partiye gittik. Arkadaşlarımızı ziyaret ettik.
Ne var ki Karla her gece Bedevi çadırına yalnız dönüyor ve kapılarına tak
tırdığım bütün kilitleri kilitliyordu.
Beni yapabileceği en hoş şekilde çıldırtıyordu. Adamına ya da kadınına
göre değişir tabii ama benim için beklemeye değecek bir şeyi ne kadar bekledi
ğim değil, o bekleyişin kalitesi önemlidir. Karlayla baş başa kaldığım her saat
de o kaliteli bekleyişin bir parçasıydı.
Beklerken bazen, hatta sık sık kendimi odanın havalandırma menfezlerini
değiştirmem gerektiğini düşünürken buluyordum. Bazen de aramızda bir du
var olması kalbimi sıkıştırıyordu. Neyse ki karaborsa vardı.
Suç bir iblistir
, demişti Didier bir keresinde,
ve adrenalin de onun uyuş
turucusudur.
Her suç, karaborsa parası aklayıcılığı gibi ufak çaplıları bile, bir
doz adrenalinle birlikte servis edilir. En azından, iş yaptığın insanlar az buçuk
tehlikelidir. Polis az buçuktan da fazla tehlikelidir ve her suçun kendine has
avcıları ve avları vardır.
Kara para değiş tokuşu o yıllarda Güney Bombay’da serbestçe yapılıyordu.
Colaba’daki her iki sigara dükkânından birinde buna benzer bir faaliyet yürü
tülüyordu. Güney Bombay’da, iki yüz on tane sigaracı vardı ve hepsi de hem
belediye, hem de Sanjay Şirketi onaylıydı. Ben Didier’den devraldığım on dört
tanesinde iş tutuyordum. Güvenli bir ticaretti ama suçlular doğaları gereği şid
dete eğilimlidir.
Karla’yı dükkânlarıma hiç götürmedim. Genellikle kahvaltıyla öğle yemeği
arasında hepsini dolaşıyor, öğleden sonra bir tur daha atıyor ve en son gece,
yatmadan önce onlara son bir kez uğruyordum. Patronun kendini göstermesi
önemliydi.
Bir suç bayiliği sistemi yürütmek ancak iş birliğiyle mümkündür. Bu da
ekseri parayla satın alınır ve roller net kurallarla belirlenir. Ben para tedarikçi-
siydim. Sanjay Şirketi rolleri belirliyor ve kuralları koyuyordu.
Gelgeldim sokakta karaborsa para değiş tokuşu yapan her satıcı haysiyetini
ne dereceye kadar koruyacağını kendi belirler. Öfke ya da korkudan başkal
dırma daimi bir ihtimaldir. İş yaptığım adamlardan birinin en ufak bir isyanı
Sanjay’ın bütün şimşeklerini üzerime çekerdi. Bu tür kabahatlerin affı yoktu.
Bayiliği bile kaybedebilirdim. Dolayısıyla dükkân sahipleriyle dostluğa ve biraz
da korkuya dayanan bir ilişki kurmak benim görevimdi.
Suç feodal bir düzendir. Bunu anladığınızda suç dünyasının bütün püf
noktalarını çözersiniz. Sanjay Şirketi tepedeki kaleydi ve muhafızları piyasanın
kurdu gangsterlerdi. Sanjay da derebeyleriydi. İstediği kadını alır, istediği ada
mı öldürtürdü.
Ben bu düzendeki patronlardan biriydim. Dükkân sahipleri de kölelerdi.
Şirket’in tanıdıkları hariç, hiçbir hakları yoktu.
Suç dünyası bu şehrin sistemine paralel yürüyen bir ortaçağ rejimiydi.
İnsanların ulu orta infaz edildiği mutlak bir monarşiydi. Ve ben çelik atımla
köle köle dolaşan hırsız bir baron olarak kendi otoritemi dayatma hakkına
sahiptim.
Bir suç sistemini yürütmenin başlıca kuralı kimselerin bileğini bükemediği,
acımasız patron imajını benimsemektir. Siz kendinize inanmazsanız, sokakta
kiler size hiç inanmaz. Onları hafife almayın. Hepsi cin gibidir. Öyle bir hava
yaratmalısınız ki, insanlar size meydan okumaya çekinmeli.
Bombay’da bunun için çokça bağırmanız ve ara sıra da birkaç tokat patlat
manız şarttır. Buna en yüksek sizin sesiniz çıkana kadar devam edersiniz.
Sonrasında iş gözlem yeteneğinize kalır. Şu
paan
çiğner, bu
paan’Aan
nef
ret eder, bu King Kong şeklindeki bir hoparlörden dini şarkılar dinler gibi.
Erkeklerden hoşlananları, kadınlardan hoşlananları, kadınlardan çok hoşla-
nanları, arkadaşları yokken sinip onlar gelince dayılananları, çok içenleri, çok
düşünenleri, gevezeleri ve sonuna dek seninle olacakları ayırt etmek hayati bir
önem taşır.
“Abhijeet’in başına gelenleri duydun mu?” diye sordu Regal Circledaki ada
mım Francis bir gün.
“Evet.”
Abhijeet turistleri dolandıran bir sokak çocuğuydu. Çalıntı bir scooter’la
polis barikatına dalmış ve kontrolünü kaybedip köprünün taş ayaklarından
birine çarpmıştı.
“Küçük pislik,” dedi Francis elime bir tomar para tutuştururken. “Geberip
gitti ama düşündükçe hâlâ sinirlerim zıplıyor.”
Bana verdiği parayı saydım. “Ondan aklını toplayamıyorsun herhâlde?”
“Ne demek bu,
baba?"
dedi sesini yükselterek. “Sen bana...”
Etrafa bakındım.
“Francis,” dedim uyarırcasına. “Yapma.”
“Ne yapıyormuşum,
baba?
Sen beni neyle suçlu—”
Yakasına yapışıp onu birkaç adım ötedeki dar bir sokağa sürükledim.
“Dur, ne yapıyorsun?” diye bağırdı. “Dükkânda kimse yok.”
“Sikeyim dükkânını!”
Onu sokağın derinliklerine doğru ittim.
“Konuş,” dedim.
“Ne?”
“Arkadaşlarının önünde beni kandırmaya çalıştın. Neler oluyor? Paranın
kalanı nerede?”
“Baba,
ben...”
Suratına bir tane patlattım.
“Ama ben...”
Daha sert vurdum.
“Gömleğimin içinde,” dedi can havliyle.
Gömleğinin içinde bir sürü para vardı. Benden yürüttüğü kadarını alıp
gerisine dokunmadım.
“Bunları kimden söğüşlediğin beni ırgalamaz. Ama bir daha sakın bana
numara yapmaya kalkışma. Hele milletin ortasında. Anladın mı?”
Kaba kuvvet kullanmaktan nefret ediyordum. Ama suçluları hizaya sokmak
için bazen gerekliydi. Hemen ve en sert şekilde tepki vereceğini bilmeliydiler.
Senden korkmazlarsa kan dökülürdü.
Yeterince döviz topladığımda Ballard Rıhtımı’ndaki karaborsa bankasının
yolunu tuttum.
Karaborsa bankacıları suçlulardan oluşmaz. Onlar bir suç işleyen sade va
tandaşlardır yalnızca. Çizginin güvenli tarafında kalmayı seçerek hapse atılma
riskini bertaraf ederler. Hepsi de birinci sınıf bir hayat sürebilecek kadar zen
gindir ama bunu belli etmezler. Ve son derece tarafsızdırlar. İktidarda olsun
olmasın bütün partiler için kara para bulundururlar.
Ballard Rıhtımı’ndaki banka hem Sanjay Şirketi’yle, hem de Akreplerde iş
yapıyordu. Ayrıca birçok polis, ordu vurguncuları ve tabii ki siyasetçiler gani
metlerini orada tutuyordu. Bankada hemen her sektörden yağmalanan paralar
vardı. Burası ayrıca şehrin en iyi korunan bankasıydı.
Banka aynı zamanda müşterilerini korurdu. İçlerinden birinin işleri kötü
gittiğinde belirli bir ücret karşılığında piyasayı yatıştırırlardı. Her bir skandal
etikedenir, bir kutuya konur ve bir kasaya kilitlenirdi. Söylentilere bakılırsa,
rıhtımdaki bankanın tek pisliği vergi beyanı yapmadıkları altınlar değildi.
Şehirdeki herkes bankanın onlara uzattığı görünmez elden faydalanırdı
ve eğer o el yumruğunu sıkarsa hepsinin kaybedeceği bir şeyler vardı. Banka
sırlar ve kara parayla o kadar şişmişti ki, bu saatten sonra sırtının yere gelmesi
zordu.
Benim gibi küçük çaplı üçkâğıtçılar için banka elimdeki Amerikan dolarla
rını ve diğer yabancı paraları karaborsa rupilerle değiştirmenin en güvenli yo
luydu. Banka da ben ve benim gibilerden aldığı dövizi aklayıp yeniden Güney
Bombay pazarına sunuyordu.
Kaybedecek çok şeyleri olan bu iki taraf dışında, alıcıların kim olduğunu
kimse bilmezdi. Bazıları film yapımcılarıyla aktörlerin kurduğu bir sendikadan
söz ediyordu. Başka bir söylenti de Masonların Bombay şubesiye ilgiliydi.
Bu esrarengiz alıcılar her kimse, çok zekiydiler. Güneydeki karaborsa dolar
larının yüzde seksenini onlar kontrol ediyordu. Zincirdeki herkesten daha fazla
kâr etmelerine karşın hapse girme riskleri yoktu.
Masrafları düştüğümde, yürüttüğüm küçük operasyondan bana ayda yirmi
bin rupi kalıyordu. Hâlâ varoşta yaşasaydım bu parayla kral olurdum.
Bir suçtan para kazanmaya başladığınızda, bu piyasada var olmanın en
önemli kuralının para kazanmak değil, onu elinizde tutabilmek olduğunu an
larsınız. Her bir karaborsa rupinizde kim bilir kaç kişinin gözü vardır. Polise de
başvuramazsınız, zira asıl onlar sizi bir inek gibi sağmanın peşindedir.
Bir gün çuvallar dolusu nakit paranız olursa ve onları harcamaya gönüllü
değilseniz, güvenli bir saklama yeri bulmanız şart olur.
İlk kural bütün paranızı bir yere koymamaktır. İşler kötü giderse, bir gü
venceniz olması önemlidir. Ben bir gün kaçmam gerekirse diye evde biraz para
bulunduruyordum. Gerisi Didier’nin adamı Tito’daydı. Benden arkadaş hesabı
yüzde iki alıyordu. Ama ağız alışkanlığından hâlâ yüzde on diyordu, o ayrı.
“Kusura bakma,” dedi bir gün yine yüzde on dediğinde.
“Bana bak, Tito. Eğer bir gün biri seni arayıp beni kaçırdığını ve bir bod
rumda işkence ettiğini söylerse ona parolayı sor. 300 Spartalı derse bütün pa
rayı ver. Tamam mı?”
“Anlaştık,” dedi. “Yüzde ona bütün para onundur.”
Do'stlaringiz bilan baham: |