Karşıyaka, 7 Ekim
Reşit Bey’in köşkünde hayat fena geçmiyor. Talebelerim, biri ben
yaşta, biri daha küçük iki kız. Büyüğünün ismi Ferhunde, güzellikte
beybabasının bir eşi. Bunun için gayet hırçın tabiatlı. Küçük Sabahat,
onun zıddı. Bir bebek gibi güzel, şirin, yumuk yumuk bir kız...
Kalfa hanımlardan biri, bir gün manalı manalı göz kırptı:
-O vakitlerde rahmetli hanımefendi hastaydı. Bir genç askeri
doktor gelir giderdi. Hanımefendi besbelli bu doktorun yüzüne baka
baka çocuğu güzel oldu, dedi.
En büyük korkum hizmetçilerden. Niçin hakikati saklamalı, az çok
onların kapı yoldaşı değil miyim? Fakat ben, çok iyi hareket ettim,
hiçbirisine iş buyurmadım... Onun için hürmet ediyorlar...
Mamafih, bunda Reşit Beyefendi’nin verdiği ehemmiyetin de
-zannederim- tesiri var.
Köşkün en büyük kusuru arı kovanı gibi işlemesi. Misafir, hiç
downloaded from KitabYurdu.org
312
eksik olmuyor. Daha fenası, Ferhunde ile Sabahat, mutlaka her misafire
çıkmam için ısrar ediyorlar. Köşkün bundan daha büyük bir kusuru,
Reşit Beyefendi’nin büyük oğlu Cemil Bey... Otuz yaşlarında kadar,
manasız ve sevimsiz bir genç... Senenin on ayını Avrupa’da babasının
parasını yemekle geçirirmiş. iki ayını da burada, İzmir’de. Bereket
versin, bu iki ayın son günlerindeyiz. Öyle olmasaydı, köşkü üç gün
evvel bırakmış olacaktım. Sana ne mi, diyeceksin? Ben de, kendi
kendime öyle dedim ama, hesap yanlış çıktı.
Üç gün evvel Ferhunde ile Sabahat, geç vakte kadar beni aşağı
salonda alıkoymuşlardı. Onlardan ayrıldıktan sonra karanlıkta yukarı
çıkıyorum... Üçüncü kat merdivenin başında bir erkek gölgesiyle
karılaştım. Birdenbire ürktüm, geri çekilmek istedim.
Cemil Bey’in sesi:
-Korkmayınız, küçükhanım, yabancı değil, dedi. Yan pencereden
birinden, yüzüme hafif bir aydınlık vuruyordu.
-Affedersiniz, beyefendi, birdenbire tanımadım efendim, dedim.
Geçmek istedim.
Cemil Bey, sağa doğru bir adım attı. Merdivenbaşı dar olduğu için
geçecek yol kalmıyordu.
-Uykum kaçtı, küçükhanım, pencereden mehtabı beklemeye
çıktım.
Maksadı hissetmiştim. Bir şey anlamamış gibi görünerek usulca
kaçmak istiyordum. Mamafih, sözü cevapsız bırakmamak için:
-Mehtap zamanı değil ki, efendim, dedim. O, yavaş yavaş.
-Nasıl değil, küçükhanım. Ya bu merdiven başında birdenbire
doğan pembe mehtap! Hangi mehtabın aydınlığı acaba o kadar gönül
alıcıdır ki?!
Cemil Bey, birdenbire beni bileklerimden yakaladı, sıcak nefesini
yüzümde hissettim ve kuvvetle kendimi geriye attım. Bir merdiven
parmaklığına sarılmasaydım, aşağıya kadar yuvarlanacaktım. Fena halde
downloaded from KitabYurdu.org
313
başımı çarpmıştım. Hafif bir ıstırap feryadını zapt edemedim.
Cemil Bey, gürültü etmeksizin yanıma inmişti. Yüzünü
görmediğim halde pek telaş ve heyecan içinde olduğunu hissediyordum.
-Feride Hanım, beni affediniz, bir yeriniz incindi mi? dedi.
-Hayır, ehemmiyeti yok, yalnız beni bırakınız, diye yalvaracaktım.
Fakat dudaklarımdan boğuk bir hıçkırıktan başka ses gelmedi. Bu
hıçkırığı boğmak için mendilimle ağzımı kapamak istedim. O vakit,
hafifçe yaralanan dudağımdan ince ince kan sızdığını gördüm.
Merdiven penceresinin yanındaydık. Açık kalmış bir panjurdan
giren hafif aydınlık içinde Cemil Bey de bu kanı görmüştü. Sesi
teessürlü titreyerek:
-Feride Hanım, dedi. Bu gece ben dünyanın en adi bir adamı gibi
hareket ettim. Beni affettiğinizi söylemek mürüvvetini esirgemeyiniz,
Feride Hanım.
Yapılan terbiyesizlikten sonra bu soğuk edebiyat, tüylerimi ürpertti
ve bana bütün cesaretimi iade etti.
Sert bir sesle:
-Yaptığınızda bir fevkalâdelik yoktur efendim, dedim. Kadın
hizmetçi, evlatlık kabilinden insanlara böyle muameleler yapmak
âdettir... Konağınızda bunların vaziyetinden pek farklı olmayan bir
vaziyeti kabul etmekle ben, buna çanak tuttum. Bir gevezelik falan
etmemden korkmayın, yarın sabah rastgele bir bahane ile çıkıp
gideceğim.
Bunları söyledikten sonra telaşsız ve lakayt bir tavırla merdivenleri
çıktım, odama doğru yöneldim.
Bir elime çantayı, bir elime Munise’yi alarak kapıyı çekip gitmek
kolay. Fakat nereye? Aradan üç gün geçtiği halde bu karar tatbik
edilemedi. Hâlâ buradayım. Çünkü geldiğim gece, defterime bile
yazmaya utandığım şeyi artık itiraf etmek zamanı geldi.
Ben buraya bir akşamüstü ortalık kararırken gelmiştim.
downloaded from KitabYurdu.org
314
Ertesi sabahı beklemek daha münasip değil miydi? Tabii böyle.
Fakat buna imkân yoktu.
Buraya geldiğim o ümitsiz akşamda, köşk misafirlerle doluydu.
Reşit Beyefendi ve küçükhanımlar beni yeni satın alınmış bir süs eşyası
gibi misafirlerine gösteriyorlardı. Herkes bana beğenen, hatta biraz
acıyan bir gözle bakıyordu. Yeni vaziyetimin beni mecbur ettiği mahcup
nezaketle herkesin ayrı ayrı gönlünü almaya çalışırken, üstüme hafif bir
baygınlık gelmiş, kendimi kaybetmiştim. Yalnız birdenbire sandalyenin
kenarına oturmuş, dudaklarımdaki şaşkın gülümsemeyi bile söndürmeye
çalışarak yarım dakika, belki daha az gözlerimi kapamıştım.
Reşit Bey, küçükhanımlar, misafirler telaş etmişlerdi.
Sabahat, elinde bir bardakla koşmuş, şakalaşır gibi ikimiz de
gülerek bana zorla birkaç yudum su içirmişti.
Misafirlerden yaşlı bir hanımefendi gülümseyerek:
-Bir şey değil, lodosun tesiri olacak. Ah, bu zamanın asabi, nazik
küçükhanımları. Bir parça hava değişmesiyle gül gibi sararıp soluyorlar,
dedi.
Hepsi beni, meşakkate tahammülü olmayan bir küçükhanım, nazik,
hasta bir kız sanıyorlardı.
Ben, onları başımla tasdik ediyor, böyle zannettikleri için adeta
minnettar oluyordum.
Onlara yalan söylemiştim.
Bu hafif baygınlığın sebebi başkaydı. Çalıkuşu, o gün, ömründe ilk
defa aç kalmıştı.
Do'stlaringiz bilan baham: |