S h a n t a r a m



Download 7,58 Mb.
Pdf ko'rish
bet121/190
Sana22.07.2022
Hajmi7,58 Mb.
#838043
1   ...   117   118   119   120   121   122   123   124   ...   190
Bog'liq
Dağ gölgesi

ELLİ ALTINCI BÖLÜM
aveen’le kalabalığı yararak ilerlemeye çalıştık. Balıkçı mahallesindeki 
herkes kıyıya akın ediyordu. Baktık daha fazla gidemeyeceğiz, yolun ortasında 
durduk. Bulunduğumuz noktadan, alev alan uzun kayıkları görebiliyorduk.
Balıkçı kulübelerinin olduğu kumsal karanlıktı. Ama kıyı bir sokakla ana 
caddeye bağlanıyordu ve yalnızca yirmi metre ötemizi göz kamaştıran bir kı­
zıllık kaplamıştı.
Sandallar çoktan kül olmuştu. Gövdeleri hâlâ için için yanıyordu.
Neyse ki yangın mahalleye sıçramamıştı. İnsanlar canla başla ekmek tekne­
lerini kurtarmaya çalışıyordu.
Naveen’le suratlarımıza birer mendil bağlayıp su kovalarını elden ele geçi­
ren insanların yanma koştuk. Ben iki kadının arasında durdum. Elleri o kadar 
çabuktu ki, hızlarına yetişmek için var gücümle çabalıyordum.
Kumsaldan kadınlarla çocukların bağrışmaları geliyordu. Alevlerden kur­
tulmak için kendilerini sığ suya atmışlardı.
İtfaiyeciler dumanların arasından onlara yardıma koştu. Bazıları alevlerin 
sardığı kulübelere dalarak kucaklarında küçük çocuklarla dışarı çıktı. Paçaları 
ve kolları tutuştu ama aldırmadılar.
Kendi canım hiçe sayarak kulübelere giren birinin kollarında bir çocuk­
la alevlerin arasından fırladığım gördüm. Saçlarının yandığının farkında bile 
değil gibiydi. Yanımdan geçti ama kova zincirini kırmamak için ona yardım 
edemedim.
Durduğum yere kök salmıştım sanki. Gözlerim etrafımdaki koşuşturmaya 
dalmıştı. Bir su kovasını yanımdakine geçiriyor ve hiç düşünmeden bir başka­
sını alıyordum. Şu hayatta tecrübe edebileceğiniz korkunç şeylerin bir sınırı var 
mıdır? Hiç sanmıyorum.
Burnuma yanık et kokusu dolarken, her nedense Sri Lanka’da, o yolun ke­
narındaki kesik başı hatırladım. Yok. Geçmiş yakamı bırakmayacaktı anlaşılan.


Yağmur başlamıştı. İtfaiyeciler yangına korkusuzca müdahale ediyordu. 
İnsanlar rahatlayarak dans etmeye başlamıştı. Karla yanımda olsaydı biz de 
katılırdık onlara.
Kumsal boyunca yürüdüm ve ilerideki ağaçların kıyısındaki yanmış sandal­
lara baktım. O sırada dumanların arasında gri silüetler belirdi.
Belki birer hayalettiler ya da iblis. Bize doğru geliyorlardı.
Kayıkların içi yüz yıllık balık yağıyla kaplıydı. Etrafımızı saran mavi-siyah 
dumanlar yavaş yavaş dağılıyordu.
Tökezleyerek siyah sisin arasından çıkan insanların üstleri is lekeleriyle kap­
lıydı çünkü yangını onlar çıkarmıştı. Ve griydiler çünkü küle ve altlarına sak­
landıkları ağaçların tozuna bulanmışlardı.
Yüzlerinden yol yol akan yağmur sularıyla gri kaplanlar misali yavaşça bir 
duman ormanına doğru ilerliyorlardı. Birkaç dakika sonra, kafamın içinde bir 
ampul yandı. Bunlar Akreplerdi.
Küçük grup gölgelere karışırken topallayarak yürüyen Hanuman en arkada 
kalmıştı.
Zaman bazen gerçekten yavaşlar. Sevgi ve korku tarihle karıştığında. Hatta 
bu Colaba’daki balıkçı körfezi gibi ufacık tefecik bir yerin tarihi olsa da. Kalp 
atışların göğsünü bir çekiç gibi döver ve bütün resmi görüverirsin. İşte o anda, 
çoktan başka bir yerdesindir. Algıların zirve yapmıştır ve her bir duman girda­
bının hiç olmadığın kadar farkındasındır.
Akrepler bize yaklaşıyordu. İnsanlar arkamda dans ediyordu. Çocuklar, yaş­
lılar ve köpekler kumların üzerinde oturuyordu. Üniformalarından dumanlar 
yükselen itfaiyeciler hâlâ kulübelerin arasındaydı.
Akreplerle aramızda altmış metre kadar vardı. Ellerindeki bıçakları ve savaş 
baltalarını hayal meyal seçebiliyordum. Yangın birinci adımdı ve şimdi başla­
dıkları işi bitirmeye geliyorlardı.
Belimdeki bıçakları çekip onlara doğru koşmaya başladım. Bir planım yok­
tu. O sırada en önemlisi, arkamdaki insanlara kaçmaları için zaman tanımaktı 
ve sanırım bir yandan da bağırıyordum.
Üçüncü ya da dördüncü adımımda düşünmekten vazgeçtim. Kulaklarıma 
bir şey olmuştu. Duyamıyordum. İçimden kanatsız kuşlar misali dilekler ge­
çiyordu.
Ellerimde bıçaklar vardı ve bir uğultular tünelinde koşuyordum. Kendi ne­
fesimi bile duyamıyordum. O dakikalar bana sonsuzluk gibi geldi. Ama az 
sonra, her şeyin göz açıp kapayıncaya kadar biteceğini biliyordum. Yanımda 
birini hissettim. Naveen’di. Ama benimle birlikte koşmak yerine, yeleğimden


tutup çekti. Kumlara o kadar sert düştüm ki, dünyam tepetaklak oldu. Birden 
bağrışmalar duydum. Çığlıklar ve siren sesleri. Naveen’in vücudunun yarısı 
üzerimdeydi.
Bir şeyi işaret ediyordu. İleri uzattığı kolunun ötesini görmeye çalıştım. Her 
yerde polisler vardı. Ateş ediyorlardı. Akreplerden bazıları vurularak düştü, 
ötekiler teslim oldu. Şimşek Dilip anında birinin tepesinde bitti ve o meşhur 
tekmelerinden birini savurdu.
Naveen’le ben hâlâ yerdeydik. Naveen aynı anda hem gülüyor, hem ağlıyor­
du. Eli omzumu bir mengene gibi sıkıyordu.
Hintli-İrlandalı arkadaşım o geceden sonra beni çok sevdi ve bunu her fır­
satta gösterdi. Bazen yapabileceğimiz en cesur şey, hiç yapamadığımızdır. Ve 
bazen aynı anneden doğmayan insanların arasındaki kardeş sevgisinin kıvılcı­
mını yakan saf iyi niyetten başkası değildir.
Abdullah, Ahmed ve Uzun Tony gelene dek kıyıda motorla tur attık. 
Abdullah’a gördüklerimi anlattım. Sonra Back Körfez’deki caz konserine geri 
döndük.
Orkestra gitmişti ama birkaç çocuk hâlâ oradaydı. Bize Didier’nin Johnny 
Cigar diye birini ziyarete gittiğini söylediler.
Mahallede Diva’yı kulübesinin önünde otururken bulduk. Bizi görünce 
ayağa fırladı.
“Ne yaptığını sanıyorsun sen, geri zekâlı?” diye hesap sordu.
“Merak etme, iyiyim,” dedim saf saf.
“Sen değil! Öbür kuş beyinli! Şimdi de başımıza itfaiyeci mi kesildin? 
Yangın söndürmek senin işin mi?”
“Seni Didier’ye emanet ettim ya?” dedi Naveen savunmaya geçerek. “Hem 
sadece bir saatliğine gittim.”
Diva onun üzerine yürüyüp parmağıyla göğsünü dürttü. “Seni kim koruya­
caktı? Ya başına bir iş gelseydi?”
Naveen sevinçle sırıttı.
“Hayrola?” diye çemkirdi Diva.
“İtiraf et, benim için korktun,” dedi Naveen. “Demek ki, bana değer veri­
yorsun.”
“Tabii veriyorum, şapşal. Şu koca dünyada senin kadar mankafa bir dedek­
tif daha var mıdır acaba?”
“Vay canına,” dedi Naveen.
“Hepsi bu mu?”
“Vay canına,” diye tekrarladı Naveen.


“Bir kere daha aynı şeyi söylersen, kafana bir tane patlatacağım. Kapa çe­
neni ve öp beni.”
Az kalsın öpüşeceklerdi ama mahalle tencere ve tava sesleriyle inlemeye baş­
ladı. Biri geliyordu.
Naveen, Diva’yı Sita’yla birlikte bıraktı. En ufak bir tehlikede ara sokak­
lardan kıyıya ineceklerdi. Johnny Cigar, Didier, Naveen ve ben mahallenin 
göbeğine çıkan yolun başında durduk.
Birileri İngilizce bir şeyler bağırdı. Az sonra konuğumuzu görebildik. 
Kavita Singh bir grup kadının sevgi gösterileri eşliğinde yanımıza geldi. Diva, 
Kavita’yı görünce Sita’yla birlikte yaklaştı.
“Sana getirdim,” dedi Kavita, Diva’ya bir gazete uzatarak. “Bugünün man­
şetine bir göz atmak isteyebileceğini düşündüm. Yakında bütün bayilere dağı­
tılır ama önce sen gör istedim.”
Diva, babasının fotoğraflarını içeren haberi okuduktan sonra gazeteyi bana 
verdi ve Naveen’in kollarına yığıldı.
Devnani Malikânesi’ndeki katliamı yapan çete yakalanmıştı. Suçlarını itiraf 
etmişler ve hapse atılmışlardı. Bombay’dan Lagos’a kanunsuz yollarla geçirilen 
özel reçeteli ilaçların büyük bir kısmının sevkiyatım yapan bir Afrika ve Çin 
ortak mafyasının üyeleriydiler.
Hindistan polisi birkaç ülkenin emniyet teşkilatlarıyla ortak bir operasyon 
yürütmüştü. Devnani şirketlerinin geçici genel müdürü Rajesh Jain, kayıp 
varise bir an önce ortaya çıkması ve mirasında hak iddia etmesi için çağrıda 
bulunuyordu.
Diva için tehlike geçmişti. Gazyağı lambalarını ardında bırakıp elektrikli 
dünyasına geri dönebilirdi.
“Sana bir içki ikram edebilir miyim, Lin?” dedi Didier.
Bana dönmeden önce Kavita’yla konuşup şakalaşıyordu. Gazeteci sohbetle­
rinin bölünmesine sinir olmuş gibiydi.
“Divanın burada olduğunu kimden öğrendin?” diye sordum.
“Karla’yla birbirinize o kadar bağlısınız ki,” diye tısladı Kavita, Didier’nin 
cep şişesini kafaya dikmeden önce. “Bunu bana sen söyle.”
“Anlamadım,” dedim.
“Neden evine gitmiyorsun, Lin? Bir evin var değil mi?”
Bana neden kızgın olduğunu anlayamamıştım. Umrumda da değildi.
“Hoşça kal, Kavita.”
Mahalleden çıktım ve tam motoru çalıştırmıştım ki, yanıma bir motosiklet­
li yanaştı ve adımı seslendi. Şirket’in adamlarından Ravi’ydi.


“Beni Abdullah yolladı,” dedi motorundan inmeden. “Akrepler, Amiri öl­
dürdü. Farid de öldü.”
“Allah rahmet eylesin,” dedim. “Neler oldu anlat.”
“Akrepler, Amir’i evinden çıkarıp sokak ortasında öldürmüş.”
“Kahretsin.”
“Farid delirip karakolu bastı.”
“Sonra?”
“Polisler kaçtı. Farid kundaklamadan içeri atılan üç Akrep’i hücrelerinde 
indirdi. Hanuman denen iribaş kendini Vishnu’ya siper etmiş. Altı kurşun ye­
miş. Bıyıklı Danda da gebermiş.”
“Farid’e ne oldu?”
“Polis bir sürü silahla geri döndü ve Farid’i öldürdü. Dediklerine göre alt­
mış kurşun yemiş.”
“Vah vah.”
“Şehrin içine ettiler, dostum. Güzelim Bombay’ı Vahşi Batı’ya çevirdiler. 
Bu kadarı beni bile aşar.”
Böyle dedikten sonra gazladı. Bir savaş meydanında, yalnız bir kovboy. 
Öfkeliydi ve korkuyordu. Bu ikisi daima kötü bir karışımdı.
Ravi’yi ilk kez korkmuş görüyordum. Oysa hep soğukkanlıydı. Her çetede 
onun gibilere ihtiyaç vardı. Ama şimdi sözünü asla sakınmayan Amir ölmüştü. 
Bir müzik çaldığında ilk dansa kalkan ve bir kavgada ilk yumruğu atan Amir. 
Ve şampiyon boksör Farid. Bu kayıplar genç gangsterin gözünü korkutmuştu 
hâliyle.
Akrepler ölmüştü. Şirket’in adamları ölmüştü. Bu kızıl sonbaharda onlara 
daha kaç tanesi katılacaktı kim bilir? Ravi bir gecede bütün hayatını yaşıyordu. 
Basbayağı savaştaydık ve bir kazanan yoktu.
Amritsar’a döndüm. Biraz uyuyacak, sonra yeniden sokağa çıkıp aklı başın­
da biri kaldı mı diye bakacaktım. İşlerimin hangilerinin hâlâ devam ettiğini de 
öğrenmem gerekti.
Motoru otelin içinden geçen sokağa park ettim. Son zamanlarda, orayı sık 
kullanıyordum herhâlde. Hiç düşünmeden o sokağa yönelmiştim. Motordan 
inip bir bezle onu temizlemeye koyuldum.
Doğrulduğumda Madam Zhou tepemde dikiliyordu. İki yanında ikizler 
vardı.
İki adam daha vardı. Ufak tefek, cılız tipler. Gözlerindeki aç ifade dikka­
timi çekti. Elleri montlarının cebindeydi. Bunlar Madam Zhou’nun asitçileri 
olmalıydı.


“Alınmayın, Madam ama,” dedim, “adamlarınız ellerini ceplerinden çıka­
rırsa, kontrolümü kaybedebilirim. Ve sizi temin ederim, aramızda tek yanan ya 
da ölen ben olmam.”
Güldü. Güldüğünden emin olmamı garantilemek için de peçesinin altında 
bir ışık yaktı. Pilli ve tüp şeklinde bir parti ışığıydı. Onu siyah peçesinin altına, 
bir kolye gibi boynuna takmıştı.
Peçesi kafasındaki parlak siyah şalın devamıydı. Şal katı bir malzemedendi. 
Benim tahminim, ölü örümceklerden yanaydı. Dantel peçe yere kadar inen 
siyah tafta elbisesinin üzerine düşüyordu.
Ayaklarını göremiyordum ama yüksek platformlu pabuçlar giymiş olmalıy­
dı çünkü peçesi benim göz hizamdaydı. Hâlbuki Madam Zhou parmak kadar 
bir kadındı. Parti ışığı hâlâ suratım aydınlatıyordu.
O dillere destan güzelliğini dramatik bir şekilde ortaya çıkarmak istemişti 
belki de. Ama arzuladığı etkiyi yaratamamıştı. Hâlâ gülüyordu.
“Çok yorgunum,” dedim. “Ne istiyorsun söyle ve git.”
“Arkadaşın Vikram bu gece öldü,” dedi ışığı kapatarak.
Şimdi anlamıştım. Işık yakmak değil, kapamak içindi. Ani karanlıkta yüzü 
bir gölge hâlini aldı ve soluk alıp verişi belirginleşti.
“Vikram mı?”
“Senin kovboy,” dedi. “Nalları dikti.”
Asitçilerinin, Karla’nın peşinde olduğunu düşünerek siyah yüzüne nefretle 
baktım.
“Sana inanmıyorum.”
“Ama doğruyu söylüyorum.”
Başını hafifçe yana eğerek beni görünmeyen gözleriyle izledi.
Benim gözlerim asitçilerdeydi. Kurbanlarını görmüştüm. Bazılarını tanı­
yordum. Hatları silinen yüzleri, kemiklerinin üzerinde kuruyup büzüşen de­
rileri, kaybolan ağız ve burunlarının yerindeki delikler ve eriyen gözleri geldi 
aklıma.
Tek iletişim araçları dokunuşlarıyla, kıyıda dilenirlerdi. Onları düşünmek 
beni öfkelendirdi, ki bu aslında iyi bir şeydi, zira korkuyordum.
“Sen nereden biliyorsun?” diye sordum.
“Duymayan kalmadı ki. Davası polise intikal etti. Dostun Vikram canına 
kıymış.”
“İmkânsız.”
“Aksine,” diye fısıldadı. “Kendine bir haftalık eroin enjekte etmiş. Bir de 
intihar mektubu bırakmış. Bende bir kopyası var. Okumak ister misin?”


“Seninle daha önce sadece bir kere karşılaştık ve keşke hiç tanışmasaydık 
diyorum.”
“Ona eroini ben verdim,” dedi hiç istifini bozmadan.

Download 7,58 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   117   118   119   120   121   122   123   124   ...   190




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©hozir.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling

kiriting | ro'yxatdan o'tish
    Bosh sahifa
юртда тантана
Боғда битган
Бугун юртда
Эшитганлар жилманглар
Эшитмадим деманглар
битган бодомлар
Yangiariq tumani
qitish marakazi
Raqamli texnologiyalar
ilishida muhokamadan
tasdiqqa tavsiya
tavsiya etilgan
iqtisodiyot kafedrasi
steiermarkischen landesregierung
asarlaringizni yuboring
o'zingizning asarlaringizni
Iltimos faqat
faqat o'zingizning
steierm rkischen
landesregierung fachabteilung
rkischen landesregierung
hamshira loyihasi
loyihasi mavsum
faolyatining oqibatlari
asosiy adabiyotlar
fakulteti ahborot
ahborot havfsizligi
havfsizligi kafedrasi
fanidan bo’yicha
fakulteti iqtisodiyot
boshqaruv fakulteti
chiqarishda boshqaruv
ishlab chiqarishda
iqtisodiyot fakultet
multiservis tarmoqlari
fanidan asosiy
Uzbek fanidan
mavzulari potok
asosidagi multiservis
'aliyyil a'ziym
billahil 'aliyyil
illaa billahil
quvvata illaa
falah' deganida
Kompyuter savodxonligi
bo’yicha mustaqil
'alal falah'
Hayya 'alal
'alas soloh
Hayya 'alas
mavsum boyicha


yuklab olish