chai
ve
paan
satıcıları göründü. Yangını izle
yenlerden üç beş kazanıp ceplerini doldurmanın derdindeydiler. Hemen arka
larından itfaiye ve polis geldi.
itfaiyeciler hortumları binanın yan tarafına sürükledi ama uçlarından gelen
su ip gibiydi. Polisler bambu coplarıyla meraklı kalabalığı dağıttı ve yangının
tam karşısında kendilerine geçici bir karargâh kurup çaycılardan birini yanla
rına çağırdılar.
Endişelenmeye başlamıştım. Amacım işkence kulübesini yakmaktı. Bana
gayet iyi bir fikir gibi gelmişti. Vishnu oraya bir mesaj bırakmamı istiyordu
ve bundan daha net bir mesaj alamayacağı kesindi. Ama yangının yayılmasını
istemiyordum.
Pirinç Atinalı miğferleri takan itfaiyeciler çaresizdi. Alevler birkaç dakika
içerisinde açık alandan en yakındaki binaya sıçrayabilirdi.
Sonra bir gök gürültüsü patladı. Etraftaki bütün camlar zangırdadı. Her bir
kalp titredi. Gökyüzü yeniden sarsıldığında bütün âşıklar, komşular ve hatta
yabancılar korkuyla birbirlerine sokuldu.
Şimşeklerle tepemizde buluttan fenerler yandı. Köpekler vızıldayarak kaçış
tı. Nemli gece havasında serin bir rüzgâr esti. İncecik gömleğime buzdan bir
bıçak saplandı sanki. Sonra bu dondurucu rüzgâr dindi ve ipek bir perdenin
silkelenişini andıran nemli bir hava dalgası bütün sokağı şöyle bir dolaştı.
Ve yağmur başladı. Gece ıslandı. Su damlaları ağır, kaşmir bir pelerin gibi
omuzlarımıza çöktü.
Kalabalıktan sevinç çığlıkları yükseldi. Yangın çabuk unutulmuştu. Herkes
dans ediyor, ayaklar ıslak sokağı dövüyordu.
Alevler son bir tıslamayla söndü. İtfaiyeciler de dans eden insanlara katıldı.
Biri bir müzik açtı. Ciplerinin yanındaki polisler bile kıvrak ritimle salınmaya
başladı. Dansçılar ıslak bir devinimle dalgalanıyor, ayaklarının dibindeki su
birikintilerinin renkleri kıyafetlerine vuruyordu.
Ben de dans ettim. Islak bir ışık nehrine bıraktım kendimi. Deniz toprağı
yuttu. Rüzgâr mutlu bir köpek sürüsü gibi hoplayıp zıpladı. Şimşeklerin ışığı
sokağı yıkadı. Her bir taş sevinçle iç çekerek sıcak nefesini üfledi. Yüzlerimize
hayata duyduğumuz inanç kazındı. Eller kahkahalarla buluştu. Gölgeler dansı
mıza katıldı, göklerin suyunu içtiler. Mevsimin ilk yağmuru güneşin günahla
rını silerken ben dans ettim. Mutlu bir aptal gibi.
“Uyumuyorsun işte.”
“Uyuyorum.”
“Uyuyorsan benimle nasıl konuşuyorsun?”
“Kâbus görüyorum.”
“Nasıl?”
“Bildiğin kâbus.”
“Ne görüyorsun?”
“Korkunç. Haftalardır ilk kez uyuyorum ve ısrarcı bir ses beni rahat bırak
mıyor.”
Lisa kıkırdadı. “Kâbusa bak! Bir yıl sanat işine gir, bak daha neler gö
rürsün.”
“Giderek korkunçlaşıyor. Ses susmak bilmiyor.”
Lisa nihayet sustu. Ama gözleri açıktı, biliyordum. Bir kadından yeterince
hoşlandığınızda bunu anlarsınız. Tepemizdeki pervane yavaşça dönerek ıslak
muson havasını dağıtıyordu. Tahta kepenklerin arasından sızan sokağın ışığı
yatağın yanındaki duvarı yatay çizgilerle donatıyordu.
Sabah olmasına bir yarım saat daha vardı ama sahte şafak odadaki gölgeleri
yatıştırmıştı. Yastığımın yanına koyduğum elim de dâhil bütün yüzeyler ger
çekdışı, gri bir ışıkla kaplıydı.
Karla bir keresinde buna
peyote etkisi
demişti. İyi bir tanımdı. Uyuşturucu
maddelerin bütün evreni aynı tona boyama eğilimi bir hayal gücünün yarattığı
sahte şafağa benziyordu gerçekten de. Karla hep çok akıllıydı. Ve komik.
Gözlerim kapandı. Neredeyse dalıyordum. Avucumda minik bir peyote
L
düğmesiyle karanlığa yuvarlanıyordum ki...
Do'stlaringiz bilan baham: |