Hapı yuttuk,
diye düşündüm.
Şimşek Dilip bir sadistti. Birkaç yıl önce ben de mahkûmlarından biriy
dim. Oradan biliyordum. Beni dövmüştü. Mutsuz açlığını benim çaresiz
liğimle doyurmaya çalışmıştı. Gözlerini yüzümdeki çürüklerde gezdirirken
dudaklarının zevkle seğirdiğini fark ettim. Bunu yeniden yapmayı ne çok
istiyordu kim bilir?
Ama onunkinde olmasa bile benim dünyamda işler değişmişti. Artık Sanjay
şirketi için çalışıyordum ve polis merkezine resmen su gibi para akıtıyorduk-
Dilip sapkın zevklerini tatmin etmek için bunu tehlikeye atamazdı.
DAĞ GÖLGESİ ■ 133
Başım yana eğip çenesini hafifçe kaldırdı. Kendince hatırımı soruyordu.
“Patron içeride mi?” dedim.
Dişlerini göstererek sırıttı. Patronuyla anlaşırsam avucunu yalayacağını iyi
biliyordu.
“Komiser meşgul,” dedi. “Ben yardımcı olabilir miyim?”
“Belki...” Etraftaki polislere baktım.
Sözüm ona işlerine dalmışlardı. Yine de haklarını vermek gerekti. Zira
Hindistan’da birini dinlemiyormuş gibi yapmak bile hasret kaldığımız türden
bir kibarlıktı.
“Santosh! Bize
chai
getir!” diye böğürdü Dilip, Marathi dilinde. “Taze dem
le ha! Siz de çıkın barakayı dolaşın bakayım.”
Baraka, polis merkezinin bodrumunda şiddet eğilimli ve işkenceye şiddet
le karşı çıkan mahkûmların kapatıldığı yerdi. Genç polisler birbirlerine bakıp
aralarında bir şeyler fısıldaştı.
“Ama baraka boş, efendim.”
“Ben size baraka dolu mu diye sordum mu?”
“Ha-hayır, efendim.”
“O zaman dediğimi yapın. Hadi marş marş!”
“Peki efendim!” diye bağırdı memurlar hep bir ağızdan ve yumuşak kasket
lerini alıp çıktılar.
“Aranızda bir şifre belirleseniz daha iyi olmaz mı?” diye önerdim. “Saat başı
bağırıp çağırmak zor olmuyor mu?”
“Aman ne komik,” dedi Dilip. “Söyle ne istiyorsun ya da bas git buradan.
Zaten bok gibi başım ağrıyor. Hırsımı senden çıkarmayayım.”
Dürüst polisler birbirine benzer ama ahlaksızlarının hepsi ayrı bir âlemdir.
Hepsi rüşvet alır. Ama bazıları parayı isteksizce, bazıları açgözlülükle kabul
eder. Kimileri kızar, diğerleri neşelenir. Bazılar işi şakaya vurur, bazıları yokuş
yukarı koşmuş gibi terler. Bunu bir rekabete dönüştürmek isteyenler de olur,
seninle kanka olmaya çalışanlar da.
Dilip öfkelenirdi. Hatta karşısındakinin ağzını burnunu kırmak isterdi.
Bereket bütün kabadayılar gibi yağcılığa hiç dayanamazdı.
“Bu işi aramızda halledeceğimize sevindim,” dedim. “Patil’e kalsak ayvayı
yemiştik. O senin gibi kurnaz değil. Kriz yönetimi sıfır. Ama sen öyle misin?
Sana boşuna Şimşek Dilip dememişler.”
Aslında bu lakabı ona cilalı botları yüzünden takmışlardı. Zincirli bir ada
mı en beklemediği anda avlamalarıyla ünlüydüler. Ve Dilip’in tekmesi asla
İkincisini gerektirmezdi.
“Çok doğru,” dedi gururla şişinerek. “Senin için ne yapabilirim?”
“Nezarette bir adam var. Farzad Daruwalla. Onun kefaletini ödemeye geldim,’
“Kefaleti mahkeme belirler, polis değil,” dedi Dilip ıslak bir sırıtışla.
“Öyle tabii ama senin gibi vizyon sahibi bir adam bu meseleyi mahkemeye
taşımadan halledebilir şüphesiz. Hem kimsenin vaktini boşuna harcamamış
oluruz.”
“Kim bu? Senin için neden önemli?”
“Ah. Beş bin tane sebebi var,” dedim cebimde önceden hazırladığım para
ları çıkarırken.
Kaşlarını çattı. “Vizyon sahibi bir adam bundan çok daha fazlasını düşü
nebilir.”
“Şimşek,” dedim usulca. Para tomarını ikiye katlayıp elimle kapadım ve
masanın üzerinden ona doğru ittim. “Neredeyse iki yıldır seninle aynı oyunu
oynuyoruz ve ikimiz de biliyoruz ki, eğer istersem nezaretteki adamla neden
ilgilendiğimi tam beş bin sebeple başmüfettişe de açıklayabilirim. Beni bu dert
ten kurtarırsan müteşekkir olurum.”
Verandada Santosh’un ayak seslerini duyduğumuzda Şimşek Dilip lakabına
yakışacak bir hızla elini benimkinin üzerine kapadı. Elimi usulca çektim ve
Dilip paraları cebine attı.
Genç polis memuru Santosh bize çay servisi yaparken Dilip, “Dün gece
kulübünden aldığımız adamı getir,” dedi.
“Baş üstüne,” dedi Santosh ve odadan fırladı.
Bu arada diğer polisler ofise dönmüştü ama Dilip elini kaldırdı.
“Neden geldiniz?”
“Barakaya baktık, efendim. Bir terslik yok.
Chai
söylediğinizi görünce şey
diye düşündük...”
“Gidin, bir daha bakın!” diye böğürdü Dilip ve tekrar bana döndü.
Genç memurlar süklüm püklüm ofisten çıktı.
“Yardım edebileceğim başka bir konu var mı?” diye sordu Dilip alayla.
“Aslında, evet. İki haftadır Colabada bir adam dolanıyormuş. Beyaz saçlı,
lacivert takım elbiseli bir adam.”
George’ların adamının kimliğini öğrenmek için biraz daha fazlasını verme
ye razıydım.
“Demek beyaz saçlı ve lacivert takım elbiseli ha?” dedi alayla. “Tanıyorsam
ne olacak?”
“Kim olduğunu neden öğrenmek istediğime dair bin tane sebep sayabi
lirim.”
DAĞ GÖLGESİ ■ 135
Gülümsedi. Cebimden parayı çıkarıp yine elimle kapatarak ona doğru
ittim.
“O sebepler seni Mahesh Otel’deki Bay Wilson’a götürebilir.”
Elini benimkinin üzerine kapadı. Bir an duraksadım.
“Kim bu adam? Ne istiyor?”
“Birini arıyor. Ötesini bilmem.”
Elimi kaydırdığımda parayı kaptı.
“Aradığı kişiyi bulmasına yardım ettin mi?”
“Bana doğru düzgün bilgi vermedi. Ben de kovdum gitti.”
“Madem birini...” diye başlamıştım ki, Santosh yanında Farzad’la içeri
girdi.
Genç Parsi kalpazan sağlam görünüyordu ama ödü patlamıştı. Kesik ke
sik soluyordu. Gözlerindeki bu bakışı tanıyordum. Dayak yiyeceğini sanan bir
adamın bakışlarıydı. Sonra beni gördü ve yüzünde güller açtı. Hemen bana
doğru seğirtti.
“Ah, seni gördüğüme nasıl sevindim anlatamam, dostum. Burada...”
Ayağa kalkıp elimi göğsüne koydum.
“Yavaş,” dedim Şimşek Dilip’in duymaması gereken bir şey söyleyeceğin
den endişelenerek. “Önce Sayın Komiser Yardımcısı’na teşekkür et. Daha fazla
vaktini almayalım.”
Farzad avuçlarını birbirine bastırıp “Teşekkür ederim, efendim,” diye yal
taklandı. “Yüce gönlünüzle affettiniz beni.”
Dilip arkasına yaslandı.
“Defol. Bir daha da buralarda görmeyeyim seni.”
Farzad’ı kolundan sürükleyerek önce odadan, sonra binadan çıkardım.
Girişteki kemerin birkaç adım ilerisinde iki sigara yaktım ve birini ona
verdim.
“Anlat.”
“Dün gece içkiyi fazla kaçırmışım. Drum Beat’te büyük bir parti vardı. Çok
acayipti, dostum. Beni görmeliydin. O biçim dans ettim. Valla bak, yeminle.”
“Sabahın altısında beni yatağımdan neden kaldırdın, sen onu söyle.”
“Affedersin, dostum. Saat bir gibiydi. Mekânı kapamak için polisler geldi.
Biri itiraz edip olay çıkardı. Ben de gaza geldim. Polise demediğimi bırakma
dım. Manyak küfrettim.”
“Küfür mü ettin?”
“O-hooo. Benim küfurbazlığım ünlüdür.”
“Kaç yaşındasın sen, Farzad? Koca adamın övündüğü şeye bak!”
“Ama doğru söylüyorum. Bizim mahallede bana...”
“Bırak şimdi. Ne dedin onu söyle.”
“Şişko bir polis vardı. Ona,
Do'stlaringiz bilan baham: |