ELLİNCİ BÖLÜM
M
ahallenin dışına park ettim ve doğruca Johnny Cigar’ın evine gittim.
Onu orada bulamayınca, Naveen’le Diva’nın kaldığı ikiz kulübelere yöneldim.
Her zamanki gibi daha onları görmeden seslerini duydum.
“Gündüz tuvaleti gelen bir kadın nasıl sıçacak, söyler misin?” diye sordu
Diva.
“Hâlâ bunu mu konuşuyorsunuz?” dedim.
“Sizin bir fikriniz var mı, Bay
Kharab Dhandha
Stantaram?” Bu, kirli işler
için kullanılan bir tabirdi.
“Elbette. Burada yaşadım, unuttun mu?”
Diva yine Naveen’e döndü. “Kadınlar gündüz sıçamaz mı yani?” diye çem-
kirdi parmağını genç dedektifin göğsüne vurarak.
Yalnız değillerdi. Naveen’le Didier, Naveen’in kulübesinin önünde dikili
yordu. Diva, Johnny’nin karısı Sita ve civar evlerden üç kızla birlikteydi.
Naveen, “Yok, haklısın tabii...” diyecek oldu.
“Bir hayal et bakalım. Biri sana sırf erkek olduğun için gündüz sıçamayaca-
ğım söylüyor. Millet seni sıçarken görmesin diye. Kafayı yemez miydin?”
“Ben...”
“İşte, bizden istenen bu. Sırf kadınız diye güneş batmadan sıçamıyoruz. İlla
bok gibi karanlıkta sıçmak zorundayız. Yanımıza el feneri de alamıyoruz. Yoksa
biri sıçtığımızı görebilir!”
“Ama...”
“Sonra kadınlar neden tecavüze uğruyor! Dışarıda ne sapıklar var biliyor mu
sunuz siz? Her tarafta bok olmasına aldıracaklarını mı sanıyorsunuz? Hatta belki
de öyle bir ambiyansı tercih ederler. Bakın, çok ciddiyim. Sıçmak için bir kere
geceyi bekledim. Bir daha da yapmam. Ben bu gece buradan siktirip gidiyorum!”
Naveen ağzını açmaya korkuyordu. Yalvarırcasına Didier’ye baktı. Didier
de bana. Ben de gözlerimi kulübenin hasır duvarındaki bir düğüme diktim.
Sonra bir hareketlenme oldu ve Johnny kestirme yolların birinden kulübe
lerin önüne çıktı.
Bizi gördüğünde durdu. Ellerini tuhaf bir şekilde öne doğru uzatmıştı.
“Ne oldu?” diye sordu Sita, Marathi dilinde.
“Be-ben...”
“Johnny!” dedim.
Hâlâ yay gibi gergindi. Her an kaçmaya hazır gibi. Sita kocasının yanına
gidip onu sakinleştirmeye çalıştı. Birkaç dakika sonra, Naveen’le beni yanma
çağırdı.
Didier ve diğer kızlar Diva’yla kaldı.
“Hop, ne oluyor?” diye bağırdı Diva arkamızdan. “Biz burada eşek başı
mıyız:
Sita, Johnny’yi plastik bir iskemleye oturtmuştu. Elinde bir su şişesi vardı.
“Hepsi ölmüş,” dedi.
“Kim ölmüş?” diye atıldı Naveen.
“Aanu’nun... Aman! Diva’nın babası ve evdeki herkes. Bahçıvanlar bile.
Kediler, köpekler bile. Resmen katliam yapmışlar.”
“Ne zaman oldu bu?”
“Biraz önce,” dedi Johnny nefes nefese. “Ah, Lin! Kızcağıza nasıl söyleyece
ğiz? Ben hayatta yapamam.”
“Doğru olduğundan emin misin?”
“Tabii ki. Polis ve basın orada. Yakında duyar zaten. Ne yapalım?
Bekleyelim mi?”
“Radyoyu açın,” dedim.
Sita haberleri açtı.
Katliam diyorlardı. Korkunç bir kıyım. Mukesh Devnani, evde çalışan yedi
kişi ve bütün evcil hayvanlar öldürülmüştü. Kimseye ayrıcalık tanımamışlardı.
Haberlerde, Devnani servetinin tek varisi Divya Devnani’nin de bu saldırı
da can vermiş olabileceği söyleniyordu.
“Diva bunu haberlerden öğrenmemeli,” dedim. “Ona biz söyleyeceğiz.”
“Ben söylerim,” dedi Naveen usulca.
“En doğrusu,” dedim. “Ama burası kalabalık. Deniz kenarına inelim. Orada
sessiz sakin bir yer biliyorum.”
Diva başta mahalleden çıkmaya itiraz etmedi ama kıyıdaki siyah taşlara
ayak basar basmaz geri dönmek istedi. Bir şeyler döndüğünü sezmişti.
Naveen ona acı haberi sarılarak verdi. Diva onu usulca itip birkaç dengesiz
adım attı. Sonra sendeledi.
Naveen peşine takıldı ve çıplak ayakları kayalıklarda kayan genç kızı birkaç
adım geriden izlemeye başladı.
Divanın donuklaşan bakışlarını gördüm. Bir rüyada gibi hareket etmesine
rağmen, keder ve korkudan kaçmak için nasıl debelendiğini gördüm.
Aynı sahneye hapisteki bir isyanda tanık olmuştum. Bir adam o kadar
korkmuştu ki, kapı zannettiği taş duvara arka arkaya birkaç kere toslamıştı.
Diva’nın aklı şimdi bambaşka bir yerde, kaybolan dünyasındaydı.
Naveen ona fark ettirmeden geniş bir daire çizdirdi ve tekrar benim yanı
ma döndüler. Diva bir kayaya oturdu. Yavaşça kendine geldi ve kontrolsüzce
ağlamaya başladı.
Diva’yı onu delice seven Naveen’le bırakıp kulübelerin oraya döndüm.
Sita’yla kızları Diva’ya yardıma yollayacaktım ama onlar yerine Karla ve
George’ları buldum.
Soru sorarcasına Didier’ye baktım. Diva’nın burada saklandığını bizden
başka kimse bilmiyordu.
“Bu gece desteğe ihtiyacı olacak,” dedi Didier omuzlarını silkerek. “Hepimiz
yanında kalacağız.”
Karla bana bir merhaba öpücüğü verdi.
“Diva nasıl?”
“Kötü,” dedim. “Ama atlatacaktır. O güçlü bir kız. İyi ki geldin. Diva
Naveen’le kayalıklarda. Onlara biraz zaman tanımak istedim. Ne de olsa
Naveen, babasını tanıyordu.”
“Didier bir centilmendir,” dedi Didier. “Babasını kaybeden bir kızcağızı
yapayalnız bırakmaya gönlü elvermez.”
“Bir de hayaletlerden ödü kopar ve o zavallı kızın yanında tek başına bek
lemek istemez,” dedi Karla.
“Hayaletler mi?”
“Burası tekin değil,” dedi Didier. “Ben sezgilerimde hiç yanılmam.”
“Her neyse,” dedim. “Geldiğinize sevindim.”
Karla kulübelere doğru baktı. “Uzun zaman olmuştu. Yeni bir heyecan var
mı? Kolera? Tifo?”
Yıllar önce, ben bu mahallede yaşarken bir kolera salgını olmuştu. Karla
bana hastabakıcılığı yapmıştı. Sıçanlarla dost olmuş, kimsesizlerle ilgilenmiş
ve dışkılarla çamurlaşan toprakta emeklemekte bir an olsun tereddüt etme
mişti.
“Çılgınca gelebilir ama burada seninle geçirdiğim günler hayatımın en gü
zel anılarıydı.”
“Benim de. Ve haklısın. Bildiğin manyağız biz. Şu kızlar Diva’nın kulübe
sinde ne yapıyor?”
“Etrafı topluyorlar. Dönünce morali düzelsin diye.”
“Bu gece zor geçecek,” dedi Karla. “Biçare huzursuz ruhlar şehrin üzerinde
uçuşacak.”
“Korkunç,” dedi Akrep yanımıza gelerek.
“Zavallı kız,” dedi İkizler. “Mahesh’teki süiti başka kimseye vermeyecekler.
İsterse oraya dönebilir.”
“Buradan kimseye bahsetmeyeceksiniz, anlaşıldı mı?” dedim. “Johnny’yle
diğerleri büyük risk aldı. Diva’yı öğrenirlerse aynı katliamı burada da yaparlar.”
“Tek kelime etmem,” dedi İkizler.
“Ben de,” diye mırıldandı Akrep. “Ama...”
“Ama ne?”
“Ya zorlarlarsa?”
“Nasıl yani?”
“Canım, ya işkence yaparlarsa? Çenemi nereye kadar kapalı tutacağım bana
fiziksel olarak ne kadar zarar verdiklerine bağlı.”
İkizlere baktım.
Omzunu silkti. “Akrep’in kurallarından biri.”
“Dünyadaki herkes ilk şiddet alametinde bütün bildiklerini dökülseydi, iş
kence diye bir şey olmazdı.”
Karla güldü. “Dünya âlem gammazcı olsun diyorsun. Bu da bir bakış açısı.”
O sırada yanımıza bir bisiklet geldi. O kadar doluydu ki, kimin kullandığı
bile görünmüyordu.
“Ah!” diye bağırdı Didier. “İlkyardım malzemeleri geldi!”
Bisikletli adam önce arkadaki rulo yapılmış sünger döşeği yere attı. Sonra bir
bavul, açılır kapanır bir masa, dört iskemle ve iki kasa içkiyi önümüze bıraka.
Şaşkınlığımı fark eden Didier bir yandan gözüyle şişeleri sayarken diğer
yandan, “Diva’ya,” diye açıkladı. “Bu gece sağlam bir sarhoş olması gerek.”
“Alkol çözüm değil, Didier.”
Birden gölgelerin arasından Diva çıktı.
“Benim içmem lazım,” dedi.
Didier bana bilmiş bir bakış fırlattı.
“Pek sevgili yeni dostlarım,” dedi Diva. “Eski dostlarım yanımda olmadığı
ve belki de onları bir daha hiç göremeyeceğim için, sizden bir ricam olacak.
Beni sarhoş edin, kusmuklarımı temizleyin ve beni yatağıma yatırın olur mu?
Ama önce tamamen sızdığımından emin olun.”
Sessizlik.
“Elbette!” diye bağırdı Didier. “Gel, benim zavallı yavrum. Gözyaşlarımız
biralarımıza aksın ve kadere hep birlikte tükürelim.”
Diva tabii ki ağladı. Bağırdı, çağırdı, dans etti ve yine ağladı.
Kızlarla dans ederken biz de ona alkışlarla eşlik ettik. Sonra bir ara yere yı
ğıldı. Naveen onu kucağına alıp yatağına götürdü. Diva’nın kırık kanatlar gibi
iki yandan sarkan kollarına bakarken kalbim sızladı. Yatakta dizlerini usulca
karnına çekti ve uyuyakaldı.
Yan kulübede nöbet tutan Didier, Naveen ve Zodyak’larla kâğıt oynadı.
İzlemesi hiç de eğlenceli bir oyun değildi. Zira Akrep tek bir hileyi bile anla
mıyor, Didier’yle İkizler de hilesiz oynamayı bilmiyordu. Naveen deseniz, aklı
fikri yan kulübede uyuyan kızdaydı.
Diva ya bakmaya gittim. Yanında komşu kızlardan birkaçı vardı. On sekiz
yaşındaki Anju, sosyetik arkadaşına sarılmıştı. Başka bir kız kolunu Divanın
karnına atmıştı. Birinin küçük erkek kardeşi döşeğin ayak ucuna kıvrılmıştı.
Gazyağı lambası uzun yansın diye fitilin ucunu bir bıçakla düzelttim.
Sivsineklere karşı bir sandal ağacı tütsüsü yaktım. Lambayla tütsüyü metal do
labın üzerine koydum ve kontraplak kapıyı çektim.
Mahallenin daracık sokaklarından deniz kıyısına indim. Diva tam da bu
noktada öğrenmişti en kıymetlisini kaybettiğini.
Hapishanenin duvarının tepesinde durduğumda o kadar sakindim ki. Hiç
korkum kalmamıştı çünkü nöbetçiler beni vurursa duvarın doğru tarafına dü
şeceğimi biliyordum.
Gelgeldim, duvardan sarkıttığım elektrik kordonundan aşağı kayıp koş
maya başladığımda, o sakinliğim yerini müthiş bir paniğe bırakmıştı. Neleri
kaybettiğim birden kafama dank etmiş ve haftalarca ellerimin titremesini en
gelleyememiştim.
Öte yandan, sürgün hayatını ben seçmiştim. Hâlbuki bu, Diva’ya dayatılan
tek seçenekti. Çok zalimceydi. Babası ve evindeki herkes ölmüştü. En güçlü sa
vaşçılar bile yıkılabilirdi. Bugün gerçek dünyada yaşayan Diva’nın kendi sahte
dünyasına döndüğünde, yanında yıkılmasına izin vermeyecek dostları olmasını
diledim.
Bir sesle arkamı döndüğümde Karla yı gördüm. Beni arıyordu.
Bana el salladı ve o sırada başıboş bir dalga kayalıklara çarptı. Siyah kaya
lıkları bembeyaz köpükler kapladı. İkinci bir dalga taşları bir gelin gibi süsledi
ğinde tekrar ışıklara doğru yürüdüm.
Karla’yla yan yana durup denize baktık.
Sonra yine derin uykudaki mahalleye döndük. Kimi aile reisleri çocukları
daracık kulübelerde daha rahat uyusun diye dışarıda yatıyordu. Ay ışığı dingin
yüzlerini gümüşi pırıltılarla aydınlatıyordu.
Didier, George’lar, Naveen, Karla ve ben Diva nın kulübesinin önünde otu
rup usulca konuştuk. Uyanırsa hepimiz yakınında olmak istiyorduk.
Diva’nın Bombay’ı bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı. Eskiden tanıdığı
bazı insanlar bu trajediyle birlikte dostluklarını ispatlarken, bazıları medyanın
büyülü dünyasına kapılıp ondan uzaklaşacaktı. Diva kaderine geri döndüğün
de, bambaşka bir hayatı olacaktı. Naveen bir Bombay çocuğuydu. Bize anla
şılmaz gelenlere çoktan aşinaydı belki. Ama sürgün kalplerimizde, Ada Şehri
hepimiz için bir yuvaydı. Ve o gece, hep birlikte, kırmızı şafak acemi sürgünü
müzü uyandırana ve yeni bir Bombay’ın kıyılarına savurana dek başında nöbet
tuttuk.
Do'stlaringiz bilan baham: |