıl olmuş?” diye sordu Jaya teyze.
“Müthiş,” dedim çabucak.
“Zavallı babacığın hendek hendek gezdi.”
“Hanım, ne olur, kapa artık şu hendek konusunu,” dedi Farzad’ın babası.
“Oğlan bir anlatsın bakalım.”
“Dün gece Drum Beat’teydim,” diye başladı Farzad.
“Ay. Hangi parçaları çaldılar?” diye sordu on yedi yaşlarında bir kız.
Masanın ucuna doğru oturuyordu. Farzad’ın yüzüne bakmak için eğildi.
“Kuzen Kareena, Jaya teyzenin kızı,” diye açıkladı Farzad. “Kareena, bu da,
Lin.”
Kız çekingen bir tavırla gülümsedi. “Merhaba.”
“Merhaba,” dedim.
Sebze kâsesinin dibini gördüğümde onu masanın ortasına doğru hafifçe
ittim. Zaheera teyze hiç vakit kaybetmeden bir kap eti önüme sürdü. Az kalsın
kucağıma düşecekti. Kâseyi iki elimle birden zor yakaladım.
“Teşekkür ederim.”
“Koyun eti öfkeye iyi gelir,” dedi Zaheera teyze bana göz kırparak.
“Ya? Teşekkür ederim.”
“Eee? Dün gece Drum Beat’teydin. Sonra?” dedi Arshan. “Evladım, ben
sana kaç kere oradan uzak dur, demedim mi?”
“Laf dinler mi o?” Anahita oğlunun kafasına bir tane daha patlattı.
“Anne ya!”
“Senin lafların bir kulağından girip ötekinden çıkıyor. Ben sana dedim bu
oğlanda edimsel koşullanma işe yarar diye. Ama sen Steiner’cısın. Al işte sana
Steiner!”
“Durduk yere Steiner Okulu’nu suçlayamazsın,” dedi Jaya.
“Kesinlikle katılıyorum,” dedi Zaheera. “Yöntemleri çok sağlam. Benim
Suleiman dün gece diyordu...”
“Gece kulübündeydin. Sonra?” dedi Arshan sabırla.
Farzad bir yandan annesinin elini gözleyerek devam etti. “Bir parti vardı... ”
“Yeni danslardan yapan var mıydı?” diye atıldı Kareena. “Yeni Mithun fil
minin müziklerini çaldılar mı?”
“İstersen bu akşama sana o şarkıları hazır ederim,” dedi Ali, Farzad’ın ek
meğinden kopardığı parçayı kemirerek. “Daha vizyona girmeyen filmlerin bile
müziklerini bulurum.”
“Vay canına!” diye iç çekti Kareena.
“Evladım, ne oldu kulüpte?” dedi Arshan.
L_
Anahita elini kaldırarak araya girdi. “Sen o Steiner Okulu kulübündeyke
n
zavallı baban hendeklerde sürünüyordu!”
“Yok, hanım,” dedi Arshan şaşılacak bir sabırla. “Ben hendeklere bakmay
a
sonra çıktım. Bizim oğlan o sırada hapisteydi herhalde.”
“Beni neden içeri attılar hiç anlamadım,” dedi Farzad. “Yeminle bak.
Tamam, küp gibi içtim. Bakın, onu açık açık söylüyorum. Sonra bir baktım,
yerdeyim. Ondan sonra bir polis kafamın arkasına tekme attı. Senin vurduğun
yere, anne. Bayılmışım. Polis cipinde uyandım. Beni nezarete attılar. Kimseyi
aramama izin vermediler. Oradan biri Şirket’e haber vermiş. Onlar da Lin’i
aramış. Geldi aldı beni. Sizin anlayacağınız, postu onun sayesinde kurtardım.”
“Bu mu yani?” dedi Anahita. “Büyük maceran bu kadar mı?”
“Ben büyük bir macera yaşadım demedim ki,” diye karşı çıktı Farzad ama
annesi mutfağa yönelmişti bile.
Arshan elini koluma koydu. “Oğlumuzu bize getirdiğin için teşekkür ede
riz, Lin.”
Sonra yine Farzad’a döndü.
“Doğru anladım mı? Sen yerdeyken bir polis kafana tekme attı öyle mi? Ve
o kadar sert bir tekme ki bayıldın?”
“Evet, baba. Ben kötü bir şey yapmadım. Yeminle bak. Zaten sarhoştum.
Yerimden kalkamıyordum.”
“O polisin adını biliyor musun?” diye sordu Arshan düşünceli bir tavırla.
“Şimşek Dilip diyorlar. Colaba’da komiser yardımcısı. Neden?”
“Babam çıldıracak,” dedi Ali. “O herifin rozetini elinden alacak.”
“Benim babam da tıp odasıyla konuşur,” dedi Kareena. “Rapor alırız. O
adam bir daha polislik yapamayacak.”
Jaya da onlara katıldı. “Tabii ya. Yaptığı yanına kâr mı kalacak?”
“Ben de fikrimi söyleyebilir miyim?”
Herkes bana döndü.
“Ben Şimşek Dilip’i iyi tanıyorum. Rüşvet verirken bile zor biri. Sonraki
hayatında bu kini olgunlukla taşıyabileceğini sanmıyorum.”
Bir an duraksadım.
“Devam et,” dedi Arshan.
“Rozetini elinden alamazsınız. Belki bir süreliğine başka bir yere sürülür o
kadar. Ama görevden alınması zor. Çevresi geniş. Yanlış anlamayın, bunu hak
etmedi demiyorum ama Dilip bir gün bir yolunu bulup mutlaka geri döner ve
size dünyayı dar eder.”
“Elimiz kolumuz bağlı oturacak mıyız yani?” diye sordu Ali.
“Ben sadece eğer bu adamla uğraşmaya karar verirseniz amansız bir savaşa
hazırlıklı olun diyorum. Ve onu hafife almak gibi bir hataya düşmeyin sakın.”
“Katılıyorum,” dedi Arshan usulca.
“Ne?” diye bağırdılar Ali’yle Jaya koro hâlinde.
“Farzad şanslıymış. Lin haklı. Daha kötüsü de olabilirdi. Psikopat bir polisi
ailemin başına bela etmek istemiyorum.”
“Edimsel koşullanmaya bir darbe daha,” dedi mutfaktan dönen Anahita.
“Siz Steiner’cıların nesi var anlamıyorum. Hepiniz ödleksiniz!”
Arshan, karısına aldırmadı. “Bir daha o kulübe gitmeyeceksin,” dedi
Farzad’a. “Duydun mu? Kesinlikle yasaklıyorum.”
Farzad başını önüne eğdi. “Evet, baba.”
“Bu mesele burada kapandı,” diye ilan etti Arshan ve masayı toplamak için
kalktı.
O ve karısı birkaç tabağı mutfağa götürüp iki yeni kâse ve iki şişe meyve
suyuyla geri döndü.
“Muhallebi yiyin,” dedi Anahita. “Kan şekeriniz düşmüştür.”
“Ve ahududu şerbeti,” dedi Arshan kırmızı bir içecekle dolu şişeleri kâselerin
yanına bırakarak. “Şu hayatta soğuk bir ahududu şerbetinin çözemeyeceği pek
az problem var.”
“Evinize bayıldım,” dedim. “Dekoratörünüz kim? Harlan Ellison mı?”
Farzad, babasına döndü.
“Hayatımı kurtardı, baba. Biliyorsun, oylama da yaptık. Bence vakti geldi.
Ne diyorsun?”
“Doğru,” dedi Arshan etrafındaki Escher’in eserlerini anımsatan merdiven
lere ve kıvrılarak üst katlara çıkan dar yollara bakarak.
“Yani evet mi?” diye sordu Farzad.
Arshan bacağını oturduğumuz sıradan aşırtıp bana döndü.
“Sence biz burada ne yapıyoruz?”
“Doğrusunu söylemem gerekirse, bana bir şey arıyormuşsunuz gibi geldi.”
Arshan beyaz, düzgün dişlerini göstererek sırıttı. “Bravo. Keki amcanın seni
neden sevdiği belli oldu. Burada gördüğün herkes büyük bir hazine avının bir
parçası. Çok değerli bir hazine sandığını arıyoruz.”
“Korsanların gömdüklerinden mi?”
“Sayılır. Ama bizimki bir tüccara ait. Küçük ve çok daha kıymetli.”
“Evdeki bunca tadilatın sebebi bu demek?”
“Listeyi getir, Farzad,” dedi Arshan.
Farzad gittiğinde Arshan anlatmaya başladı.
L_
“Büyük büyükbabam çok başarılı bir adammış. Hatırı sayılır bir servet
yapmış. Parsi geleneklerine göre gelirinin büyük bir kısmını hayır işlerine
ayırmasına rağmen, çağının en büyük tüccar ve sanayicileri kadar parası
varmış.”
Farzad döndüğünde uzun bankta yanıma oturdu ve babasına bir parşömen
rulosu verdi. Arshan bunu aldı ama açmadan anlatmaya devam etti.
“Ingilizler buradaki hâkimiyetlerinin son bulacağını anlayınca Bombay’ı
terk etmeye başlamış. Bazıları korku içindeymiş. İngiliz iş adamlarıyla karıları
büyük bir tepki görmekten korkuyormuş. O zaman bütün ülke karmaşa için
deymiş.”
“Ve büyük büyükbabanız doğru zamanda doğru yerdeymiş.”
“Büyük büyük dedemin bankaya ibraz etmediği büyük miktarda nakit pa
rası olduğu bilmiyormuş,” dedi Farzad.
“Hiçbir zaman doğru düzgün muhasebesi tutulmamış,” diye ekledi Arshan.
“O parayla ülkeden ayrılan İngilizlerden alışveriş yapmış,” diye tahmin yü
rüttüm.
“Aynen öyle. Hintli yetkililerin mücevherlerini çaldıklarını ya da zorla el
koyduklarını düşüneceklerinden korkan Ingilizler onları nakde çevirmeye baş
lamış. Büyük büyükbabam da bağımsızlıktan önce o mücevherlerden yüklü
miktarda almış ve onları saklamış.”
“Bu eve,” dedim.
Arshan iç çekti ve gözlerini bir arı kovanını andıran avluda dolaştırdı.
“Hâzinenin nerede olduğuna dair hiçbir ipucu yok mu?”
“Maalesef,” diye iç çekti Arshan. Parşömeni açtı. “Bu belgeyi eski bir ki
tabın arasında bulduk. Mücevherleri niteliği ve sayısı hakkında bütün bilgiler
var. Hatta sandık bile tarif edilmiş. Ama nerede oldukları hakkında tek kelime
yok. Büyük büyükbabam vaktiyle bu bloktaki üç evin de sahibiymiş. Hepsinde
oturmuş ve çalışmış.”
“Siz de aramaya başladınız.”
“Odalara ve bütün mobilyalara baktık. Gizli bir çekmece filan var mı diye
bütün eşyaların altını çevirdik. Sonra duvarlara geçtik. Yine gizli bir kapı ya da
panel var mı diye. Hiçbir şey bulamayınca duvarları kırmaya başladık.”
“Önce evlerimizin duvarlarından başladık,” dedi Anahita. Kareena önüme
porselen bir fincan koydu. “Ama sonra şu şeyi...”
“Ortak duvar,” dedi Arshan.
“Evet. O şeyi kırmaya başladık. Ama
bu
sefer de bütün eşyalar,
komşuları
mız Khan’ların evine düşmeye başladı.”
DAĞ GÖLGESİ ■ 149
“Gitti güzelim saatim,” dedi Zaheera. “Şu şelaleli saatlerdendi. Ama üzerine
bir şey düştü ve milyonlarca parçaya ayrıldı. Bir daha da aynısını bulamadım.”
“Khan’lar neler olduğunu merak etti tabii.”
“Babam gelip soruşturdu,” dedi Farzad’m arkadaşı Ali.
“İşin aslım öğrenmeden de gitmedi,” diye atıldı Farzad.
“Ailelerimiz sıkı dosttur,” dedi Ali. “Arshan amcayla Anahita teyze babama
gerçeği söylemeye karar vermiş. Böylece hazine avına biz de katıldık.”
“Büyük büyükbabamın sandığı ortak duvara saklayabileceğini düşündük,”
dedi Arshan. “Onların zamanında burada bir sürü tadilat yapılmış. Bu mesele
yi Khan’lardan saklayamazdık.”
“Suleiman’ım o gece eve geldiğinde bir aile toplantısı yaptık,” dedi Zaheera.
“Hazine avına katılmak istiyorsak evlerimizin arasındaki duvarı yıkacaktık.
Çok heyecanlıydı. Hep bir ağızdan konuşup duruyorduk.”
“Süperdi,” dedi Ali.
“Bayağı bir tartıştık ama sonunda hazine avına katılmaya karar verdik ve
ertesi gün duvarı yıkmaya başladık.”
“Ama hazine orada değildi,” dedi tatlı Kareena. “O zaman babamla konuş
maya karar verdiler.”
“Arshan’la Anahita bizi yemeğe çağırdı,” dedi Jaya gülümseyerek. “Bir bak
tık ki, bütün Daruvvalla’larla Khan’lar orada. İnşaatı da gördük tabii. Bizi de
hazine avına davet ettiler. Kocam Rahul hemen kabul etti. Ona macera olsun.”
“Kayıyor,” dedi Kareena. “Hem de karda.”
Herkes hayretle başlarını salladı.
“Sandığın burada olduğundan kesinlikle emin misiniz?”
“Evet,” dedi Farzad. “Hâzineyi Rahul amcaların duvarında da bulamayınca
çatıya ve ara katlara geçtik. Bir gün mutlaka bulacağız.”
“Sizin anlayacağınız, burası akıllı insanların yaşadığı bir tımarhane,” dedi
Kareena. “Biri Hindu, Biri Müslüman, öteki Parsi üç aile beraber mutlu mesut
yaşıyoruz.”
Etrafımdaki herkes bunu kafa sallayarak ya da omuz silkerek onayladı.
“Aramızda sen ben yok,” dedi Arshan. “Bu işte beraberiz. Hazine her aileye
eşit olarak dağıtılacak.”
“Eğer bulursanız,” dedim.
“Bulacağız elbette,” diye şakıdı herkes.
“Bu iş ne kadardır sürüyor?”
“Beşinci yılımızı doldurmak üzereyiz,” dedi Farzad. “Belgeyi bulduktan he
men sonra başladık. Khan’lar bir yıl sonra dâhil oldu, Malhotra’lar da ondan
altı ay kadar sonra. Ben üniversiteye gittim. Wall Street’te çalıştım. Geri dön
düm. O sırada hâzineyi aramaya başlamıştık zaten.”
“Gerçek mesleklerimiz bu değil tabii,” dedi Kareena Malhotra. “Benim
babam doktor. Ali’ninki, Suleiman amca, Bombay Üniversitesi’nde, hukuk
fakültesinde öğretmen. Arshan amca mimar. Bütün bunları onun sayesinde
yapabiliyoruz zaten. Yoksa ev başımıza yıkılır. Bütün gün dışarıda çalışmayan
larımız da burada çocuklarla ilgileniyoruz.”
“Hâzineyi geceleri ve tatillerde arıyoruz,” dedi Ali. “Ya da böyle günlerde
işte. Farzad dün gece gelmeyince hepimiz korktuk. Sayende tatil yapıyoruz,
ahbap. Sağ ol.”
“Sen iste yeter,” diye sırıttı Farzad.
“İki tane mutfağımız var,” dedi Anahita gururla. “Et yiyenlerle yemeyenle
rin yemekleri ayrı mutfaklarda pişiyor. Böylece hiç sorun olmuyor.”
“Aynen öyle,” dedi Jaya teyze. “Aslında kebap ve karnabaharla beslenen top
lumlar arasında büyük farklar olur. Ama iki mutfak olunca herkes istediğini
yiyor. Kül gibi geçinip gidiyoruz.”
“Gül,” diye düzeltti Anahita ve iki kadın birbirlerine gülümsedi.
“Bu işte birlikteyiz,” dedi Ali. “Kavgaya ne gerek var?”
“Bir de felsefî konularda anlaşabilsek,” diye mırıldandı Anahita.
“Bu durum... gerçekten ilginç ama...” diye başladım.
“Sana ilginç olacak dememiş miydim?”
“Evet ama bütün bunları bana neden anlattığınızı anlamadım.”
“Bir sorunumuz var,” dedi Arshan. Kaşlarını hafifçe çatmış, dürüstçe göz
lerimin içine bakıyordu. “O konuda bize yardımcı olabileceğinizi umuyoruz.”
“Nedir?”
“Birkaç hafta önce buraya şehir meclisinden bir müfettiş geldi. İnşaatı tef-
• »
tışe.
“Hazine aradığımızı bilmiyor tabii. Duvarları apartman yapmak için yıktı
ğımızı sanıyor.”
“Burada inşaat yapıldığım nereden öğrenmiş?” diye sordum.
“Sokaktan birileri şikâyet etti herhâlde,” dedi Arshan. “Birkaç ay önce bizi
çelik kirişleri taşırken gördü. Duvarları bölüm bölüm yıkarken kemerleri on
larla destekliyoruz.”
“Birkaç yıl önce bizim evi almak istemişti,” dedi Anahita. “Evi satmamız
için yapmadığı namussuzluk kalmadı. Biz direnince üzerine kaynar su dökülen
kediye döndü.”
“Kedilere kötülük etmek uğursuzluk getirir,” diye mırıldandı Zaheera.
“Lafın gelişi söyledim canım,” dedi Anahita. “Bir örnek verdik diye başımı
za taş yağmaz inşallah.”
“Yok, yok. Ama kedilere dikkat etmek gerek. Darda kalmadıkça örnek bile
vermeyeceksin.”
Herkes kafa salladı.
Kısa bir sessizlikten sonra konuştum.
“Kedileri bir tarafa bırakırsak, benden ne istiyorsunuz?”
“İnşaat izni,” dedi Arshan. “Meclis müfettişi bir sürü pazarlıktan ve yüklü
bir bahşişten sonra tadilata devam etmemizi kabul etti. Ama illa inşaat ruhsatı
alın diye tutturdu.”
“Bir sorun çıkarsa kendi kıçını kurtarmak için,” dedi Ali.
“O sahte ruhsat düzenleyemezmiş,” dedi Farzad. “Ama biz düzenlersek so
ruşturmayı kapatmaya söz verdi.”
“Sen belki bize bir ruhsat yapabilirsin, Lin,” dedi Arshan.
“Evet. Müfettiş de sahte belgeyi imzalar ve bizi rahat bırakır.”
“İşte bu kadar,” dedi Arshan dirseklerini masaya koyarak. “Bize yardım et
mezsen vazgeçmek zorunda kalacağız. Aksi hâlde, hâzineyi bulana kadar pes
etmek yok.”
“Belgeyi kendin de hazırlayabilirdin,” dedim Farzad’a. “Bana ihtiyacın yok ki.”
“İltifat ediyorsun,” diye sırıttı. “Ama birkaç sorun var. Birincisi, şehir mec
lisinde bağlantım yok. İkincisi, fabrikadaki çocuklar böyle bir konuda benden
emir almaz ve büyük ihtimalle bunu Sanjay’a yetiştirirler. Öte yandan, sen.
“Ben neden hep
Do'stlaringiz bilan baham: |