thik hai.
Gel, otur. Çay içer misin? Sunil! Çay getir.
Fatafatt' Hemen.
Eski bir varile oturup Johnny nin yaklaşan yağmura karşı son hazırlıklarını
yapan bir grup delikanlıya emirler yağdırmasını izledim.
Mahallenin eski lideri köyüne dönünce yerine Johnny Cigar’ı önermişti.
Aradan Johnny’nin uygun olmadığını düşünen birkaç çatlak ses çıkmıştı ama
sonra emekli başkanlarına hürmetlerinden susmuşlardı.
Johnny’ye miras kalan onurlu bir görevdi. İçerdiği otoritenin dozu ona
sahip olan adamın yapısında gizliydi. Aşağı yukarı iki yıl sonra, Johnny an
laşmazlıklara getirdiği zekice çözümler ve insanoğlunun doğru kişinin peşine
takılmak için duyduğu o kadim ihtiyaç sayesinde kendini kanıtlamıştı.
Johnny liderliği seviyordu. Bir anlaşmazlığı başka hiçbir yoldan çözeme
diğinde kalbinin sesini dinliyor, mahallede tatil ilan ediyor ve bir parti veri
yordu.
Kurduğu yönetim sistemi şimdiye kadar tıkır tıkır işlemişti. Çok da popü
lerdi. Her iki haftada bir, bir anlaşmazlığı tatlıya bağlamak için parti verildi
ğini duyup mahalleye taşınanlar olmuştu. Başka mahallelerden de
Johnny’yt
danışanlar vardı. Ve dünyaya gözlerini bir kaldırımda açan bu adam, halkının
kurtarıcısı olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu.
“Aran! Deepak’la sakız ağaçlarının kıyısına gidin!” diye bağırdı. “Dünkü
selde duvar yıkılmış. Hemen yeni bir tane yapın. Raju! Bizim oğlanları al da,
Bapu’nun evine gidin. Kediler yaşlı komşularının çatısındaki muşambayı yırt
mış. Bapu’da fazladan birkaç muşamba varmış. Gidip çatıyı onarmasına yardım
edin. Diğerleri, şu helaları temizleyin.
Jaldif' Çabuk!
Çay geldiğinde karşılıklı oturduk.
“Manyak kediler,” dedi iç çekerek. “Bir de millet bunları evde besliyor.
Neden yahu? Bana tek bir sebep söyle.”
“Fareler için,” dedim. “Kediler usta avcılar.”
“Öyledir herhâlde. Lisa’yla Vikram yeni gitti. Lisa suratının bu hâlini
gördü mü?”
“Hayır.”
“Fena köpürecek. Üzerinden tır geçmiş gibi.”
“Sağ ol, Johnny.”
“Rica ederim. Vikram da berbat görünüyordu. Bu aralar uykusunu alamı
yor galiba.”
Vikram’ın neden kötü göründüğünü biliyordum ve bundan bahsetmek is
temiyordum.
“Sence ne zaman yağacak?” diye sordum kara bulutlara bakarak.
Yağması gereken ama bir türlü yağmayan yağmurun kokusu her yerime
sinmişti. Saçlarıma, terime, gözlerime... İlk yağmuru bekliyorduk. Musonun
o güzelim evladını.
“Bugün yağar sanmıştım,” dedi çayını yudumlarken. “Hatta emindim.”
Ben de çayımı içtim. Reçel gibiydi. Yazın son günlerinde şehirdeki bütün
yürekleri daraltan sıcağa karşı içine bol bol tarçın koymuşlardı. Tarçın tadı ağ
zımdaki yaraları rahatlattı. Keyifle iç çektim.
“Çay nefis,” dedim.
“Öyle.”
“Hint penisilini.”
“Bu çayda penisilin yok ki.”
“Yok, ben öyle demek-”
“Çaya penisilin koymayız biz.”
Gücenmişti.
“Biliyorum tabii,” dedim çünkü bu tartışma sonsuza dek sürebilirdi. “Eski
bir şaka aklıma geldi de ondan öyle dedim. Tavuk çorbasına da Yahudi peni
silini derler.”
Johnny çayını kokladı.
“Bizim çay tavuk mu kokuyor?”
“Yok yahu. Ben Yahudi mahallesinde büyüdüm. Küçük İsrail’de. Yahudiler
neyin olduğuna bakmadan sana hemen tavuk suyu içirmeye çalışır. Miden
mi ağrıyor? Tavuk suyuna çorba iç. Başın mı ağrıyor? Tavuk suyuna çorba iç.
Vuruldun mu? Tavuk suyuna çorba iç. Hindistan’da da çay öyle. Neyin olursa
olsun bir fincan çay içtin mi dirilirsin derler ya? Şimdi anladın mı?”
Çattığı kaşlarının arası gevşedi.
“Burada da bir Yahudi var. Cuffe Parade’deki Parsi kolonisinde kalıyor.
Ama Parsi değil. Adı Isaac’tı galiba. Onu buraya getireyim mi?”
“Evet!” diye bağırdım heyecanla. “Getir çabuk!”
Johnny taburesinden doğruldu.
“Bekle. Birazdan dönerim.”
“Dur! Nereye? Şaka yaptım. Tabii ki onu buraya getirmeni istemiyorum.”
Bana şaşkın gözlerle baktı. Hâlâ gidip Yahudiyi alsa mı diye düşünüyordu.
Sohbetimizin arasında yine gökyüzüne baktım. “Eee, ne zaman yağacak
dersin?”
Tekrar oturdu ve denizden sürüklenen bulutlara baktı.
“Bugün yağar sanmıştım. Hatta emindim.”
“Eli kulağında,” dedim. “Bugün olmazsa yarın. Şu işi bitirebilir miyiz artık,
Johnny?”
“Jarur,” dedi ve dönüp kulübesinin alçak kapısından girdi.
Onu izledim ve derme çatma kontrplak kapıyı arkamdan kapadım. Tatami
tarzı birbirinin içine geçmeli bir zeminin bambu çubuklara tutturulmasıyla
inşa edilen kulübede, çıplak toprağa rengârenk ve desenli taşlar döşenmişti.
Hep birlikte mozaikten bir tavus kuşu oluşturuyorlardı. Hayvanın süslü kuy
ruğunun arkasında ağaçlar ve çiçekler vardı.
Dolaplar yiyecek doluydu. Fare geçirmez, büyük, metal giysi dolabı mahal
lenin en sağlam ve pahalı mobilyası olmaya adaydı. Yine metalden bir şifonye-
rin yanında pille çalışan bir müzik sistemi duruyordu. Çiçek desenli döşekler
dürülüp üst üste bir köşeye konmuştu. Evde yaşayanların en değer verdikleri
qyaları şüphesiz duvarda asılı üç boyutlu İsa resmiydi. Etrafta, Johnny’nin ko
numunu ve ticari başarısını belli eden birkaç parça eşya daha vardı. Ona düğün
hediyesi olarak yakındaki Navy Nagarda tapulu bir ev alacak kadar para ver.
miştim. Niyetim onu gecekondu hayatının zorluklarından kurtarmaktı.
Johnny saygın bir çaycının kızı olan karısı Sita’nın girişimci ruhunun da
yardımıyla benden aldığı parayı işletmişti. Krediyle bir ev alıp kiraya yüksek
bir fiyata vermiş, sonra gecekonduda üç kulübe daha satın alıp onları da
kiraya
vermişti. Kendi hâlâ onunla ilk tanıştığım gecekondu sokağında oturuyordu.
Johnny birkaç parça eşyayı kenara çekerek bana oturacak yer açtı. Ona en
gel olmaya çalıştım.
“Zahmet etme, kardeşim. Fazla vaktim yok. Lisa’yı bulmam gerek. Sabahtan
beri bir türlü buluşamadık.”
“Lin, dostum, sen o kızın hep bir adım gerisinde olmaya mahkûmsun.”
“Doğru söze ne denir? Al.”
Ona Lisadan aldığım ilaçları verdim ve cebimden lastikle tutturulmuş bir
tomar para çıkardım. Sağlık ocağında ilk yardım uzmanı olarak çalışan iki genç
adamın iki aylık maaşını ödemeye yetecek kadar vardı. Hatta artanıyla yeni
sargı bezleri ve ilaç da alabilirlerdi.
“Bana söylemek istediğin bir şey var mı?” diye sordum.
“Şey...”
“Anlat.”
“Bhagat’ın kızı Anjali, biliyorsun sınavlara girdi.”
“Nasıl geçmiş?”
“Birinci oldu. Sadece okulunda değil. Bütün Maharashtra Eyaleti’ndeki en
yüksek puanı aldı.”
“Aferin ona. Zaten akıllı kızdır.”
Anjali’yi yıllar öncesinden hatırlıyordum. Ara sıra bana beleş klinikte yar
dım ederdi. Daha on iki yaşındayken varoştaki bütün hastaların adlarını ezbere
biliyordu ve hepsiyle ahbaptı. Yıllardır kliniği her ziyaret edişimde onu biraz
daha büyümüş ve akıllanmış buluyordum.
“Gel gör ki, Hindistanda sadece akılla bir yere varılmaz,” diye iç çekti
Johnny. “Üniversitedeki kayıt memuru bizimkinden yirmi bin rupi
bahşiş
is
temiş.”
Bunu rahat bir tavırla, asla kin gütmeden söylemişti. Ağlardaki balıkların
giderek azalması ve Ada Şehri’nin yollarındaki arabaların, kamyonların ve mo
tosikletlerin her gün çoğalması kadar doğaldı bu da.
“Kaç toplayabildiniz?”
“On beş bin. Buradaki bütün kastlar ve her dinden insan yardımcı oldu.
Ben de beş bin koydum.”
DAĞ GÖLGESİ - 111
Cömert davranmıştı. O parayı en az üç yıl göremeyeceği kesindi çünkü.
Cebimden bir tomar Amerikan doları çıkardım. O ara karaborsa parası
na müthiş talep vardı. Cebimde en az beş milletin parasını bulunduruyor
dum. Alman markları, İngiliz poundları, İsviçre frankları, Amerikan dolarları
ve riyaller. Yanımda üç yüz elli dolar gibi bir para vardı. Karaborsa kuruyla
Anjali’nin eğitim rüşvetindeki açığı kapamaya yeterdi.
“Yardımından Anjali’ye...” diye başladı Johnny paraları avucuna vurarak.
Sözünü kestim. “Hayır.”
“Bilirim, böyle şeylerin lafını ettirmezsin. Ama kimseye söylemeden sağa
sola para dağıtman doğru değil bence. İnsanlar kime borçlu olduklarını bilmek
ister. Tabii senin yaptığın Tanrı’nın gözünde on kat daha makbul. Ama yukarı
dakinin seni ödüllendirmesi bazen epey bir vakit alabiliyor.”
Aşağı yukarı benim boyumda ve kilomdaydı. Bir omzunu hafifçe kaldırarak
tam bir kabadayı gibi yürür ve onu tanımayanların yüreklerine korku salardı.
Henüz otuz beşinde olmasına rağmen uzun yüzü vaktinden evvel yaşlan
mıştı. Kirli sakalının arasında kır ve beyaz teller vardı. Kum rengi gözlerinde
daima uyanık ve bir o kadar da düşünceli bir ifade olurdu.
Tam bir kitap kurduydu. Haftada en az bir kişisel gelişim kitabı okurdu.
İstisnasız hepsini dostlarına ve komşularına tavsiye etmeyi alışkanlık hâline ge
tirmişti.
Ona hayrandım. Hani bazı insanlar vardır, sırf onları tanımak bile kendi
nizi daha iyi biri gibi hissetmenize sebep olur ya? İşte Johnny de onlardandı.
Ne tuhaftır ki, bir fırsatını bulup bunu ona hiç söyleyememiştim. Birkaç kere
niyetlenmiştim aslında ama lafa nereden başlayacağımı bilmediğim için vaz
geçmiştim.
O sıralar sürgündüm. Kalbim şüphelerle doluydu. Çok sevdiğim Khaderbhai
beni bir piyon olarak kullanmıştı. Bir de Karla’yı sevmiştim. Âşık olduğum tek
kadındı. Ama o da beni aynı adama, ikimizin de baba dediği Khaderbhai’ye
hizmet etmek için kullanmıştı. İki yıldır sokaklardaydım. Şehrin bir sirke dö
nüşmesine tanık olmuştum. Zenginler fakirlere yalvarır hâle gelmişti. Her gün
yeni bir suç ve ceza tiyatrosu oynanıyordu. Bu kargaşanın içinde zamanından
evvel olgunlaşmıştım ve beni seven insanlardan çok uzaktaydım. Birkaç kişinin
bana yaklaşmasına izin vermiş ama hiçbir zaman elini uzatan taraf olmamıştım.
Kimseye bağlanmıyordum çünkü er geç onlardan vazgeçmem gerekeceğini bi
liyordum.
“Boş ver, Johnny,” dedim usulca. “Aramızda kalsın.”
Tekrar iç çekti. Parayı cebine koydu ve birlikte dışarı çıktık.
“Yahudiler tavuklarına neden penisilin yediriyormuş?” diye sordu gökyüzü
nü seyre daldığımızda.
“Şakaydı, Johnny. Sadece bir şakaydı.”
“Yahudiler akıllıdır. Tavuklarına penisilin yediriyorlarsa mutlaka vardır b.
hikmeti. Acaba...”
Elimi kaldırdım. “Johnny. Ya ben seni çok seviyorum.”
Sırıttı. “Ben de seni seviyorum, dostum.”
Bana sıkıca sarıldığında kollarımla omuzlarımdaki yara ve çürüklerin acı
sıyla suratımı buruşturdum.
Mahalleden çıkarken o güçlü kucaklaşmanın etkisini hâlâ hissedebiliyor
dum. Saçlarına sürdüğü Hindistan cevizi yağının kokusu burnuma yapışıp
kalmıştı. Gökyüzünde toplaşan buludar kalabalık kıyıdan evlerine dönen ba
lıkçılarla çamaşırcı kadınların endişeli yüzlerini gölgede bırakıyordu. Ama bana
gülümsediklerinde yorgun gözlerinin akları kestane ve altın rengi parlıyordu.
Ve terli yüzleriyle yanımdan geçerken, istisnasız herkes gülümsüyordu.
Do'stlaringiz bilan baham: |