S h a n t a r a m



Download 7,58 Mb.
Pdf ko'rish
bet26/190
Sana22.07.2022
Hajmi7,58 Mb.
#838043
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   190
Bog'liq
Dağ gölgesi

thik hai.
Gel, otur. Çay içer misin? Sunil! Çay getir. 
Fatafatt' Hemen.
Eski bir varile oturup Johnny nin yaklaşan yağmura karşı son hazırlıklarını 
yapan bir grup delikanlıya emirler yağdırmasını izledim.
Mahallenin eski lideri köyüne dönünce yerine Johnny Cigar’ı önermişti. 
Aradan Johnny’nin uygun olmadığını düşünen birkaç çatlak ses çıkmıştı ama 
sonra emekli başkanlarına hürmetlerinden susmuşlardı.
Johnny’ye miras kalan onurlu bir görevdi. İçerdiği otoritenin dozu ona 
sahip olan adamın yapısında gizliydi. Aşağı yukarı iki yıl sonra, Johnny an­
laşmazlıklara getirdiği zekice çözümler ve insanoğlunun doğru kişinin peşine 
takılmak için duyduğu o kadim ihtiyaç sayesinde kendini kanıtlamıştı.
Johnny liderliği seviyordu. Bir anlaşmazlığı başka hiçbir yoldan çözeme­
diğinde kalbinin sesini dinliyor, mahallede tatil ilan ediyor ve bir parti veri­
yordu.


Kurduğu yönetim sistemi şimdiye kadar tıkır tıkır işlemişti. Çok da popü­
lerdi. Her iki haftada bir, bir anlaşmazlığı tatlıya bağlamak için parti verildi­
ğini duyup mahalleye taşınanlar olmuştu. Başka mahallelerden de 
Johnny’yt 
danışanlar vardı. Ve dünyaya gözlerini bir kaldırımda açan bu adam, halkının 
kurtarıcısı olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu.
“Aran! Deepak’la sakız ağaçlarının kıyısına gidin!” diye bağırdı. “Dünkü 
selde duvar yıkılmış. Hemen yeni bir tane yapın. Raju! Bizim oğlanları al da, 
Bapu’nun evine gidin. Kediler yaşlı komşularının çatısındaki muşambayı yırt­
mış. Bapu’da fazladan birkaç muşamba varmış. Gidip çatıyı onarmasına yardım 
edin. Diğerleri, şu helaları temizleyin. 
Jaldif' Çabuk!
Çay geldiğinde karşılıklı oturduk.
“Manyak kediler,” dedi iç çekerek. “Bir de millet bunları evde besliyor. 
Neden yahu? Bana tek bir sebep söyle.”
“Fareler için,” dedim. “Kediler usta avcılar.”
“Öyledir herhâlde. Lisa’yla Vikram yeni gitti. Lisa suratının bu hâlini 
gördü mü?”
“Hayır.”
“Fena köpürecek. Üzerinden tır geçmiş gibi.”
“Sağ ol, Johnny.”
“Rica ederim. Vikram da berbat görünüyordu. Bu aralar uykusunu alamı­
yor galiba.”
Vikram’ın neden kötü göründüğünü biliyordum ve bundan bahsetmek is­
temiyordum.
“Sence ne zaman yağacak?” diye sordum kara bulutlara bakarak.
Yağması gereken ama bir türlü yağmayan yağmurun kokusu her yerime 
sinmişti. Saçlarıma, terime, gözlerime... İlk yağmuru bekliyorduk. Musonun 
o güzelim evladını.
“Bugün yağar sanmıştım,” dedi çayını yudumlarken. “Hatta emindim.” 
Ben de çayımı içtim. Reçel gibiydi. Yazın son günlerinde şehirdeki bütün 
yürekleri daraltan sıcağa karşı içine bol bol tarçın koymuşlardı. Tarçın tadı ağ­
zımdaki yaraları rahatlattı. Keyifle iç çektim.
“Çay nefis,” dedim.
“Öyle.”
“Hint penisilini.”
“Bu çayda penisilin yok ki.”
“Yok, ben öyle demek-”
“Çaya penisilin koymayız biz.”


Gücenmişti.
“Biliyorum tabii,” dedim çünkü bu tartışma sonsuza dek sürebilirdi. “Eski 
bir şaka aklıma geldi de ondan öyle dedim. Tavuk çorbasına da Yahudi peni­
silini derler.”
Johnny çayını kokladı.
“Bizim çay tavuk mu kokuyor?”
“Yok yahu. Ben Yahudi mahallesinde büyüdüm. Küçük İsrail’de. Yahudiler 
neyin olduğuna bakmadan sana hemen tavuk suyu içirmeye çalışır. Miden 
mi ağrıyor? Tavuk suyuna çorba iç. Başın mı ağrıyor? Tavuk suyuna çorba iç. 
Vuruldun mu? Tavuk suyuna çorba iç. Hindistan’da da çay öyle. Neyin olursa 
olsun bir fincan çay içtin mi dirilirsin derler ya? Şimdi anladın mı?”
Çattığı kaşlarının arası gevşedi.
“Burada da bir Yahudi var. Cuffe Parade’deki Parsi kolonisinde kalıyor. 
Ama Parsi değil. Adı Isaac’tı galiba. Onu buraya getireyim mi?”
“Evet!” diye bağırdım heyecanla. “Getir çabuk!”
Johnny taburesinden doğruldu.
“Bekle. Birazdan dönerim.”
“Dur! Nereye? Şaka yaptım. Tabii ki onu buraya getirmeni istemiyorum.”
Bana şaşkın gözlerle baktı. Hâlâ gidip Yahudiyi alsa mı diye düşünüyordu.
Sohbetimizin arasında yine gökyüzüne baktım. “Eee, ne zaman yağacak 
dersin?”
Tekrar oturdu ve denizden sürüklenen bulutlara baktı.
“Bugün yağar sanmıştım. Hatta emindim.”
“Eli kulağında,” dedim. “Bugün olmazsa yarın. Şu işi bitirebilir miyiz artık, 
Johnny?”
“Jarur,” dedi ve dönüp kulübesinin alçak kapısından girdi.
Onu izledim ve derme çatma kontrplak kapıyı arkamdan kapadım. Tatami 
tarzı birbirinin içine geçmeli bir zeminin bambu çubuklara tutturulmasıyla 
inşa edilen kulübede, çıplak toprağa rengârenk ve desenli taşlar döşenmişti. 
Hep birlikte mozaikten bir tavus kuşu oluşturuyorlardı. Hayvanın süslü kuy­
ruğunun arkasında ağaçlar ve çiçekler vardı.
Dolaplar yiyecek doluydu. Fare geçirmez, büyük, metal giysi dolabı mahal­
lenin en sağlam ve pahalı mobilyası olmaya adaydı. Yine metalden bir şifonye- 
rin yanında pille çalışan bir müzik sistemi duruyordu. Çiçek desenli döşekler 
dürülüp üst üste bir köşeye konmuştu. Evde yaşayanların en değer verdikleri 
qyaları şüphesiz duvarda asılı üç boyutlu İsa resmiydi. Etrafta, Johnny’nin ko­
numunu ve ticari başarısını belli eden birkaç parça eşya daha vardı. Ona düğün


hediyesi olarak yakındaki Navy Nagarda tapulu bir ev alacak kadar para ver. 
miştim. Niyetim onu gecekondu hayatının zorluklarından kurtarmaktı.
Johnny saygın bir çaycının kızı olan karısı Sita’nın girişimci ruhunun da 
yardımıyla benden aldığı parayı işletmişti. Krediyle bir ev alıp kiraya yüksek 
bir fiyata vermiş, sonra gecekonduda üç kulübe daha satın alıp onları da 
kiraya 
vermişti. Kendi hâlâ onunla ilk tanıştığım gecekondu sokağında oturuyordu.
Johnny birkaç parça eşyayı kenara çekerek bana oturacak yer açtı. Ona en­
gel olmaya çalıştım.
“Zahmet etme, kardeşim. Fazla vaktim yok. Lisa’yı bulmam gerek. Sabahtan 
beri bir türlü buluşamadık.”
“Lin, dostum, sen o kızın hep bir adım gerisinde olmaya mahkûmsun.”
“Doğru söze ne denir? Al.”
Ona Lisadan aldığım ilaçları verdim ve cebimden lastikle tutturulmuş bir 
tomar para çıkardım. Sağlık ocağında ilk yardım uzmanı olarak çalışan iki genç 
adamın iki aylık maaşını ödemeye yetecek kadar vardı. Hatta artanıyla yeni 
sargı bezleri ve ilaç da alabilirlerdi.
“Bana söylemek istediğin bir şey var mı?” diye sordum.
“Şey...”
“Anlat.”
“Bhagat’ın kızı Anjali, biliyorsun sınavlara girdi.”
“Nasıl geçmiş?”
“Birinci oldu. Sadece okulunda değil. Bütün Maharashtra Eyaleti’ndeki en 
yüksek puanı aldı.”
“Aferin ona. Zaten akıllı kızdır.”
Anjali’yi yıllar öncesinden hatırlıyordum. Ara sıra bana beleş klinikte yar­
dım ederdi. Daha on iki yaşındayken varoştaki bütün hastaların adlarını ezbere 
biliyordu ve hepsiyle ahbaptı. Yıllardır kliniği her ziyaret edişimde onu biraz 
daha büyümüş ve akıllanmış buluyordum.
“Gel gör ki, Hindistanda sadece akılla bir yere varılmaz,” diye iç çekti 
Johnny. “Üniversitedeki kayıt memuru bizimkinden yirmi bin rupi 
bahşiş
is­
temiş.”
Bunu rahat bir tavırla, asla kin gütmeden söylemişti. Ağlardaki balıkların 
giderek azalması ve Ada Şehri’nin yollarındaki arabaların, kamyonların ve mo­
tosikletlerin her gün çoğalması kadar doğaldı bu da.
“Kaç toplayabildiniz?”
“On beş bin. Buradaki bütün kastlar ve her dinden insan yardımcı oldu. 
Ben de beş bin koydum.”


DAĞ GÖLGESİ - 111
Cömert davranmıştı. O parayı en az üç yıl göremeyeceği kesindi çünkü.
Cebimden bir tomar Amerikan doları çıkardım. O ara karaborsa parası­
na müthiş talep vardı. Cebimde en az beş milletin parasını bulunduruyor­
dum. Alman markları, İngiliz poundları, İsviçre frankları, Amerikan dolarları 
ve riyaller. Yanımda üç yüz elli dolar gibi bir para vardı. Karaborsa kuruyla 
Anjali’nin eğitim rüşvetindeki açığı kapamaya yeterdi.
“Yardımından Anjali’ye...” diye başladı Johnny paraları avucuna vurarak.
Sözünü kestim. “Hayır.”
“Bilirim, böyle şeylerin lafını ettirmezsin. Ama kimseye söylemeden sağa 
sola para dağıtman doğru değil bence. İnsanlar kime borçlu olduklarını bilmek 
ister. Tabii senin yaptığın Tanrı’nın gözünde on kat daha makbul. Ama yukarı­
dakinin seni ödüllendirmesi bazen epey bir vakit alabiliyor.”
Aşağı yukarı benim boyumda ve kilomdaydı. Bir omzunu hafifçe kaldırarak 
tam bir kabadayı gibi yürür ve onu tanımayanların yüreklerine korku salardı.
Henüz otuz beşinde olmasına rağmen uzun yüzü vaktinden evvel yaşlan­
mıştı. Kirli sakalının arasında kır ve beyaz teller vardı. Kum rengi gözlerinde 
daima uyanık ve bir o kadar da düşünceli bir ifade olurdu.
Tam bir kitap kurduydu. Haftada en az bir kişisel gelişim kitabı okurdu. 
İstisnasız hepsini dostlarına ve komşularına tavsiye etmeyi alışkanlık hâline ge­
tirmişti.
Ona hayrandım. Hani bazı insanlar vardır, sırf onları tanımak bile kendi­
nizi daha iyi biri gibi hissetmenize sebep olur ya? İşte Johnny de onlardandı. 
Ne tuhaftır ki, bir fırsatını bulup bunu ona hiç söyleyememiştim. Birkaç kere 
niyetlenmiştim aslında ama lafa nereden başlayacağımı bilmediğim için vaz­
geçmiştim.
O sıralar sürgündüm. Kalbim şüphelerle doluydu. Çok sevdiğim Khaderbhai 
beni bir piyon olarak kullanmıştı. Bir de Karla’yı sevmiştim. Âşık olduğum tek 
kadındı. Ama o da beni aynı adama, ikimizin de baba dediği Khaderbhai’ye 
hizmet etmek için kullanmıştı. İki yıldır sokaklardaydım. Şehrin bir sirke dö­
nüşmesine tanık olmuştum. Zenginler fakirlere yalvarır hâle gelmişti. Her gün 
yeni bir suç ve ceza tiyatrosu oynanıyordu. Bu kargaşanın içinde zamanından 
evvel olgunlaşmıştım ve beni seven insanlardan çok uzaktaydım. Birkaç kişinin 
bana yaklaşmasına izin vermiş ama hiçbir zaman elini uzatan taraf olmamıştım. 
Kimseye bağlanmıyordum çünkü er geç onlardan vazgeçmem gerekeceğini bi­
liyordum.
“Boş ver, Johnny,” dedim usulca. “Aramızda kalsın.”
Tekrar iç çekti. Parayı cebine koydu ve birlikte dışarı çıktık.


“Yahudiler tavuklarına neden penisilin yediriyormuş?” diye sordu gökyüzü 
nü seyre daldığımızda.
“Şakaydı, Johnny. Sadece bir şakaydı.”
“Yahudiler akıllıdır. Tavuklarına penisilin yediriyorlarsa mutlaka vardır b. 
hikmeti. Acaba...”
Elimi kaldırdım. “Johnny. Ya ben seni çok seviyorum.”
Sırıttı. “Ben de seni seviyorum, dostum.”
Bana sıkıca sarıldığında kollarımla omuzlarımdaki yara ve çürüklerin acı 
sıyla suratımı buruşturdum.
Mahalleden çıkarken o güçlü kucaklaşmanın etkisini hâlâ hissedebiliyor­
dum. Saçlarına sürdüğü Hindistan cevizi yağının kokusu burnuma yapışıp 
kalmıştı. Gökyüzünde toplaşan buludar kalabalık kıyıdan evlerine dönen ba­
lıkçılarla çamaşırcı kadınların endişeli yüzlerini gölgede bırakıyordu. Ama bana 
gülümsediklerinde yorgun gözlerinin akları kestane ve altın rengi parlıyordu. 
Ve terli yüzleriyle yanımdan geçerken, istisnasız herkes gülümsüyordu.



Download 7,58 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   190




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©hozir.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling

kiriting | ro'yxatdan o'tish
    Bosh sahifa
юртда тантана
Боғда битган
Бугун юртда
Эшитганлар жилманглар
Эшитмадим деманглар
битган бодомлар
Yangiariq tumani
qitish marakazi
Raqamli texnologiyalar
ilishida muhokamadan
tasdiqqa tavsiya
tavsiya etilgan
iqtisodiyot kafedrasi
steiermarkischen landesregierung
asarlaringizni yuboring
o'zingizning asarlaringizni
Iltimos faqat
faqat o'zingizning
steierm rkischen
landesregierung fachabteilung
rkischen landesregierung
hamshira loyihasi
loyihasi mavsum
faolyatining oqibatlari
asosiy adabiyotlar
fakulteti ahborot
ahborot havfsizligi
havfsizligi kafedrasi
fanidan bo’yicha
fakulteti iqtisodiyot
boshqaruv fakulteti
chiqarishda boshqaruv
ishlab chiqarishda
iqtisodiyot fakultet
multiservis tarmoqlari
fanidan asosiy
Uzbek fanidan
mavzulari potok
asosidagi multiservis
'aliyyil a'ziym
billahil 'aliyyil
illaa billahil
quvvata illaa
falah' deganida
Kompyuter savodxonligi
bo’yicha mustaqil
'alal falah'
Hayya 'alal
'alas soloh
Hayya 'alas
mavsum boyicha


yuklab olish