323
ayıp bir cevap verdi ki, gayri ihtiyari ellerimi yüzüme kapadım, oradan
kaçmak istedim. Fakat, tam bu dakikada, yüzünü çevirmişti. Birdenbire:
-Vay küçük yine mi sen? diye bağırdı.
Yüzünü görür görmez, ben de kendimi tutamadım:
-Doktor Bey, Zeyniler’deki Doktor Bey! Diye feryat ettim.
Mübalağa etmiyordum. Bu, bir feryattı.
Şişeleri devirerek yanıma geldi, ellerimi tuttu; başımı çekerek,
çarşafımın üstünden saçlarımı öptü. Yalnız bir gün, hatta bir gün bile
değil, birkaç saat birbirimizi görmüştük. Hangi gizli ruh alakası bizi
birbirimize bağlamış, iki sene sonra kırk yıllık iki dost, hatta bir baba kız
gibi bizi birbirimizin kollarına atmıştı? Ne bileyim,
insan kalbi, öyle
anlaşılmaz bir şey ki!...
Hayrullah Bey, tıpkı Zeyniler’deki gibi bana:
-Söyle bakalım, yaramaz, senin burada ne işin var? diye sordu.
Çocuk gözleri gibi berrak mavi gözleri, beyaz kirpiklerinin içinde
tarif edilmez bir tatlılıkla parlıyordu. Ben, yine tıpkı Zeyniler’deki gibi,
bu gözlerin içine gülerek:
-Biliyorsunuz ki, ben, muallimeyim Doktor Bey, dedim. Memleket
memleket geziyorum. Şimdi buraya tayin ettiler.
Bütün hayatımı ve gönlümü biliyor gibi nihayetsiz bir esefle:
-Hâlâ mı haber yok, küçük? dedi. Birdenbire yüzüme su serpilmiş
gibi ürperdim, gözlerimi kırpıştırdım. Hayret ediyor gibi görünmeye
çalışarak:
-Kimden, Doktor Bey? dedim.
O, canı sıkılmış gibi beni parmağıyla tehdit etti:
-Ne yalan söylüyorsun küçük? Dudakların yalan söylemeyi
öğrenmiş ama gözlerin, halin daha pek toy. Kimden mi haber
soruyorum. Seni böyle memleket memleket gezdiren her kimse ondan.
Gülerek omuzlarımı silktim:
-Maarif demek istiyorsunuz, sonra tabii memleketimin çocuklarına
downloaded from KitabYurdu.org
324
hizmet etmek emeli.
Doktor, yine Zeyniler’deki iddiasını tekrar etti. Bu söz, beni çok
müteessir ettiği için kelimesi kelimesine aklımda kalmıştı:
-Bu yaşta, bu halle, bu çehreyle mi? Peki, öyle olsun yaramaz, öyle
olsun, tek sen vahşilik gösterme.
O ilaçlarını, ben kitaplarımı unutmuştuk, konuşmaya
devam
ediyorduk:
-Mektebimizi aldığınıza o kadar üzüldüm ki, Doktor Bey...
-Bana başka bir fikir geliyor... Ne musibetti o köyün adı? Orada
sana hastabakıcılık ettirdimdi. Hatırlarsın ya? Burada da bana yardım
eder misin, ha? Zaten arada büyük
bir fark yok, ha senin minimini
maymuncukların, ha benim sevgili ayıcıklarım! Zaten ikisi ruh itibariyle
öyle birbirlerine benzer ki... Aynı saffet, aynı temiz çocuk yüreği, hem
de ateş karşısında yandıkları bu aylarda benimkilere yardım, daha ecirli
bir iştir, küçük kız...
Birdenbire yüzüm güldü, çocuk gibi sevindim. Bana kuvvetimi ve
sevgimi harcayacak bir iş
olsun da, ne olursa olsun.
-Peki Doktor Bey, ne vakit isterseniz işe başlarım.
-Hemen şimdi, bak şurasını ne hale koymuşlar? El değil ki, adeta...
Yine hatırı sayılacak derecede fena bir kelime. Ben utanarak:
-Fakat bir şartla Doktor Bey... Yanımda
pek askerce
konuşmayacaksın... O, gülerek:
-Gayret ederim küçük, gayret ederim... Mamafih arada bir kaza
olursa kusura bakmazsın artık, dedi.
Akşama kadar beraber çalıştık, yarın geleceğini haber aldığım
hastaları kabule hazırlandık.
Do'stlaringiz bilan baham: