1
Ne var ki İngiliz gülü hiçbir açıklama yapmadan, hatta haber bile vermeden
çekip gittiğinde Vikram yıkıldı. Sevdiği kadına evlenme teklif edebilmek içj
n
hareket hâlindeki bir trenin tepesinde dans edecek
kadar cesur o hayat dolu
genç adam gitti, yerine damarlarından kanı çekilen bir ölü geldi.
“Ufak tefek hırsızlıklara da başladı,” diye fısıldamıştı babası Vikram uyur
ken. “Annesinin İncili broşunu almış. Bir de, şirketin emekli olurken bana he
diye ettiği kalemlerden birini. Ona sorduğumda deliye döndü ve hizmetçileri
suçladı. Ama onun yaptığını biliyorum. Uyuşturucu almak için satıyor onları."
Başımı salladım.
“Ne yazık,” diye iç çekti yaşlı adam. Gözleri dolu dolu olmuştu. “Ne büyük
bir utanç.”
Yalnızca utanç yoktu. Acı ve endişe de vardı. Sevgi, evlerinde bir yabancıya
dönüşmüştü çünkü. Bir zamanlar ben de bir yabancıydım. Eroin bağımlısıy-
dım. Kendimi o kadar kaptırmıştım ki, uyuşturucu almak için para çalıyor
dum. Bırakalı yirmi beş yıl oldu ve her yıl ondan biraz daha tiksiniyorum. Ne
zaman bir bağımlı görsem kalbim sıkışıyor. Kendilerine karşı verdikleri savaş
içimi acıtıyor.
Bir zamanlar, ailemin evindeki yabancı bendim. Birine yardım
etmekle insanın kendine yardım etmesi arasındaki o incecik çizgiyi bulmanın
ne kadar zor olduğunu biliyorum. Hepsinin içten içe acı çektiğini ve defalarca
öldüğünü biliyorum. Ve şunu da biliyorum ki, bazı sevgiler katılaşmadıkça asla
hayatta kalamaz.
O gün,
o sokakta, kaderin bana oynayacağı oyunlardan habersiz,
hepimiz
için dua ettim. Vikram, ailesi ve hiçliğin bütün köleleri için.
YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
otoru Lisa’yla buluşacağım Kayani’nin karşısına park ettim. Trafik ışıkla
rını gözleyerek iki derin nefes aldım ve kendimi yaya katili Bombay trafiğinin
ortasına attım. Arabalar çılgınca üzerime sürüyordu. Hangisinin nereden gele
ceğini kestirmek imkânsızdı. Bu ritimde dans etmeyi öğrenmezsen, ölürdün.
İntihar yolunun karşısında, restoranın kapısından geçtim ve dik, mermer
basamakları çıkıp kafeye girdim. Bombay’ın Parsi çay ve kahvecileri arasında
belki de en meşhuru, Kayani’nin menüsünde sıcak chili omletler, etli ve sebzeli
börekler, sıcak sandviçler ve çeşit çeşit ev yapımı kek ve kurabiyeler vardı.
Lisa kalabalık mutfağı gören, en sevdiği masaya oturmuştu. Servis tezgâhıyla
arasında yedi adım var yoktu.
Masaya doğru yürürken göz göze geldiğim garsonlarla gülümseyerek selâm
laştık. Kayani bizim favori mekânlarımızdandı. Lisa’yla birlikte olmaya başla
dığımızdan beri, iki yıldır her hafta ya da bilemediniz her iki haftada bir öğle
yemeğine ya da akşam çayına buraya geliyorduk.
Onu öpüp masaya oturdum. Yer dar olduğu için her hareketimizde dizle
rimiz çarpışıyordu.
Menüye bakmadan,
“Bun musca?”
dedim.
Kayani’de en sevdiği atıştırmalık buydu. Taze pişmiş tereyağlı çörek yanın
da kocaman bir fincanda gelen tatlı çaya banmak için üç parçaya bölünüyordu.
Lisa başını salladı.
“Do bun musca, do chai,”
dedim garsona. İki tereyağlı çörek, iki çay.
Atif adındaki garson bakmadığımız menüleri alıp tezgâhın arkasındaki
mutfağa siparişimizi seslendi.
“Kusura bakma, geç kaldım Lisa. Vikram’ı almaya Dennis’in evine gitmem
gerekti.”
“Dennis mi? Şu durmadan uyuyan adam mı?”
“Hin. O.”
“Onunla tanışmak isterdim. Hakkında o kadar çok şey duydum ki. Adam kült-
leşti resmen. Hatta Rish onu merkez alan bir enstalasyon yapmayı düşünüyor.”
“İstersen seni oraya götürürüm ama onunla tanışacağını garanti edemem.
Tek yaptığın, odanın ortasında dikilip adamı
Do'stlaringiz bilan baham: