ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Leopold’ün neşeli gürültüsüne adım attığımda, gözlerimi masalarda dolaş
tırdım. Lisa’yla Vikram’a bakıyordum ama gözüm sevgili dostum Didier’ye
takıldı. Yanında Kavita Singh ve Naveen Adair vardı.
“Ne o? Kıskanç bir kocanın gazabına mı uğradın?” diye bağırdı Didier da
ğılan suratımı hayranlıkla süzerek. “Seninle gurur duyuyorum, dostum!”
“Hayallerini yıkmak istemezdim ama duşta kayıp düştüm,” dedim onunla
ve Naveen’le tokalaşmak için elimi uzatırken.
“Duş da sana karşılık verdi galiba,” dedi Naveen.
“Hayrola? Şimdi de tesisat dedektifçiliğine mi soyundun?”
“Sebep ne olursa olsun günahların suratına kazınmış, dostum,” dedi Didier.
“Bunu kutlamak gerek.”
“Haftalık İsimsiz Günahkârlar toplantısını açıyorum,” dedi Kavita.
Naveen hemen geyiğe sardı. “Merhaba. Ben Naveen ve bir günahkârım.”
“Merhaba Naveen,” dedik hep bir ağızdan.
Naveen güldü. “Nereden başlasam bilmiyorum...”
“Bütün günahlar kabulümüz,” dedi Didier.
Naveen bir süre düşünmek için izin istedi.
“Yeni imajın yakışmış,” dedi Kavita Singh oturduğumuzda.
“Eminim, bütün çürüklere aynı iltifatı ediyorsundur.”
“Sadece benim çürüttüklerinle.”
Güzel ve zeki gazeteci Kavita’nın tercihi hemcinslerinden yanaydı ve şehir
de bunu açıkça söylemekten çekinmeyen birkaç kadından biriydi.
“Şuna baksana Kavita,” diye mızmızlandı Didier, Naveen’i işaret ederek.
“Belli ki konuşmayacak. Bari sen bir günahını anlat.”
Kavita gülerek günahlarını sayıp dökmeye başladı.
“Senin duş dişli çıkmış,” dedi Naveen bana doğru eğilerek. “Tam bir pro
fesyonel.”
Çabucak yüzüne baktım. Onu sevmeye hazırdım. Hatta çoktan sevmeye
başlamıştım. Ama Naveen hâlâ bir yabancıydı ve ona güvenebileceğimden
emin değildim. Hem
profesyonelce
dayak yediğimi nereden anlamıştı?
Aklımdan geçenleri okumuşçasına gülümsedi.
“Suratının iki tarafına da eşit vurmuşlar. Sağlı sollu. Gözlerin morarmış
ama kapanmamışlar. Bileklerinde de izler var. Görüyorsun ya? Tahmin etmek
o kadar da zor değil.”
“Diyelim, haklısın. Ne fark eder?”
“Biraz alındım doğrusu.”
“Neden?”
“Beni davet etmediğin için.”
“Partiyi ben vermedim ki.”
“Belki sen de bir tane verirsin.”
“Bilmem. Bu ara yalnızlık çekiyorsun galiba?”
“Belki. Bir dahakine mutlaka haber ver.”
“Ben iyiyim,” dedim. “Yine de düşündüğün için sağ ol.”
“Hop. Herkesin içinde kulaktan kulağa konuşulmaz,” diye bağırdı Didier,
öfkeli bir garson içkilerimizi sertçe masaya koyduğunda. “Ortada kıskanç bir
koca ve yasak bir aşk yoksa bize itiraf edecek başka bir günah bulacaksın, o
kadar!”
“Buna içilir,” dedi Kavita.
“Günah işlemek neden yasak biliyor musun?” diye sordu Didier ona, mavi
gözleri parlayarak.
“Eğlenceli olduğu için mi?”
“Hayır, günah işlemeyenlerle gırgır geçtiği için,” dedi Didier bardağını kal
dırarak.
Kavita da bardağım kaldırdı. “Milleti bağlayıp bir güzel pataklayanlara içi
yorum!”
“Süpermiş!” diye bağırdı Didier.
Naveen de bardağını kaldırdı. “Şerefe.”
“Ben almayayım,” diye homurdandım.
Bugün insanları bağlayıp dövenlere içebileceğimi hiç sanmıyordum.
“Neden?” diye sordu Kavita.
“Ben özgürlüğün her çeşidine içiyorum,” dedim.
“Şerefe o zaman,” dedi Naveen.
“Didier daima özgürlükten yanadır,” diye atıldı Didier bardağını kaldı
rarak.
Kavita bardağını bizimkilerle tokuşturdu. “Anlaştık. Her çeşit özgürlüğe.”
Bardaklarımızı masaya bırakmıştık ki, Concannon’la Stuart Vinson yanı
mıza geldi.
“N’aber dostum?” dedi Stuart bana elini uzatarak. “Suratına ne oldu?”
Concannon güldü ve belirgin Kuzey İrlandalı aksanıyla konuştu. “Biri
kıçını tekmelerken kafasını da öksüz bırakmayalım demiş. Hakikaten ne iş
oğlum?”
“Duş mevzusu,” dedi Kavita.
Concannon ona yılışma fırsatını kaçırmadı. “En sevdiğim,” dedi kızın üze
rine eğilerek. “Senin mevzun ne?”
“Önce sen buyur,” diye yapıştırdı Kavita.
Concannon zafer kazanmışçasına sırıttı.
“Valla benim mevzum benim olmayan her şeyle. Bak, ne kadar açıksözlü-
yüm. Sıra sende.”
“Yalnızlık,” dedi Kavita. “Tedavi oluyorum.”
“Nefret terapisi diye bir şey var,” dedi Naveen gözlerini Concannon’a dike
rek. “Hiç duydun mu?”
Concannon bir kahkaha patlayıp yan masadakilerden izin almadan iki san
dalye çekti. Vinson’ı omuzlarına bastırarak birine zorla oturttu.
Diğer sandalyeyi ters çevirip kendi de oturdu ve kaslı kollarını arkalığına
dayadı.
“Ne içiyoruz?”
Didier’nin içki söylemediğini fark ettim. Hâlbuki masasına oturan herke
se içki ısmarlamak âdetiydi. Başımı çevirdiğimde onu Concannon’a bakarken
buldum. Didier’yi en son birine böyle bakarken gördüğümde elinde bir silah
vardı ve saniyeler sonra onu ateşlemişti.
Garsona el ettim, içkileri söylediğimde Didier’nin dikkatini dağıtmak için
konuyu değiştirdim.
“Seni iyi gördüm, Vinson.”
“Süperim,” dedi genç Amerikalı. “Kârlı bir iş yaptık. Kucağıma düştü di
yebilirim. Daha doğrusu, Concannon’la ikimizin kucağına. Onun için, içkiler
bizden.”
Siparişimiz geldiğinde Vinson parayı ödedi ve bardaklarımızı kaldırdık.
“Kârlı anlaşmalara,” dedi Vinson.
“Ve onları kârlı kılan denyolara,” diye ekledi Concannon hemen.
Bardaklarımızı tokuşturduk ama Concannon ortamın içine etmekte gecik
medi.
“Kafa başına on bin Amerikan doları düştü,” dedi bardağını masaya vu
ra
rak. “Yok böyle bir zevk! Paralı bir hatunun ağzına gelmek gibi.”
“Hop,” dedim.
“Ağzımızı bozmasak,” diye atıldı Vinson.
“Neden?” Concannon kollarını iki yana açarak ona döndü.
Do'stlaringiz bilan baham: |