S h a n t a r a m



Download 7,58 Mb.
Pdf ko'rish
bet37/190
Sana22.07.2022
Hajmi7,58 Mb.
#838043
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   190
Bog'liq
Dağ gölgesi

Selamünaleyküm
,” dedim.
“Ve aleykümselam, ”
dedi Ali benimle tokalaşarak. “Rüyalar evine hoş 
geldin.”
Farzad bombayı patlattı: “Lin beni bu sabah hapisten çıkardı.”
“Hapis mi?” diye cıyakladı Anahita. “Keşke jöle olaydın!”
“Hanım, bak oğlan eve gelmiş. Bir sakin ol,” dedi Arshan. Bizi avlunun sol 
tarafındaki masaya götürdü. “Önce bir şeyler yiyelim, sonra konuşuruz.” 
Farzad hemen bir banka çöktü. “Kurt gibi acıktım.”
“Am-man!” diye bağırdı bir kadın Farzad’ın koluna yapışarak.
Açık yeşil, bol bir pantolon ve sarı-turuncu bir tunikten oluşan bir 
sal-
war kameez
giymişti. “Hapisten çıkmış. Mikroplu ellerle sofraya oturuyor. 
Hepimizi hasta mı edeceksin? Git, ellerini yıka!”
“Hadi sallanma,” dedi Anahita. “Sen de, Lin. Bizim oğlan mikroplarını 
sana da bulaştırmıştır.”


1
“Nasıl isterseniz, efendim,” dedim.
“Ama önceden uyarayım. Ben kararlılıktan yanayım. Sen özgür irade der­
sen külahları değişiriz.”
“Öyle bir niyetim yok, efendim.”
“Konu felsefe oldu mu, kaplan kesilirim.”
“Onu anladım, efendim.”
Açık mutfağın eviyesinde ellerimizi yıkayıp masaya geri döndük. Sarı- 
turuncu tunikli kadın bize hemen baharatlı et getirdi.
“Hadi, afiyet olsun,” dedi Farzad’ın yanağını çimdikleyerek. “Seni yaramaz!” 
“Daha hikâyemi dinlemediniz bile!” diye hayıflandı Farzad.
“Beni ırgalamaz,” dedi kadın diğer yanağını da çimdikleyerek. “Sen yara­
mazın tekisin. İyi şeyler bile yaparken öylesin.”
“Bir de mızmız ki,” diye atıldım.
“Ay orasını hiç sorma,” dedi Anahita.
“Sağ ol ya, Lin,” diye mırıldandı Farzad. “Biz de seni arkadaş bilirdik.” 
“Rica ederim. Lafı bile olmaz.”
Tunikli kadın, Farzad’ın yanağını son kez büktü.
“Mızmız çocuk!”
“Bu, Zaheera teyze,” dedi Farzad yanağını ovuşturarak. “Ali’nin annesi.” 
“Vejetaryen yemeklerini seviyorsan şu 
daal roti'y
i dene,” dedi açık mavi bir 
sari giyen başka bir kadın. “Mis gibi. Tazecik.”
Masaya iki küçük kâse safran rengi 
daal
ve kumaş bir peçeteye sarılı, taze 
pişen 
rotî
leri koydu.
“Ye, hadi ye,” dedi. “Çekinme.”
“Jaya teyze,” diye fısıldadı Farzad. “Zaheera teyzeyle Jaya teyze kimin eli 
daha lezzetli diye durmadan çekişir. Annem o kavganın dışında kalmayı yeğle­
di. En iyisi, diplomatik olmak. Ben etle başlıyorum, sen de 
daatvca
soğutma.” 
Yemekleri önümüze çekip yemeye başladık. 
Daal
gerçekten de enfesti. 
İştahım iki kadını da memnun etmişti. Gönül rahatlığıyla sofraya oturdular.
Uzun masada birkaç yetişkin ve çocuk daha vardı. Bazıları geldiğimizi du­
yup odalardan çıkmıştı.
Farzad masala soslu etinden bir lokma alıyordu ki, Anahita hiç beklenme­
dik bir anda arkasına geçip kafasına bir tane patlattı. Şimşek Dilip’le iyi bir ikili 
olabilirlerdi doğrusu. Masadaki bütün çocuklar kıkırdamaya başladı.
“Ahhh! Ne yapıyorsun, anne?”
“Şu yemeğin yerine taş ye taş! Zavallı babanın seni aradığı hendeklerdeki 
taşları tıkın!”


“Daal
nasıl olmuş?” diye sordu Jaya teyze.
“Müthiş,” dedim çabucak.
“Zavallı babacığın hendek hendek gezdi.”
“Hanım, ne olur, kapa artık şu hendek konusunu,” dedi Farzad’ın babası. 
“Oğlan bir anlatsın bakalım.”
“Dün gece Drum Beat’teydim,” diye başladı Farzad.
“Ay. Hangi parçaları çaldılar?” diye sordu on yedi yaşlarında bir kız.
Masanın ucuna doğru oturuyordu. Farzad’ın yüzüne bakmak için eğildi.
“Kuzen Kareena, Jaya teyzenin kızı,” diye açıkladı Farzad. “Kareena, bu da, 
Lin.”
Kız çekingen bir tavırla gülümsedi. “Merhaba.”
“Merhaba,” dedim.
Sebze kâsesinin dibini gördüğümde onu masanın ortasına doğru hafifçe 
ittim. Zaheera teyze hiç vakit kaybetmeden bir kap eti önüme sürdü. Az kalsın 
kucağıma düşecekti. Kâseyi iki elimle birden zor yakaladım.
“Teşekkür ederim.”
“Koyun eti öfkeye iyi gelir,” dedi Zaheera teyze bana göz kırparak.
“Ya? Teşekkür ederim.”
“Eee? Dün gece Drum Beat’teydin. Sonra?” dedi Arshan. “Evladım, ben 
sana kaç kere oradan uzak dur, demedim mi?”
“Laf dinler mi o?” Anahita oğlunun kafasına bir tane daha patlattı.
“Anne ya!”
“Senin lafların bir kulağından girip ötekinden çıkıyor. Ben sana dedim bu 
oğlanda edimsel koşullanma işe yarar diye. Ama sen Steiner’cısın. Al işte sana 
Steiner!”
“Durduk yere Steiner Okulu’nu suçlayamazsın,” dedi Jaya.
“Kesinlikle katılıyorum,” dedi Zaheera. “Yöntemleri çok sağlam. Benim 
Suleiman dün gece diyordu...”
“Gece kulübündeydin. Sonra?” dedi Arshan sabırla.
Farzad bir yandan annesinin elini gözleyerek devam etti. “Bir parti vardı... ”
“Yeni danslardan yapan var mıydı?” diye atıldı Kareena. “Yeni Mithun fil­
minin müziklerini çaldılar mı?”
“İstersen bu akşama sana o şarkıları hazır ederim,” dedi Ali, Farzad’ın ek­
meğinden kopardığı parçayı kemirerek. “Daha vizyona girmeyen filmlerin bile 
müziklerini bulurum.”
“Vay canına!” diye iç çekti Kareena.
“Evladım, ne oldu kulüpte?” dedi Arshan.
L_


Anahita elini kaldırarak araya girdi. “Sen o Steiner Okulu kulübündeyke
n
zavallı baban hendeklerde sürünüyordu!”
“Yok, hanım,” dedi Arshan şaşılacak bir sabırla. “Ben hendeklere bakmay
a
sonra çıktım. Bizim oğlan o sırada hapisteydi herhalde.”
“Beni neden içeri attılar hiç anlamadım,” dedi Farzad. “Yeminle bak. 
Tamam, küp gibi içtim. Bakın, onu açık açık söylüyorum. Sonra bir baktım, 
yerdeyim. Ondan sonra bir polis kafamın arkasına tekme attı. Senin vurduğun 
yere, anne. Bayılmışım. Polis cipinde uyandım. Beni nezarete attılar. Kimseyi 
aramama izin vermediler. Oradan biri Şirket’e haber vermiş. Onlar da Lin’i 
aramış. Geldi aldı beni. Sizin anlayacağınız, postu onun sayesinde kurtardım.” 
“Bu mu yani?” dedi Anahita. “Büyük maceran bu kadar mı?”
“Ben büyük bir macera yaşadım demedim ki,” diye karşı çıktı Farzad ama 
annesi mutfağa yönelmişti bile.
Arshan elini koluma koydu. “Oğlumuzu bize getirdiğin için teşekkür ede­
riz, Lin.”
Sonra yine Farzad’a döndü.
“Doğru anladım mı? Sen yerdeyken bir polis kafana tekme attı öyle mi? Ve 
o kadar sert bir tekme ki bayıldın?”
“Evet, baba. Ben kötü bir şey yapmadım. Yeminle bak. Zaten sarhoştum. 
Yerimden kalkamıyordum.”
“O polisin adını biliyor musun?” diye sordu Arshan düşünceli bir tavırla. 
“Şimşek Dilip diyorlar. Colaba’da komiser yardımcısı. Neden?”
“Babam çıldıracak,” dedi Ali. “O herifin rozetini elinden alacak.”
“Benim babam da tıp odasıyla konuşur,” dedi Kareena. “Rapor alırız. O 
adam bir daha polislik yapamayacak.”
Jaya da onlara katıldı. “Tabii ya. Yaptığı yanına kâr mı kalacak?”
“Ben de fikrimi söyleyebilir miyim?”
Herkes bana döndü.
“Ben Şimşek Dilip’i iyi tanıyorum. Rüşvet verirken bile zor biri. Sonraki 
hayatında bu kini olgunlukla taşıyabileceğini sanmıyorum.”
Bir an duraksadım.
“Devam et,” dedi Arshan.
“Rozetini elinden alamazsınız. Belki bir süreliğine başka bir yere sürülür o 
kadar. Ama görevden alınması zor. Çevresi geniş. Yanlış anlamayın, bunu hak 
etmedi demiyorum ama Dilip bir gün bir yolunu bulup mutlaka geri döner ve 
size dünyayı dar eder.”
“Elimiz kolumuz bağlı oturacak mıyız yani?” diye sordu Ali.


“Ben sadece eğer bu adamla uğraşmaya karar verirseniz amansız bir savaşa 
hazırlıklı olun diyorum. Ve onu hafife almak gibi bir hataya düşmeyin sakın.” 
“Katılıyorum,” dedi Arshan usulca.
“Ne?” diye bağırdılar Ali’yle Jaya koro hâlinde.
“Farzad şanslıymış. Lin haklı. Daha kötüsü de olabilirdi. Psikopat bir polisi 
ailemin başına bela etmek istemiyorum.”
“Edimsel koşullanmaya bir darbe daha,” dedi mutfaktan dönen Anahita. 
“Siz Steiner’cıların nesi var anlamıyorum. Hepiniz ödleksiniz!”
Arshan, karısına aldırmadı. “Bir daha o kulübe gitmeyeceksin,” dedi 
Farzad’a. “Duydun mu? Kesinlikle yasaklıyorum.”
Farzad başını önüne eğdi. “Evet, baba.”
“Bu mesele burada kapandı,” diye ilan etti Arshan ve masayı toplamak için 
kalktı.
O ve karısı birkaç tabağı mutfağa götürüp iki yeni kâse ve iki şişe meyve 
suyuyla geri döndü.
“Muhallebi yiyin,” dedi Anahita. “Kan şekeriniz düşmüştür.”
“Ve ahududu şerbeti,” dedi Arshan kırmızı bir içecekle dolu şişeleri kâselerin 
yanına bırakarak. “Şu hayatta soğuk bir ahududu şerbetinin çözemeyeceği pek 
az problem var.”
“Evinize bayıldım,” dedim. “Dekoratörünüz kim? Harlan Ellison mı?” 
Farzad, babasına döndü.
“Hayatımı kurtardı, baba. Biliyorsun, oylama da yaptık. Bence vakti geldi. 
Ne diyorsun?”
“Doğru,” dedi Arshan etrafındaki Escher’in eserlerini anımsatan merdiven­
lere ve kıvrılarak üst katlara çıkan dar yollara bakarak.
“Yani evet mi?” diye sordu Farzad.
Arshan bacağını oturduğumuz sıradan aşırtıp bana döndü.
“Sence biz burada ne yapıyoruz?”
“Doğrusunu söylemem gerekirse, bana bir şey arıyormuşsunuz gibi geldi.” 
Arshan beyaz, düzgün dişlerini göstererek sırıttı. “Bravo. Keki amcanın seni 
neden sevdiği belli oldu. Burada gördüğün herkes büyük bir hazine avının bir 
parçası. Çok değerli bir hazine sandığını arıyoruz.”
“Korsanların gömdüklerinden mi?”
“Sayılır. Ama bizimki bir tüccara ait. Küçük ve çok daha kıymetli.”
“Evdeki bunca tadilatın sebebi bu demek?”
“Listeyi getir, Farzad,” dedi Arshan.
Farzad gittiğinde Arshan anlatmaya başladı.
L_


“Büyük büyükbabam çok başarılı bir adammış. Hatırı sayılır bir servet 
yapmış. Parsi geleneklerine göre gelirinin büyük bir kısmını hayır işlerine 
ayırmasına rağmen, çağının en büyük tüccar ve sanayicileri kadar parası 
varmış.”
Farzad döndüğünde uzun bankta yanıma oturdu ve babasına bir parşömen 
rulosu verdi. Arshan bunu aldı ama açmadan anlatmaya devam etti.
“Ingilizler buradaki hâkimiyetlerinin son bulacağını anlayınca Bombay’ı 
terk etmeye başlamış. Bazıları korku içindeymiş. İngiliz iş adamlarıyla karıları 
büyük bir tepki görmekten korkuyormuş. O zaman bütün ülke karmaşa için­
deymiş.”
“Ve büyük büyükbabanız doğru zamanda doğru yerdeymiş.”
“Büyük büyük dedemin bankaya ibraz etmediği büyük miktarda nakit pa­
rası olduğu bilmiyormuş,” dedi Farzad.
“Hiçbir zaman doğru düzgün muhasebesi tutulmamış,” diye ekledi Arshan.
“O parayla ülkeden ayrılan İngilizlerden alışveriş yapmış,” diye tahmin yü­
rüttüm.
“Aynen öyle. Hintli yetkililerin mücevherlerini çaldıklarını ya da zorla el 
koyduklarını düşüneceklerinden korkan Ingilizler onları nakde çevirmeye baş­
lamış. Büyük büyükbabam da bağımsızlıktan önce o mücevherlerden yüklü 
miktarda almış ve onları saklamış.”
“Bu eve,” dedim.
Arshan iç çekti ve gözlerini bir arı kovanını andıran avluda dolaştırdı.
“Hâzinenin nerede olduğuna dair hiçbir ipucu yok mu?”
“Maalesef,” diye iç çekti Arshan. Parşömeni açtı. “Bu belgeyi eski bir ki­
tabın arasında bulduk. Mücevherleri niteliği ve sayısı hakkında bütün bilgiler 
var. Hatta sandık bile tarif edilmiş. Ama nerede oldukları hakkında tek kelime 
yok. Büyük büyükbabam vaktiyle bu bloktaki üç evin de sahibiymiş. Hepsinde 
oturmuş ve çalışmış.”
“Siz de aramaya başladınız.”
“Odalara ve bütün mobilyalara baktık. Gizli bir çekmece filan var mı diye 
bütün eşyaların altını çevirdik. Sonra duvarlara geçtik. Yine gizli bir kapı ya da 
panel var mı diye. Hiçbir şey bulamayınca duvarları kırmaya başladık.”
“Önce evlerimizin duvarlarından başladık,” dedi Anahita. Kareena önüme 
porselen bir fincan koydu. “Ama sonra şu şeyi...”
“Ortak duvar,” dedi Arshan.
“Evet. O şeyi kırmaya başladık. Ama 
bu 
sefer de bütün eşyalar, 
komşuları­
mız Khan’ların evine düşmeye başladı.”


DAĞ GÖLGESİ ■ 149
“Gitti güzelim saatim,” dedi Zaheera. “Şu şelaleli saatlerdendi. Ama üzerine 
bir şey düştü ve milyonlarca parçaya ayrıldı. Bir daha da aynısını bulamadım.” 
“Khan’lar neler olduğunu merak etti tabii.”
“Babam gelip soruşturdu,” dedi Farzad’m arkadaşı Ali.
“İşin aslım öğrenmeden de gitmedi,” diye atıldı Farzad.
“Ailelerimiz sıkı dosttur,” dedi Ali. “Arshan amcayla Anahita teyze babama 
gerçeği söylemeye karar vermiş. Böylece hazine avına biz de katıldık.”
“Büyük büyükbabamın sandığı ortak duvara saklayabileceğini düşündük,” 
dedi Arshan. “Onların zamanında burada bir sürü tadilat yapılmış. Bu mesele­
yi Khan’lardan saklayamazdık.”
“Suleiman’ım o gece eve geldiğinde bir aile toplantısı yaptık,” dedi Zaheera. 
“Hazine avına katılmak istiyorsak evlerimizin arasındaki duvarı yıkacaktık. 
Çok heyecanlıydı. Hep bir ağızdan konuşup duruyorduk.”
“Süperdi,” dedi Ali.
“Bayağı bir tartıştık ama sonunda hazine avına katılmaya karar verdik ve 
ertesi gün duvarı yıkmaya başladık.”
“Ama hazine orada değildi,” dedi tatlı Kareena. “O zaman babamla konuş­
maya karar verdiler.”
“Arshan’la Anahita bizi yemeğe çağırdı,” dedi Jaya gülümseyerek. “Bir bak­
tık ki, bütün Daruvvalla’larla Khan’lar orada. İnşaatı da gördük tabii. Bizi de 
hazine avına davet ettiler. Kocam Rahul hemen kabul etti. Ona macera olsun.” 
“Kayıyor,” dedi Kareena. “Hem de karda.”
Herkes hayretle başlarını salladı.
“Sandığın burada olduğundan kesinlikle emin misiniz?”
“Evet,” dedi Farzad. “Hâzineyi Rahul amcaların duvarında da bulamayınca 
çatıya ve ara katlara geçtik. Bir gün mutlaka bulacağız.”
“Sizin anlayacağınız, burası akıllı insanların yaşadığı bir tımarhane,” dedi 
Kareena. “Biri Hindu, Biri Müslüman, öteki Parsi üç aile beraber mutlu mesut 
yaşıyoruz.”
Etrafımdaki herkes bunu kafa sallayarak ya da omuz silkerek onayladı. 
“Aramızda sen ben yok,” dedi Arshan. “Bu işte beraberiz. Hazine her aileye 
eşit olarak dağıtılacak.”
“Eğer bulursanız,” dedim.
“Bulacağız elbette,” diye şakıdı herkes.
“Bu iş ne kadardır sürüyor?”
“Beşinci yılımızı doldurmak üzereyiz,” dedi Farzad. “Belgeyi bulduktan he­
men sonra başladık. Khan’lar bir yıl sonra dâhil oldu, Malhotra’lar da ondan


altı ay kadar sonra. Ben üniversiteye gittim. Wall Street’te çalıştım. Geri dön­
düm. O sırada hâzineyi aramaya başlamıştık zaten.”
“Gerçek mesleklerimiz bu değil tabii,” dedi Kareena Malhotra. “Benim 
babam doktor. Ali’ninki, Suleiman amca, Bombay Üniversitesi’nde, hukuk 
fakültesinde öğretmen. Arshan amca mimar. Bütün bunları onun sayesinde 
yapabiliyoruz zaten. Yoksa ev başımıza yıkılır. Bütün gün dışarıda çalışmayan­
larımız da burada çocuklarla ilgileniyoruz.”
“Hâzineyi geceleri ve tatillerde arıyoruz,” dedi Ali. “Ya da böyle günlerde 
işte. Farzad dün gece gelmeyince hepimiz korktuk. Sayende tatil yapıyoruz, 
ahbap. Sağ ol.”
“Sen iste yeter,” diye sırıttı Farzad.
“İki tane mutfağımız var,” dedi Anahita gururla. “Et yiyenlerle yemeyenle­
rin yemekleri ayrı mutfaklarda pişiyor. Böylece hiç sorun olmuyor.”
“Aynen öyle,” dedi Jaya teyze. “Aslında kebap ve karnabaharla beslenen top­
lumlar arasında büyük farklar olur. Ama iki mutfak olunca herkes istediğini 
yiyor. Kül gibi geçinip gidiyoruz.”
“Gül,” diye düzeltti Anahita ve iki kadın birbirlerine gülümsedi.
“Bu işte birlikteyiz,” dedi Ali. “Kavgaya ne gerek var?”
“Bir de felsefî konularda anlaşabilsek,” diye mırıldandı Anahita.
“Bu durum... gerçekten ilginç ama...” diye başladım.
“Sana ilginç olacak dememiş miydim?”
“Evet ama bütün bunları bana neden anlattığınızı anlamadım.”
“Bir sorunumuz var,” dedi Arshan. Kaşlarını hafifçe çatmış, dürüstçe göz­
lerimin içine bakıyordu. “O konuda bize yardımcı olabileceğinizi umuyoruz.” 
“Nedir?”
“Birkaç hafta önce buraya şehir meclisinden bir müfettiş geldi. İnşaatı tef- 
• » 
tışe.
“Hazine aradığımızı bilmiyor tabii. Duvarları apartman yapmak için yıktı­
ğımızı sanıyor.”
“Burada inşaat yapıldığım nereden öğrenmiş?” diye sordum.
“Sokaktan birileri şikâyet etti herhâlde,” dedi Arshan. “Birkaç ay önce bizi 
çelik kirişleri taşırken gördü. Duvarları bölüm bölüm yıkarken kemerleri on­
larla destekliyoruz.”
“Birkaç yıl önce bizim evi almak istemişti,” dedi Anahita. “Evi satmamız 
için yapmadığı namussuzluk kalmadı. Biz direnince üzerine kaynar su dökülen 
kediye döndü.”
“Kedilere kötülük etmek uğursuzluk getirir,” diye mırıldandı Zaheera.


“Lafın gelişi söyledim canım,” dedi Anahita. “Bir örnek verdik diye başımı­
za taş yağmaz inşallah.”
“Yok, yok. Ama kedilere dikkat etmek gerek. Darda kalmadıkça örnek bile 
vermeyeceksin.”
Herkes kafa salladı.
Kısa bir sessizlikten sonra konuştum.
“Kedileri bir tarafa bırakırsak, benden ne istiyorsunuz?”
“İnşaat izni,” dedi Arshan. “Meclis müfettişi bir sürü pazarlıktan ve yüklü 
bir bahşişten sonra tadilata devam etmemizi kabul etti. Ama illa inşaat ruhsatı 
alın diye tutturdu.”
“Bir sorun çıkarsa kendi kıçını kurtarmak için,” dedi Ali.
“O sahte ruhsat düzenleyemezmiş,” dedi Farzad. “Ama biz düzenlersek so­
ruşturmayı kapatmaya söz verdi.”
“Sen belki bize bir ruhsat yapabilirsin, Lin,” dedi Arshan.
“Evet. Müfettiş de sahte belgeyi imzalar ve bizi rahat bırakır.”
“İşte bu kadar,” dedi Arshan dirseklerini masaya koyarak. “Bize yardım et­
mezsen vazgeçmek zorunda kalacağız. Aksi hâlde, hâzineyi bulana kadar pes 
etmek yok.”
“Belgeyi kendin de hazırlayabilirdin,” dedim Farzad’a. “Bana ihtiyacın yok ki.” 
“İltifat ediyorsun,” diye sırıttı. “Ama birkaç sorun var. Birincisi, şehir mec­
lisinde bağlantım yok. İkincisi, fabrikadaki çocuklar böyle bir konuda benden 
emir almaz ve büyük ihtimalle bunu Sanjay’a yetiştirirler. Öte yandan, sen. 
“Ben neden hep 

Download 7,58 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   190




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©hozir.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling

kiriting | ro'yxatdan o'tish
    Bosh sahifa
юртда тантана
Боғда битган
Бугун юртда
Эшитганлар жилманглар
Эшитмадим деманглар
битган бодомлар
Yangiariq tumani
qitish marakazi
Raqamli texnologiyalar
ilishida muhokamadan
tasdiqqa tavsiya
tavsiya etilgan
iqtisodiyot kafedrasi
steiermarkischen landesregierung
asarlaringizni yuboring
o'zingizning asarlaringizni
Iltimos faqat
faqat o'zingizning
steierm rkischen
landesregierung fachabteilung
rkischen landesregierung
hamshira loyihasi
loyihasi mavsum
faolyatining oqibatlari
asosiy adabiyotlar
fakulteti ahborot
ahborot havfsizligi
havfsizligi kafedrasi
fanidan bo’yicha
fakulteti iqtisodiyot
boshqaruv fakulteti
chiqarishda boshqaruv
ishlab chiqarishda
iqtisodiyot fakultet
multiservis tarmoqlari
fanidan asosiy
Uzbek fanidan
mavzulari potok
asosidagi multiservis
'aliyyil a'ziym
billahil 'aliyyil
illaa billahil
quvvata illaa
falah' deganida
Kompyuter savodxonligi
bo’yicha mustaqil
'alal falah'
Hayya 'alal
'alas soloh
Hayya 'alas
mavsum boyicha


yuklab olish