anam domuz mu sikti,
dedim. Başka birine
maymun dölü
dedim. Sonra...”
“Yeter. Anladım.”
“Sonra kendimi yerde buldum. Ya ayağım bir şeye takıldı ya da biri çelme
taktı bilmiyorum. Sonra kafamın arkasına bir tekme yedim. Bayılmışım.”
“Şimşek Dilip mesaiye kalmış anlaşılan.”
“Evet, o yaptı. Siktiğimin müfettiş yardımcısı. Polis cipinin arka koltuğun
da uyandım. Şimşek Dilip ayağını göğsüme koymuştu. Sonra beni nezarete
attılar. Telefon etmeme de izin vermediler. Şey yüzünden...”
“Dâhiyane küfürlerin mi?”
“Evet. İnanabiliyor musun? Beni bütün gün orada tutarlar sandım. Yandın
oğlum dedim. Eşek sudan gelene kadar dayak yiyeceksin. Sen burada olduğu
mu nereden öğrendin?”
“Şirket, hücreleri temizleyen adamlara para veriyor. Biri tanımış seni. Haber
vermiş. Ben de geldim işte.”
“Nasıl sevindim anlatamam. İlk kez içeri girdim. Orada bir gece daha ge
çirsem ölecektim.”
“Sanjay bundan hiç hoşlanmayacak. Ortalığa dökülmeyelim diye yığınla
para harcıyor. Ona yeni bir şapka alman gerekecek.”
“Be-ben... Ama kafasının ölçüsünü bilmiyorum ki,” diye sızlandı. “Onu
sadece bir kere gördüm. Saygısızlık etmek istemem ama sanki vücuduna göre
biraz küçüktü.”
“Sanjay şapka takmaz.”
“Ama demin dedin ki...”
“Şaka yaptım. Diğerlerinde ciddiydim ama.”
“Ö-özür dilerim. Biliyorum fena sıçtım. Bir daha olmayacak. Sanjay’la ko
nuşsan. Hakkımda birkaç iyi laf etsen.”
Yanımıza bir taksi yanaştığında hâlâ gülüyordum. Naveen Adair arabadan
indi ve camdan eğilip şoföre parasını verdi. Sonra arka kapıyı açtı ve genç ve
güzel bir kadının inmesine yardım etti. Arkasını döndüğünde beni gördü.
“Lin! Ne haber, dostum? Hangi rüzgâr attı seni buralara?”
“Geliş sebebimi hiç söylemeyeyim istersen. Altı binini birden saymak uzun
sürer.”
Yanındaki kızı gözüm bir yerlerden ısırıyordu ama nereden?
Naveen ona baktığımı fark ederek “Ah,” dedi. “Bu, Divya. Divya Devnani.”
Tabii ya. Bombay’ın en zengin adamlarından birinin kızıydı. Ufak te
fek, atletik vücudu ve marka elbiseleriyle bütün şık davetlerde boy göste
riyordu.
Ondan çıkaramamıştım ya zaten. Bu sabah üzerinde basit, mavi bir tişört,
lapis boncuklu bir kolye ve hükmetmek için doğduğu o dünyanın markaların
dan birine ait olmayan bir kot pantolon vardı. Karşımda duran, gazetelerdeki
o kadının içindeki genç kızdı belki de.
“Memnun oldum,” dedim.
“Yanında ot var mı?” diye sordu.
Bir açıklama beklercesine Naveen’e baktım.
“Uzun hikâye,” diye iç çekti.
“Hayır, değil,” dedi kız. “Babam, Mukesh Devnani. Adını muhakkak duy-
muşsundur.”
“Polis merkezlerinin önünde uyuşturucu soran manyak bir kızı olan
adam mı?”
“Aman ne komik. Dikkat et, yoksa altıma işeyeceğim.”
“Neden uzun bir hikâye olmadığını anlatacaktın.”
Suratını astı. “Vazgeçtim. Meraktan çatla.”
“Babası avukat bir arkadaşı tutmuş,” diye başladı Naveen.
“O da bunu tutmuş,” dedi kız. “Birkaç hafta korumam olacak.”
“Emin ellerdesin.”
“Teşekkürler,” dedi Naveen.
“Sikeyim ben böyle işi,” dedi Divya.
“Gerçekten uzun bir hikâyeymiş, Naveen.”
“Başıma ne geldiyse o Bollywood psikopatından geldi,” dedi Divya. “Daha
ünlü bile değil. Sevgili olalım diye tutturdu. Hayır deyince de başladı beni
tehdit etmeye. İnanabiliyor musunuz?”
“Film piyasası ayrı bir âlem,” dedim.
“Bir de bana sor. Yanınızda haşhaş filan yok mu ya?”
“Bende kralı var,” diye atıldı Farzad.
Hepimiz ona döndük.
Elini pantolonunun içine sokup bir süre orayı kurcaladıktan sonra şeffaf
kâğıda sarılı on gramlık bir Kashmiri haşhaşı çıkardı.
“Al,” dedi bunu Divya ya uzatarak. “Benden sana hediye olsun.”
Divya’nın suratı dehşetle çarpıldı.
“Bir dakika. Sen onu donundan mı çıkardın?” diye sordu öğürerek.
“Şey... evet. Ama donumu daha dün değiştirdim. Valla bak, yeminle.”
“Kim bu herif?” diye sordu Divya, Naveen’e.
“O tanımaz. Benim arkadaşım,” dedim.
Farzad haşhaşı cebine sokmaya hazırlandı. “Kusura bakmayın. Kötü bir ni
yetim...”
“Dur! Ne yapıyorsun?”
“Ben... istemediğini sandım.”
“Kâğıdı aç,” dedi Divya. “Haşhaşa dokunma sakın. Kâğıtta kalsın. Hele
bana dokunmayı aklının ucundan geçirme. Yağma yok. Bak, hemen anlarım.
Senin gibileri avucumun içi gibi bilirim ben. Açtın mı? Hah. Şimdi yavaşça
uzat elini.”
Farzad titreyen elleriyle haşhaşın kâğıdını açtı. Bir ara minik sosyete kele
beğine baktı.
“Aklından bile geçirme,” diye uyardı Divya.
“Yeminle geçirmedim.”
“İğrençsin.”
Farzad sonunda kâğıdı açtı. Divya’nın emrettiği gibi haşhaşa hiç dokun
madı. Divya başparmağı ve işaret parmağıyla bunu aldı. Bir parçasını kırdı.
Gerisini gümüş rengi cüzdanına attı.
Bir sigara çıkardı. Ucundan biraz tütün alıp yere attı ve minik haşhaş parça
sını içine sıkıştırdı. Sigarayı dudaklarının arasına koyup yakması için Naveen’e
döndü. Naveen tereddüt ediyordu.
“Bana iyi bir fikir gibi gelmedi.”
“Bunu içmeden polislerle konuşamam,” dedi. “Üst kat hizmetçisi bana bir
sigara vermeden alt kat hizmetçisiyle bile konuşamam.”
Naveen sigarayı yaktı. Divya dumanı içine çekti, birkaç saniye ciğerlerinde
tuttu ve üfledi. Naveen bana döndü.
“Babası oyuncudan şikâyetçi olmuş. Adam rolünü iyi yapmış. Onu ziyaret
ettim. Bir daha Divya’nın karşısına çıkmamaya ikna oldu. Ama şikâyeti geri al
mak gerek. Bunu da Divya’nın bizzat yapması gerekiyor. Gazeteciler gelmeden
işimizi bitirelim diyorum ama laf anlatamıyorum.”
Divya sigarayı yere atıp ayakkabısının burnuyla ezdi. “İyi be. Yürü gidelim
hadi.”
Naveen’le tokalaşırken bir an elini bırakmadım.
“George’ların peşindeki adamın adı, Wilson. Kaldığı yeri de öğrendim.”
“Mahesh,” dedi. “Biliyorum. Bütün bu karmaşanın arasında sana haber
vermeyi unuttum. Dün gece adamı takip ettim. Sen ne buldun?”
“Polisten yardım istemiş.”
i
“Almış mı bari?”
“Dilip’i biliyor musun? Komiser yardımcısı?”
“Şimşek Dilip. Birkaç hoş hatıramız var.”
“Bay Wilson rüşvet vermeye yanaşmamış. Bizimki de onu dışarı atmış.”
“İnandın mı?”
“Prensip olarak ona inanmam.”
“Şu Wilson denen herifi bir yoklamamı ister misin?”
“Daha değil. Sonra birlikte gideriz. Ama bir araştır bakalım. Ne bulursan
haber ver.”
“Tamamdır,” dedi gülümseyerek. “Yine konuşu-”
“Bir siktirip gidebilir miyiz artık?” diye bağırdı Divya. “Ben hayatımda bu
kadar uzun ayakta durmadım.”
Naveen bana veda edip zavallı, zengin kızla birlikte kemerin altından geçti.
“Farzad!” diye bağırdı Farzad, Divya’nın arkasından. “Adım, Farzad!”
Divya gözden kaybolduğunda genç Parsi sırıtarak bana döndü.
“Vay anasını! Ne güzel kız! Hakkını vermek gerek. Karakteri de sağlammış.
Normalde bunun gibilerin yanına bile yanaşamazsın. Ama Divya ne doğaldı
değil mi? Hem...”
“Keser misin şunu?”
İtiraz etmek için ağzını açmıştı ki, suratımdaki ifadeyi görüp sustu.
“Özür dilerim,” dedi utana sıkıla. “Ama gözlerinin rengini gördün mü?
Acayip parlaktı. Sanki böyle parlak bir şeye batırılmış gibi. Bal kâsesi mi de
sem, şeker...”
“Farzad, sus! Daha kahvaltı bile etmedim.”
“Özür dilerim, Lin. Ah, bak ne diyeceğim? Bizde kahvaltı etsek ya? Bu hafta
gelecektin zaten. Söz vermiştin.”
“Cevabımı tahmin ediyorsun herhalde?”
“Ne olur gel. İşe gitmeden önce banyo yapıp üzerimi değişmem gerek.
Annemle babamı da görürüm. Daha sofrayı kaldırmamışlardır. Seninle tanış
maya can atıyorlar. Hem benim hayatımı kurtardın.”
“Yok artık.”
“Ya lütfen. Seninle tanışmayı çok istiyorlar. Bizim ev eğlencelidir. Hiç sı
kılmazsın.”
“Farzad, bak...”
“Hadi gel, gel. Geliyorsun bak. İtiraz istemem.”
O sırada dört motosikletli yanımızda durdu. Sanjay Şirketi’nin adamlarıy
dı. Grubun lideri, Abdullah’ın zorba takımından genç asker Ravi’ydi.
“Ne haber, Lin?” dedi aynalı gözlüğünü çıkarmadan. “Birkaç Akrep
Kale’nin oradaki mekânlarımızdan birinde kahvaltı ediyormuş. Hadlerini bil.
dirmeye gidiyoruz. Geliyor musun?”
Farzad’a baktım.
“Bu seferlik kalsın,” dedim. “Kahvaltıya sözüm var.”
“Yaşasın!” diye şakıdı Farzad.
“Tamam, görüşürüz, Lin,” dedi Ravi. “Sana bir hatıra getiririm.”
“Sakın,” dediysem de çoktan gazlamıştı.
Kale bölgesi, polis merkezine yarım saatlik yürüme mesafesindeydi.
Sanjay’ın malikânesiyle aramız da aşağı yukarı o kadardı. Akrepler evin bu ka
dar yakınına gelebiliyorsa, Sanjay’ın kaçındığı savaş çoktan kapısında demekti.
“Bir gün beni de yanlarına alırlar mı dersin?” diye sordu Farzad trafiğe ka
rışan motorların arkasından bakarken. “Acayip havam olurdu.”
Daha dün gece bir tekmeyle yere serilen genç kalpazana baktım. Şimdiden
birilerini dövmenin hevesindeydi. Ama bunun aptallıkla ya da duyarsızlıkla
bir ilgisi yoktu. Onun kardeşlik ve kan üzerine kurulu şiddet fantezileri bir ço
cuğun budalaca cesaretinden ibaretti. Farzad bir gangster değildi. Bir hücrede
birkaç saat kalmak bile dağılmasına yetmişti. O, yalnızca kendine kötü bir iş
seçen iyi bir çocuktu o kadar.
“Eğer bir gün onlarla gidersen ve bu, benim kulağıma gelirse, defterini ken
di ellerimle dürerim bilmiş ol.”
Bir an düşündü.
“Kahvaltıya geliyor musun sahiden?” diye sordu sonra.
Kolumu omzuna attım. “Geliyorum. Yeminle bak.”
yor. Sürücüler diğer sürücülere yol soruyor, yabancılar yabancılarla konuşuyor,
polisler suçlularla konuşuyor, solcular sağcılarla ve eğer bir yere bir mektup
ya da paket gönderecekseniz açık adresin yanına mutlaka birkaç tarif ekle
melisiniz: Heera Panna’nın karşısı ya da Copper Chimney’ye yakın gibi. Ve
Bombay’da her bir kelime,
Do'stlaringiz bilan baham: |