Uluslararası Yaylacılık ve Yayla Kültürü Sempozyumu, 26 - 28 Eylül 2019 - Giresun
International Symposium on Transhumance and Upland Settlement Culture, 26
th
- 28
th
of September 2019 – Giresun
193
olduğunu savunmaktadırlar. Onlara göre insan, çevreden asla ayrı düşünülemez. Çünkü
insan, çevresinde bulunan öğelerle ilişkilerini tanımlar ve bu yüzden derin ekolojistler doğal
kaynakların ve doğal çevrenin korunması gerektiğini savunurlar.
Doğal kaynakların ve doğal çevrenin korunmasında şüphesiz insanın rolü büyüktür.
Ancak insan doğal kaynakları ve doğal çevreyi korurken nasıl bir yol izleyecektir ve bu
hususta bir insanın ne yapması gereklidir? Derin ekolojistler bu mesele üzerinde düşünmüş
ve insanın doğayla özdeşim kurması gerektiğini belirtmişlerdir. Örneğin Naess’e göre insan,
kendini çevresiyle olan ilişkileriyle tanımlayacağına göre çevresiyle özdeşim kuracak ve
onunla bütünleşecektir. Derin ekolojistler bunu “ekolojik benlik” olarak ele almışlardır.
Çünkü onlara ekolojik benlik, “zorlamacı ve statik bir ideoloji değil, samimi ve içten bir
biçimde doğaya açılmaya arayıştır.” Bu noktada derin ekolojistler iki kavram öne sürerler:
Self-realization (kendini gerçekleştirme) ve Bio-centric Equality (canlı-merkezli eşitlik).
Self-realization (kendini gerçekleştirme), Naess’in felsefesine yön veren öğretinin ilk
adımıdır. Buna göre insan, kendini gerçekleştirme potansiyelinin farkına varmalı ve buna
göre yaşamaya başlamalıdır. (Dindar, 2012, s. 79) Çünkü hepimiz kurtulana kadar hiçbirimiz
kurtarılmış sayılmayız. (Devall-Sessions, 1985, s. 67). İnsan bunun farkına vardığı vakit
yalnızca insanları değil, doğadaki canlı ve cansız bütün varlıkları düşünmeye ve onlarla
birlikte var olabileceğine inanır. Bu da canlı-merkezli bir anlayışın doğmasında son derece
önemli bir husustur. Bio-centric Equality (canlı-merkezli eşitlik) ise biyosferdeki her
canlının eşit yaşam hakkına sahip olduğu düşüncesine dayanır. (Devall-Sessions, 1985, s.
67) Bu düşünceye göre her canlının gelişmeye ve yaşamaya hakkı vardır. Birinin bir diğeri
üzerinde baskı kurması doğru değildir. Çünkü her canlı kendine özgü bir değere sahiptir ve
bu değer herkes tarafından bilinmeli ve sayılmalıdır.
Bu iki öğretiyle birlikte Naess, derin ekoloji kavramının temel ilkelerini şu şekilde
dile getirmiştir:
1- Yeryüzündeki bütün insanların ve insan olmayan bütün yaşamlarının
gelişmesinin doğal ve içsel bir değeri vardır. İnsan olmayan canlıların sahip
oldukları bu değerler insan amaçları için kullanılamaz.
2- Yaşam formlarının çeşitliliği ve zenginliği bu değerlerin gerçekleşmesine
katkıda bulunur ve aynı zamanda onların da kendine has değerleri vardır.
3- İnsanların kendi hayati ihtiyaçlarını karşılamak dışında yaşam
formlarının çeşitliliğini ve zenginliğini azaltmaya hakları yoktur.
4- İnsan yaşamı ve kültürünün gelişimi insan nüfusunun önemli ölçüde
azalmasıyla ilişkilidir. İnsan dışı yaşamın gelişimi için de böyle bir azalmaya
ihtiyaç vardır.
5- Günümüzde insan, insanın dışındaki dünyaya aşırı şekilde müdahale
etmektedir ve bu durum hızlı bir şekilde daha kötüye gitmeye devam etmektedir.
6- Bu yüzden politikalar değiştirilmek zorundadır. Bu politikalar, temel
ekonomik, teknolojik ve ideolojik yapıları etkilemektedir. Ortaya çıkan bu
durumun sonuçları ciddi anlamda günümüzden çok farklı olacaktır.
194
Uluslararası Yaylacılık ve Yayla Kültürü Sempozyumu, 26 - 28 Eylül 2019 - Giresun
International Symposium on Transhumance and Upland Settlement Culture, 26
th
- 28
th
of September 2019 – Giresun
7- Yapılacak olan değişiklikler ağırlıklı olarak gösteriyor ki insanlar yüksek
yaşam standartlarını arttırmak yerine yaşam kalitesinin önemi ortaya koymalıdır.
Böylece kocaman ve büyük arasındaki fark çok daha net bir şekilde görülecektir.
8- Yukarıda üzerinde durulan noktalar ister dolaylı ister dolaysız olarak
gerekli olan değişikliklerin gerçekleştirilmesi hususundaki önemi ortaya
koyacaktır. (Devall-Sessions, 1985, s. 70)
Bu temel prensiplere ek olarak Norveçli filozof Naess, adını kendi verdiği felsefesi
Ekosofi T üzerinden felsefi görüşlerini ise şu şekilde dile getirmiştir ve derin ekoloji
anlayışını etraflıca açıklamıştır:
“1- Sınırlı yaşam koşulların ve bireysel olarak (her biriyle ayrı ayrı olmak
üzere) kendini canlılarla özdeşleştirme;
2- Kendini topluca tüm canlılarla veya onların doğasıyla özdeşleştirme
(‘yaşamın kendisiyle, ekosistemle, diğer türlerle)
3- Bireyin farklı durumlarla ilgili ahlaki yargısı (farklı derecelerde);
4- Yaşam ve doğası konusundaki bütüncül ahlaki yargısı” (Dindar, 2012, s.
81)
Naess’in hem derin ekolojinin temel ilkelerinde üzerinde durduğu hem de felsefi
görüşlerini dile getirdiği noktada pek çok ortaklık dikkati çeker. Ona ve diğer derin
ekolojistlere göre en önemli şey insanın doğanın sahibi olmadığıdır. İnsan, doğanın sahibi
olmadığını idrak ettiğinde ise kendisini doğayla özdeşleştirmeyi tercih etmelidir. Çünkü
doğayla özdeşleşen bir insan doğayı yönetmekten, onu kendi çıkarı için kullanmaktan
vazgeçecektir ki bu bağlamda Gaia varsayımıyla dikkatleri üzerine çeken James Lovelock
da Naess’in felsefesini destekleyecek görüşler öne sürmüştür. Çalışmalarını bilim temelinde
yürüten ve The Age Of Gaia isimli ikinci kitabını 1988’de yayımlayan Lovelock’a göre de
dünyadaki yaşam ancak insanların dünya üzerindeki bütün canlılarla bütünleşmesiyle devam
edecektir: “Belki insanoğlunun sonu uysallaşmak ve böylece yıkıcı ve açgözlü kabileleşme
ve milletleşme hırslarından sıyrılarak Gaia’yı oluşturan tüm yaratıklarla kendini birleşmiş
ve tekleşmiş olarak görmek olacaktır.” (West, 1994, s. 120).
Sonuç olarak derin ekoloji, doğanın insan tarafından tahrip edilmesine ve insanın
doğanın fatihi olmasına karşıdır. Derin ekolojiye göre insan, doğanın sade bir üyesidir ve bu
yüzden insan-dışı yaşamla kendisini özdeşleştirmeli ve insan-dışı yaşamı kendi çıkarları
uğrunda kullanmaktan vazgeçmelidir. Bunu da daha çok Aldo Leopold’un görüşleriyle
şekillenen toprak etiği anlayışına bağlamak mümkündür. Çünkü Leopold, toprak etiğini
insanın toprağa karşı ahlaki yükümlülüğü olarak tanımlamıştır. En nihayetinde Norveçli
filozof Naess de Leopold’un görüşlerine paralel bir biçimde kendi felsefesini ortaya koymuş
ve insanın doğanın sahibi olmadığını vurgulamıştır.
Uluslararası Yaylacılık ve Yayla Kültürü Sempozyumu, 26 - 28 Eylül 2019 - Giresun
International Symposium on Transhumance and Upland Settlement Culture, 26
th
- 28
th
of September 2019 – Giresun
195
Do'stlaringiz bilan baham: |