KIRK BESİNCİ BÖLÜM
9
-K^aygan, beyaz taşların üzerinde koştum ve mağaranın girişinde durup içeri
baktım. Tahta bir tabureye oturmuş, avucundaki minik, gümüş heykele bakı
yordu. Tanrıça Lakshmi’nin heykeliydi.
Mağaranın ağzında durdum ve onu dağda ilk kez gördüğümde yaptığı gibi
yüzümü rüzgâra verdim.
“Bana bir fıkra anlat,” dedim.
Bana döndü. Göz ucuyla gülümsediğini gördüm.
“Eee, anlatacak mısın?” diye sordum.
“Pekâlâ. Bir bilmeceye ne dersin? Polisler muhbirlere neden iki tokat atar?”
“Uç haftadır görüşmüyoruz ve elinden gelenin en iyisi bu mu?”
“Tam on altı gün sekiz saat oldu. Soruma cevap verecek misin, vermeyecek
misin?”
“Cevabım bilmiyorum. Sen söyle.”
“İlk tokat konuşmaları, diğeri susmaları için.”
“Gel buraya,” dedim.
Parmaklarının ucuna kalkıp kollarını boynuma doladı ve öptü beni.
Vücudarımız aynı kökten biten iki ağaç gibi birbirine dolandı.
“Seni gördüğüme ne kadar sevindim bilemezsin,” dedim. “Naveen beni ne
den on dakika oyaladı?”
“Tırmanış beni yordu da ondan. Terim soğusun, daha bir havalı görüneyim
istedim.”
“Gel.”
Karla’yı Silvano’nun gösterdiği yere götürdüm. Sağından solundan otlar bi
ten bir kaya çıkıntısına oturup aşağıdaki ormana baktık. Vadiden ılık bir rüzgâr
esiyordu. Yardaki ağaçlar nazlı nazlı sallanıyordu.
“Bana her şeyi anlat,” dedi.
“Ne komik. Ben de aynısını senden isteyecektim.”
“Önce sen.”
“Anlatacak fazla bir şey yok. Burası genelde sakin. Hatta ev işlerini sevenler
için bir tema parkına benziyor. Herkes görevini aşırı ciddiye alıyor.”
“İşe yarıyor mu peki?”
“Evet. Sistem iyi işliyor. Ben de görevleri kurallara tercih ederim.”
“Burada kaldığın için sağ ol, Shantaram. Seni bundan seviyorum ya zaten.
Aslında burada durmak istemediğini biliyorum.”
Beni neden şehirden uzak tutmak istediğini anlatmamıştı. Ben de sorma
mıştım. Şimdi yanımda olduğu için mutluydum, o kadar.
“Gerçi hiç sıkılmıyorum. Idriss’i görmeye yığınla insan geliyor. Hepsi de en
fazla bir iki saat kalıp gidiyor.”
“Nasıl insanlar?”
Geriye uzattığı ellerine abandı ve yüzünü güneşe vererek gülümsedi.
“Birkaç gün önce bir politikacı geldi mesela. Yanında gorilleri vardı. Idriss’e
akıl danışmak istiyordu. Idriss ona gorillerinden ve zırhlı arabasından kurtul
masını salık verdi. Basit bir kılıkla halkın arasına karış dedi.”
“Politikacı ne dedi?”
“Bunu yaparsa öldürüleceğini söyledi. Idriss de o senin sorunun dedi.”
“Idriss’i seviyorum. Bence tek kişilik bir gösteri yapsa milleti gülmekten
kırıp geçirir.”
“Başka bir gün yarım düzine kadar Şiva rahibi geldi. Yatıya da kaldılar.
Ama Idriss’le gece gündüz tartıştılar. Hatta bir ara kavga o kadar alevlendi ki,
rahipler Şiva asalarını havaya kaldırıp tehditler savurmaya başladı. Sonunda
Silvano’yla duruma el koymak zorunda kaldık.”
“Silvano’nun tüfeğiyle demek istedin herhalde?”
“Tabii ki hayır. Din adamlarını vuracak değildik. Onlara gitmeleri için para
verdik.”
“Zekice bir hareket olmuş. Silvano’yla aranız nasıl?”
“Süper.”
“Onunla anlaşacağını biliyordum. Benzer yönleriniz çok.”
“Öyle mi?”
“Evet.”
Bir an düşündüm.
“Onu sevdim. Hatta düşündüm de, belki bizim ekibe alabiliriz.”
“Bizim bir ekibimiz mi var?”
“Biraz plan yaptım ve.
“Bunu sonra konuşalım. Idriss’le nasılsınız?”
Ben bizi konuşmak istiyordum. Ada Şehri’nde ya da ondan uzakta neler
yapacağımızı. Bizi konuşmak ve onu öpmek istiyordum.
“Ben bunu konuşmayı yeğlerim,” dedim gülümseyerek.
“Idriss’le nasılsınız?” diye yineledi.
“Hakkını yiyemem. Idriss süper bir adam.”
“Anlattıkları sana yeni ufuklar açtı mı?”
Bu büyük bir soruydu. Düşününce biraz da komikti hani. Zira ben bütün
ömrümü o ufukları kapamaya çalışarak geçirmiştim. Geçmişte hatırlamak iste
mediğim o kadar çok şey vardı ki.
“Evet. Belki. Ama tamamen değiştin mi diye soruyorsan, hayır. Ben hâlâ
aynı benim.”
Manzaraya baktı. Vadiye ve uzakta parlayan kuleli köye.
“Madam Zhou’yu buldun mu?” diye sordum.
“Yer yarıldı içine girdi,” dedi yeryüzünün gökyüzüyle öpüştüğü noktadan
gözlerini ayırmadan.
“Hiç iz yok mu?”
“Didier’yle Naveen soruşturuyor. Ama ne gören var ne duyan. Muhtemelen
hâlâ şehirde ama ne kurnazdır bilirsin. Bulunmak istemezse görünmez olabilir.”
“Kimse tamamen görünmez olamaz. Hâlâ buralardaysa onu mutlaka bula
cağız. Naveen, Abdullah’tan bir mesaj getirdi. Şey demiş-”
“En az bir hafta daha burada beklemeni. Abdullah arayıp bana da söyledi.
Naveen’i onun için yanımda getirdim.”
“Ve Diva’yı.”
“O başka bir konu. Divânın Idriss’le tanışmasını istiyordum. Onunla ilgili
planlarım var ve içimden bir ses Idriss’le kozmik bağlantımız olduğunu söylüyor.”
“Kozmik bağlantılardan bahsetmişken,” dedim onu kendime çekip öperek.
Saçlarında toprak kokusu vardı. Yaprakların arasından sızan güneş bizi ısıtı
yor, ağaçları dalgalandıran rüzgâr sıcak nefesini suratlarımıza üflüyordu. Karla.
“Bu gece burada uyuyabilir miyiz?”
“İstersen şimdi bile uyuruz.”
“Güzel. Gel, çocukların yanına dönelim.”
“Ama...”
Naveen ve öğrencilerle biraz vakit geçirdik. Bu arada, Idriss tam iki saat
Diva’yla konuştu. Sonra da zavallı zengin kızı geceyi ufacık, sefil bir mağarada
geçirmeye ikna etmeye çalıştı.
Diva bu teklifi kabul edince şaşırdım ama eşyalarını alması için Naveen’i
arabaya yollaması beni hiç şaşırtmadı.
Akşam yemeğinden ve bulaşık faslından sonra bazı öğrenciler gece için dağ
dan ayrıldı. Diğerleri de okumak ve uyumak için mağaralara çekildi. Biz, gece
kuşları ateşin başında romlu siyah çaylarımızı içtik.
Ben Idriss ve Silvano’yla ateşin bir tarafında oturuyordum. Çayım bitince
kalkıp onlara iyi geceler diledim.
Ateşin diğer tarafındaki Naveen, Diva ve Karla hâlâ koyu bir sohbetteydi.
Arada bir kahkahaları geceyi yırtıyordu.
“Diva enteresan bir kadın,” dedi Idriss.
Baş başa sohbetlerinde Diva onu gülmekten yerlere yatırmıştı. Idriss şimdi
de ona bakarken kıkırdadı.
“Sence de öyle değil mi?” diye sordu bana.
Karla’nın yanında oturan Diva’ya baktım.
“Ben güzel, zeki ve son derece şımarık bir kız görüyorum.”
“Şu an için haklısın ama dönüşebileceği insanı hayal et.”
Sonra da Silvano’yla birlikte bana iyi geceler deyip gittiler.
Diğerlerinin yanma gittiğimde, Diva, Karla’yı branda bezinden iskemlele
rin oraya götürdü. Yüzlerini doğudaki ormana dönerek oturdular.
Sohbet ederlerken sadece profillerini görebiliyordum. Ben Naveen’in yanı
na çöktüm.
“Yüzün gülüyor,” dedi. “Seni moralli gördüğüme sevindim.”
“Öyle mi görünüyorum?”
“Evet. En azından Karla şuraya gidene kadar şapşal şapşal sırıtıyordun.”
Bir dalla ateşi karıştırdığında kıvılcımlar etrafa saçıldı.
“Aklında ne var, evlat?” diye sordum.
“Sabaha kadar bekleyebilir.”
“En iyi zaman şimdidir. Neler oluyor?”
“Onun için endişeleniyorum,” dedi başıyla kızları göstererek. Konuşmalarını
duyamıyorduk. Sadece kahkahaları geliyordu.
“Karla’yı mı diyorsun?”
“Hayır,” dedi kaşlarını çatarak. “Diva.”
“Sorun ne?”
“Babasının başı ciddi şekilde belada. Şehrin en baba pisliklerine bulaşmış.
Çok borcu var. Heriflerin de tahammülü az.”
“Bir dakika. Mukesh Devnani, Bombay’ın en zenginlerinden değil mi?”
“Ne yaparsın? Gözü doymamış işte. İş merkezleri yerine kongre binaları,
hatta şehirler inşa edeyim demiş. Rüyalarını gerçekleştirmek için kapısını çal
dıkları da...”
L
“Hem aşağılık, hem de sabırsızlar ve paralarını en kısa zamanda faiziyle geri
istiyorlar.”
“Doğru. İşin tuhafı, Ranjit de işin içinde.”
“Ranjit mi? Nasıl?”
“Mukesh’in inşa edeceği sitelerden biri aleyhine gazetesinde bir kampanya
yürütüyordu. Hükümet tepkilerden korkup geri adım attı ve Mukesh’in izin
lerini iptal etti. Bütün planlar suya düştü tabii. Durumu o kadar kötü ki, polis
kapısını çaldığında onu tutuklamaya mı, yoksa korumaya mı geldiler anlaya
mıyoruz.”
“Batsa bile borcunu ödemek zorunda.”
“Ben de öyle diyorum. Kibar bir dille anlatmaya çalıştım. Ama bazı sorun
lar var. Ben de detayını bilmiyorum. Juhu’daki eve eskisi kadar sık gitmiyo
rum. Birkaç kere ofisinin oralarda dolaştım. Ben Diva’yı kaçıracaklarını dü
şünüyorum. Annesi altı yıl önce ölmüş. Mukesh’in tek çocuğu o. Tek varisi.
Düşmanları onu Diva üzerinden vurmak isteyecek bence. Belki boşuna stres
yapıyorum ama elimde değil.”
“İşi o noktaya vardırırlar mı?”
“Bence evet. Bu kız benim sorumluluğumda, Lin. Babasının götün teki
olduğunu düşünsem de, Diva’yı korumak zorundayım.”
“Onu şehir dışına çıkar.”
“Denedim. Ama Diva, babasının başının belada olduğunu biliyor. Onu
bırakıp bir yere gitmez.”
“Bir süreliğine saklanabilirsiniz belki.”
“Nerede? Nasıl? Diva basbayağı ünlü biri. Kötü adamlardan çok basın ya
kamızı bırakmıyor. İşin kötüsü, bu ilgi Diva’nın hoşuna gidiyor. Her şeyden
önce cep telefonunu elinden almam gerek. Sürekli paparazzileri arayıp yerini
bildiyor. Magazin basınından birçok dostu var. Onlara ilk isimleriyle hitap edi
yor. Her dışarı çıktığımızda onlara içki ısmarlıyor. Hatta bazılarının çocukla
rının isim annesi.”
Güldüm ama sonra Naveen’in yüzünü görüp yine ciddileştim.
“On sekizinci yaş gününde uçakla havaya adını yazdırmış. Kendi söyledi.
Şimdi o kadar abartmadığı için kendini tedbirli sayıyor. Nereye gidersek gide
lim, basın şıp diye izimizi bulacaktır.”
“Kenar mahallelerde saklansanız?” diye önerdim. “Diva kabul ederse, sizi
orada aramak kimsenin aklına gelmez. Ben on sekiz ay varoşta saklandım.
Daha güvenli bir yer düşünemiyorum.”
“Diva’yı kabul ederler mi ki?”
DAĞ GÖLGESİ ■ 447
“Liderleri ahbabım. Eğlenceye bayılır. Diva’yı sevecektir. Ama varoş herkese
göre değil ve Diva da kesinlikle herkes değil.”
“Sen ciddi misin?”
“Bombay’da onu etrafındaki kalabalıktan kurtaracak başka bir yer aklına
geliyorsa hiç durma. Ama söz veremem. Önce dostumla konuşmam gerek.”
Naveen yine kızlara baktı. Karla yla Diva kahkahalarını bastırmaya çalışır
ken tuhaf sesler çıkarıyordu.
Bir şey içiyorlardı ve nefis görünüyordu.
“Dağdan indiğimde karar verirseniz Johnny Cigar’la konuşurum, olur mu?”
“Diva’yı ikna edebilir miyim bilmiyorum ama tamam. Babasının başı daha
beter derde girerse bir seçeneğim olsun istiyorum.”
“Merak etme,” dedim. “Gel, kızlar ne içiyor bakalım.”
Dördümüz bir süre daha sohbet ettik. Korku kadar inancın da birleştirdiği
dört ahbap olarak birbirimizle avunmaya çalıştık.
Sonra Karla’yla diğerlerine iyi geceler diledik. Battaniyelerimizi, suyumuzu
ve yiyeceklerimizi alıp Silvano’un yerine gittik.
İki battaniyeyle bize rahat bir yatak yaptım. Yemek çantamızı açtık. Menüde
kızarmış soğuk
pakoda,
ananas, kaju, mercimekli börek, birkaç avuç kuruyemiş
ve küçük kil kaplarda Bengal muhallebisi vardı.
Ne var ki Karla bütün bu yiyeceklere itibar etmeyip çantasından iki cep
şişesi, bir sigara kutusu ve altın bir çakmak çıkardı. Çakmağın üzerinde gece
yarısını yirmi üç geçeyi gösteren bir saat vardı.
“Çakmağındaki saat durmuş,” dedim kurmak için uzanarak.
“Dokunma. Ben öyle seviyorum.”
“Bir hafta sonra döneceğim, Karla. Burada daha fazla.
“Önce ben konuşabilir miyim?”
“Buyur.”
“Didier ve Naveen’le bir iş yapacağız. Dedektiflik işini büyütmek istiyorlar.
Onlara ortak olacağım.”
“Nasıl istersen ama ben karaborsa para işine daha sıcak bakıyorum. Birkaç
bağlantım var. Sadakatlerini olmasa bile nakitlerini satın alabilirim. Rahatça
yaşarız.”
“Benim param var.”
“Onu sakla. İleride ihtiyacın olabilir.”
“Bombay’da daha ne kadar kalacağımızı bilmiyoruz,” dedi cep şişesinden
bir fırt alıp bana uzatarak. “Bu serüvenin her dakikasından keyif almak ve gü
vende olmak istiyorum.”
“Dedekliflik işi güvenli mi sanıyorsun? En güvenli meslekler arasında ilk
yüze bile giremez.”
“Yeraltı dünyası başka, Shantaram. Sen de biliyorsun. Suç ve ceza olayı
başka.”
Suç ve ceza. Bunu daha kaç kez duyacaktım? Kader benimle iyiden iyiye
alay ediyordu galiba.
“Ben o düzende kendime bir yer görmüyorum, Karla.”
“Sessiz ortak olacaksın. Benim gibi.”
“Öyle mi?”
“Ne kadar sessiz o kadar iyi.”
“Diyorsun.”
“Didier’yle Naveen’in ulaşamayacağı insanlarla sen muhatap olursun.
Madem öyleleriyle konuşmamız gerekecek, bunu neden birlikte yapmayalım?”
Gülümsedim. Neden konuşuyorduk ki? Neden soyunup sevişmiyorduk?
“Suç işlemekten suçlu kovalamaya kolay bir geçiş yapabileceğimi sanmıyo
rum,” dedim. “Benim yeteneklerim birincisine daha uygun.”
“Kayıp vakaları üzerine uzmanlaşacağız,” dedi Karla.
Başladım gülmeye. “Asıl kayıp biziz yahu.”
O da güldü.
“Polisin çözemediği davalarla ilgileneceğiz.”
“Polis çözememişse mutlaka iyi bir sebebi vardır.”
Tabakadan bir esrarlı sigara seçip yaktı.
“Her zaman değil. Bazen bir davanın çözülmemesini yeğlersin. Bazen de
onun çözülmemesi için para alırsın. Evden kaçan kocalar, düğünden kaçan
gelinler, savurgan oğullar ve kayıp sevgililer. Biz sadece bunlarla ilgileneceğiz.”
“Ben bu işte para göremiyorum, Karla. Senin dolarları harcayacağız gibime
geliyor.”
“Başta hazırdan yiyeceğimizi ben de biliyorum. Ama bu ülkede patlayacak
iki sektör var. Biri özel güvenlik, diğeri özel dedektiflik. Dua et ki yeterince
sermayem var. Ama benden para almaktan rahatsız oluyorsan, işler yoluna gir
diğinde borcunu ödersin.”
“Hazır kayıplardan bahsederken, Ranjit’ten haber var mı?”
“Henüz hayır. Maldivler’de bir yatta görüldüğüyle ilgili dedikodular do
laşıyor. Araştırıyorum. Şirketle ilgili kararlarda vekaleten ben oy kullandığım
için yönetim kurulunda bayağı sözüm geçiyor. Ranjit rezil bir patrondu ama
ben değilim. Bütün haber ajansı benim için onun izini sürüyor. Ne komik
değil mi?”
“Hâlâ Taj’da mısın?”
“Evet. Girişte sıkı bir güvenlik ekipleri var. Ben de benim katta kuş uçurt
muyorum.”
“Didier’yle görüştün mü?”
“Evet. Sürekli burun burunayız. Asitçiler fena gözünü korkuttu. Ne gu
rurludur bilirsin. Onun için yüzüne vurmuyorum ama bence büyük tırsıyor.”
“Didier’ye sorsan, gurur değil, zarafet der.”
“Her neyse. O kadını yolumdan çekmenin bir yolunu bulmam gerek.”
Battaniyenin üzerindekileri kenara itip uzandı ve bir elini kafasının arkası
na koydu.
“Planlarımı öğrendin. Ne düşünüyorsun, Shantaram. Benimle misin?”
Kader en büyük hayalinizi gerçekleştirir ve zaman bunun en yanlış anda ol
masını garantiler. Kayıp sevgililer dedektiflik planında onunla birlikte miydim?
Hayır. Ne polisle iş birliği yapabilirdim ne de birini polise teslim edebilirdim.
Bu da beni berbat bir dedektif yapardı.
Karla aklımdan geçenleri biliyordu. Gözlerimde görüyor, nefesimde dinli
yordu. Onunla aynı dağda ama iki farklı yoldaydık.
“Düşünme,” dedi. “Yarın da aynı sana benziyor. Asla vaktinde gelmiyor.”
Ay ışığında rüzgâr vardı. Teninde yaprak gölgelerinden bir dantel. Bütün
geçmiş hayatlarımızın, birbirimizi sevdiğimiz ve kaybettiğimiz her anın tüm
aşkları birer yıldız ışığı olup uyuyan yüzüne yansımıştı. O gece benim gökyü-
zümde tek bir yıldız bile yoktu. Eski ve yeniye rehberlik edecek tek bir ışık yok
tu. Ama umurumda değildi. Karla kollarımda uyuyordu ve ben çoktan yuvama
doğru yelken açmıştım.
Do'stlaringiz bilan baham: |