İkinci Bölüm
Misbah’uş Şeria’da yer aldığına göre İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Namazın sonunda verilen selamın anlamı şudur: “Her kim Allah’ın emrini ve Peygamber’in sünnetini kalb huzuru içinde eda ederse, dünyevi belalardan güvende olur ve ahiret azabından uzak kalır. Selam, Allah-u Tealanın kulları arasında emanet bıraktığı isimdir. Böylece alıverişlerde, emaneti korumada, birbiriyle ilişkide, doğru dostlukta kaynaşmanın sıhhatinde ve muaşeretlerinde bundan istifade etsinler. Eğer selamı yerli yerine koymak ve anlamını eda etmek istiyorsan Allah’tan korkmalısın. Kalb, din ve aklın senden esenlikte olsun. Onları günahların pisliğiyle kirletme, koruyucu meleklerini de güvende kılmalısın. Onları üzmemelisin ve onları usandırmamalısın. Uygun olmayan davranışlarınla onları kendinden uzaklaştırmamalısın. O halde dostun ve düşmanın senden taraf güvende olmalıdır. Her kimin yakınları kendisinden güvende olmazsa, şüphesiz yabancılar da ondan güvende olmaz. Her kim selamı yerli yerine koymazsa ona ne bir selam vardır ve ne de teslim. Ve o her ne kadar halk arasında Müslüman görünse de selamı hakkında yalan söylemektedir.”1 Bu hadiste buyurulduğu gibi namazın sonundaki namazın anlamı esenliktir. Yani kalbi huşu ile Peygamber’in sünnetlerini ve ilahi işleri eda eden kimse, dünya belasından ve ahiret azabından güvende olur. Yani dünyada şeytanın tasarruflarından esenlikte bulunur. Zira kalp huzuruyla ilahi emirleri eda etmek şeytanın tasarruflarının kesilmesine neden olur. “Şüphesiz namaz fuhuştan, kötülükten alıkoyar.”2
Daha sonra selamın sırlarından birine işaret ederek şöyle buyurmaktadır: “Selam, Allah’ın varlıklar arasında emanet bıraktığı isimlerinden bir isimdir.” Bu da varlıkların ilahi isimlerden mazhariyetine işarettir. Sâlik kul, zat batınına ve fıtratına emanet olarak bırakılan bu ilahi latifeyi izhar etmelidir. Bütün muamelelerinde, muaşeretlerinde, emanetlerinde ve irtibatlarında kullanmalıdır. Batın veya zahir memleketine de sirayet ettirmelidir. Muamelelerde Hak ve Hakk’ın dini üzere kullanmalıdır ki, bu ilahi emanete ihanet etmemiş olsun. O halde selamın hakikati bütün mülki ve melekuti güçlerine sirayet eder ve bütün adetlere, inançlara, ahlaka ve amellere bulaşır. Böylece de bütün tasarruflardan esenlik içinde olur. Bu esenliğin elde edilme yolunun ise takva olduğunu belirtmiştir. Bilmek gerekir ki takvanın bir takım mertebeleri ve menzilleri vardır: Dolayısıyla zahiri takva, zahiri günahların zulmetinden korunmaktır. Bu takva insanların genelinin takvasıdır.
Batın takvası ise batını ifrattan, tefritten temizlemek ve ahlak ve ruhi içgüdülerdeki itidal sınırını aşmamaktır. Bu da özel kimselerin takvasıdır. Akıl takvası ise, aklı, ilahi olmayan ilimlerde aklı kullanmaktan temizlemek ve korumaktır. İlahi ilimlerden maksat ise şeriatler ve ilahi dinler ile ilgili olan ilimlerdir. Bütün tabiat ilimleri ve Hakk’ın mazharlarını tanımaya yarayan diğer ilimler ilahidir. Eğer öyle değilse her ne kadar konuları yaratılış ve ahiret olsa da ilahi değildir. Bu da Ehess’ul Hevas'ın (hasların hassının) takvasıdır.
Kalp Takvası ise, kalbi Hakk’tan gayrisini müşahade ve müzakere etmekten korumaktır. Bu evliyanın takvasıdır. Hak Teala’nın, “Benimle oturanla ben de otururum.”1 diye buyurduğunu belirten hadisten maksat da, bu kalbi halvettir. Bu halvet en iyi halvettir. Diğer halvetler ise bu halvetin husulü için bir öncül konumundadır. O halde takvanın bütün bu mertebelerine sahip olan kimsenin dini, aklı, ruhu, kalbi, bütün zahiri ve batınî güçleri esenlikte olur. Koruyucu ve müvekkel melekler de ondan güvende olur. Ondan usanmaz, bıkmaz ve dehşete kapılmazlar. Böyle bir şahsın muamele ve muaşereti de dost ve düşmana karşı esenlik yoluyla gerçekleşir. Ve böylece her ne kadar insanlar ona düşmanlık etse de, düşmanlığın kökleri kalbinin batınından sökülür. Her kim de takvanın bütün mertebelerinde güvende olmazsa, o ölçüde de selam feyzinden mahrum kalır ve nifak ufkuna yaklaşır. Allah bizi ondan korusun. ve’s-selam.
Do'stlaringiz bilan baham: |