Amea folklor institutu



Download 40,44 Mb.
bet166/295
Sana21.02.2022
Hajmi40,44 Mb.
#16416
1   ...   162   163   164   165   166   167   168   169   ...   295
ƏDƏBİYYAT

  1. Azərbaycan mifoloji mətnləri / tərtib edənlər A.Acaloğlu, C.Bəydili. Bakı: Şərq-Qərb, 2005, 304 s.

  2. Bayat F. Ana hatlarıyla türk şamanlığı. İstanbul:Ötüken, 2009, 304 s.

  3. Bəydili C. Türk mifoloji sözlüyü. Bakı: elm, 2003, 418 s.

  4. Kara ve sarı Albastı // http://gizlimi.com/al-basti-ve-al-karisi/kara-ve-sari-albasti

  5. İnan A. Al ruhu hakkında // Makaleler ve incelemeler. I cilt, Ankara: Türk tarih kurumu, 1998, 720 s.

  6. Мифологический словарь/Гл. ред. Мелетинский Е.М. - М.: Советская энциклопедия, 1990 г.- 672 с.

  7. Мифы народов мира/под ред. Токарева С. А. - М., Советская энциклопедия, 1987 г. - т.1 - 671 с.

  8. Albasty // http://www.danvich.com/albastyi-lobastyi.php

Orhan Söylemez, Prof.Dr.,
Ardahan Üniversitesi Rektör Yardımcısı
Gülçin Oğuz (Türkiye)

DİNLER, MEDENİYETLER VE KÜLTÜRLER ARASI İTTİFAK:
ALİ VE NİNO
Küreselleşmenin kendini daha fazla hissettirmeye başladığı, sınırların yavaş yavaş ortadan kalktığı 21. yüzyılın başlarında acaba “medeniyetler arası ittifak” mümkün müdür? Samuel Huntington’ın “medeniyetler çatışması”nın kaçınılmazlığı, yer yüzünde özellikle de Orta Doğu’da apaçık görülürken iki medeniyet — veya daha fazla medeniyetler — arasında “barış”ı tesis etmenin güçlüğü de ortadadır. Doğu ve Batı’yı temsil eden iki büyük dinin barışması mümkün müdür? Mümkünse bu nasıl olacaktır? Belki de toplumları geren siyasîlerin yerine toplumları ve onların mensuplarını bir araya getirmeye çalışan yazarlar bunu başarabilirler. Belki de “sevgi” veya “aşk” sınır tanımazlıkları sayesinde bu ittifakı gerçekleştirecektir.
Azerbaycanlı yazarlardan bazıları bu konu üzerinde ehemmiyetle durmaktadırlar. Yazar Elçin Efendiyev, halk hikayesi “Kerem ile Aslı”yı ele alıp konuyu genişleterek Mahmut ile Meryem222 adıyla romanlaştırıyor. Romanda Mahmut Müslüman kimliği ile İslam’ı, Meryem ise Hıristiyan kimliği ile Hıristiyanlığı temsil ediyor. İki genç birbirini görünce âşık olurlar. Ama aralarındaki “din” farklılığı onları ayırır. Onları ayıranlar Meryem’in keşiş babası ile Mahmut’un babası Ziyad Han’dır. Belki daha pek çok halk hikayesinde de görüleceği gibi tarih içinde “din”ler veya “medeniyetler” arası ittifak kurulmaya çalışılmış; ama yine insanların engellemesi ile karşılaşılmıştır. Arslında dünyaya verilen veya verilmesi gereken mesaj şu olmalıdır: “İnsanları rahat bırakın. Hayatları tabii seyri içinde akarsa onlar “din”ler arası da “medeniyetler” arası da ittifakı kuracaklardır.”
Demek ki dışarıdan gelecek müdahale azalırsa bu engelin aşılması daha kolaylaşacaktır. Azerbaycan edebiyatının bir başka örneği Ali ve Nino223 romanının kahramanları bunun en belirgin örneklerini teşkil etmektedir. Onları birbirinden ancak “savaş” ve neticesinde de “ölüm” ayırabilir.
Romanın kendisi kadar yazarı/ları da ilginç bir porte çizmektedir. Kurban Said’in yazarın gerçek ismi olmadığı ve bu romanı Essad Bey’le Avusturyalı kontes Barones Elfriede Ehrenfels’in birlikte yazdığı düşünülmektedir. Bakü’de doğup Avrupa’da yaşayan Lev Nussimbaum’un (Essad Bey) gençliğinde İslam’a döndüğü ve Barones Ehrenfel’in ailesi ile birlikte yaşadığı bilinmektedir. Barones ise makaleler, kısa hikâyeler yazan ve Plato üzerine felsefî çalışmalar yapan, kültürlü bir insandır. Ayrıca Prag’ın önde gelen gazetelerinden birinde görev almıştır. Birlikte yazdıkları düşünülen bu romanın hangi parçalarının kime ait olduğu bilinmemektedir. Ancak Bakü’nün betimlendiği bölümlerdeki akıcılık, sözcüklere yüklenen hasret duygusu bu bölümleri Lev Nussimbaum’un yazdığı konusunda bir kanı uyandırmaktadır. Doğu ve Batı’nın çatıştığı noktaların da her iki dünyayı yakından tanıyan bir kalemden çıktığı kuşkusuzdur. Bu çatışma öyle derinlerde ve öyle ayrıntılarda yakalanmıştır ki, okuyucuyu sorgulama yapmaya itmektedir. Roman, yirmi dokuz bölümden oluşmaktadır ve bu bölümler olaylarla değil, durumlarla birbirine bağlanmıştır. Bölümler, olay örgüsünü bozmadan, betimlemelerle zenginleştirilerek geniş­ler ve kendi içinde varolan bir zaman diliminde hayat bulur. Sanki bu yirmi dokuz bölüm, romanın kahramanlarından Ali’nin hayatına açılan pencereler gibi sırlanmıştır. Roman bu oluşumu ile günlükleri, hatıra defterlerini anımsatır. Zaten romanın sonunda da yazarların bu tekniği neden seçtikleri de anlaşılmaktadır.224
Ali, Bakü’de iyi bir aileye mensup, iyi yetiştirilmiş bir delikanlıdır. Ailesinin yarısı İran’da yaşayan Ali, kendinde zenginliği, gücü, bilgiyi barındıracak kadar birikimli bir in­san­dır. Ali’nin çöl kadar, belki çölden de fazla sevdiği kız ise, Gürcü bir prenses olan Ni­no’dur. Çarlık Rusyası’nda Çar’ın izni ile kraliyet unvanlarını kullanabilen Kipiani ailesine mensup bu genç kız, yetiştirilme ve düşünme tarzı ile bir batılıdır. Zaten romanda, Ali Doğu’yu, Nino ise Batı’yı temsil etmektedir. Bu iki karakterin çatışmalarında, sevdalarında, uzlaşmalarında aynı zamanda iki ayrı medeniyetin farklılıkları ve ortak noktalarının da altı çizilmiştir. Ro­man, kendine zemin olarak, yirminci yüzyılın başlarını seçmiş ve o dönemde yaşanılan siyasî ve sosyal değişimleri de bünyesine almıştır. Osmanlı’nın yıkılma süreci, Rusya’da yaşanılan çalkantılar ve bunların Bakü’ye yansımaları Ali’nin gözü ile aktarılmaktadır. Bu aktarımlar millî ve dinî duyarlılıklar gözden kaçırılmadan yapılmıştır. Bu titiz tutum, romanı daha da ger­çekçi kılmıştır. Enver Bey’in ordusu olarak nitelendirilen Türklerin Bakü’ye girmesi ile orada yaşattıkları özgür hava, halkın onlara bakışı çok çarpıcı tespitlerle verilmiştir. İslam di­nindeki mezhep ayrılıkları ve bu mezheplerin birbirine bakışı romanın gerçekçi unsurlarından bi­ridir. Ali Han Şinvaşir kendini Müslüman, Şii ve İmam Cafer mezhebinden olarak tanım­lamaktadır. Nino ise Rum Ortodoks’tur; onların evlilikleri ise iki farklı medeniyetin buluştuğu Bakü’nün bir özeti gibidir. Nitekim mensup oldukları farklı kültürel ve sosyal, dinî çevrelere rağmen Ali ve Nino birbirlerine hiçbir zaman yabancı gibi veya biri diğerini kendisinden fark­lı olarak algılamamıştır. Mensubiyetine dair farklılıkların farkında olmalarına rağmen bunu dert edinmemişlerdir. Onları ayıran bu farklılıklar değil, dışarıdan gelen savaş ve ölümdür.
Ali Şirvanşir, Nino’ya okul yıllarında aşık olur, her fırsatta onunla olabilmek için büyük özen gösterir. Nino’nun ailesi ile iyi ilişkiler kurmak için onların kültürlerine yakın davranmaya çalışır. Konuşmasına, telâffuzuna dikkat etmesinin yanı sıra onların görgü kurallarına da riayet eder. Bu uğraşları da zamanla takdir görür ve Nino’nun babası, kızı okul bitirince onların evlenmesine müsaade eder. Ali, Nino’nun doğulu ka­dın­lar gibi yaşamasını beklemez, onu peçenin arkasına saklayamayacağını, tecrit edil­miş bir hayata zorlayamayacağını bilir. Kendisine ters gelen şeyler de olsa, ona duy­duğu aşk yüzünden bu sivriliklerini törpülemeye çalışır. Ali ve Nino’nun operalarda, yemeklerde geçen tatlı hayatları savaşların gölgesi ile yara almaya başlar. Ali’nin bir çok arkadaşı askere alınır, ama Ali bunu reddeder. Çar’ın savaşını kendi savaşı olarak görmez. Kendine gelen eleştirileri de öngörülerine güvenerek geri çevirir. Babası çok kızdığı oğluna daha sonra hak verecek, ona tüm gücü ile destek olacaktır.
Roman, o coğrafyada yaşayan tüm halkları içine alarak, güncelliğini koruyan ko­nu­lara da ışık tutmaktadır. O dönemde iç içe yaşayan halklar arasında herhangi bir so­run görülmese de savaşlarla birlikte kıpırdanmalar yaşanmaktadır. Ali’nin yakın arka­daşlarından biri olan Naharyan şöyle bir değerlendirme yapmaktadır:
Naharyan ciddi ve düşünceli bir sesle, ‘Kafkas halklarının üç büyüğünün temsil­cisiyiz burada,’ dedi. ‘Bir Gürcü, bir Müslüman ve bir Ermeni. Aynı göğün altında doğduk, farklıyız ama Tanrı’nın Üçlüsü gibi de aynıyız. Avrupalıyız ama Asyalıyız, Doğu’dan ve Batı’dan alıyoruz ve her ikisine de bir şeyler veriyoruz.’ (s. 75)
Naharyan’ın bir başka değerlendirmesi de çok ilginçtir:
Politik olarak düşünen biri kimi zaman adil olmama, hatta haksız olma cesaretine sahip olmalıdır. Kabul ediyorum; Ruslar ülkeye barış getirdiler. Ama bizler, Kafkasya halkları, şimdi o barışı onlar olmadan koruyamıyoruz. Ruslar bizi birbirimizden korumak zorundaymış gibi davranıyorlar. Rus askeri birlikleri, Rus memurları ve valileri bunun için buradalar. Ama prenses sen kendi adına konuş. Benden korunman gerekiyor mu? Benim Ali Han’dan korunmam gerekiyor mu? Hepimiz Peşapür Pınarı başında barış içinde oturmadık mı? Kafkas halklarının İran’ı düşman olarak gördükleri zamanlar artık geride kaldı. Düşman şimdi kuzeyde ve bu aynı düşman bize birbirimizden korunmamız gereken çocuklar olduğumuzu söylüyor. Ama artık çocuk değiliz, büyüyeli çok zaman oldu. (s. 77)
Bunları söyleyen Naharyan, düşüncelerine ihanet ederek, Ali’nin uygun olmadığı bir gün, yine Ali’nin ricası ile Nino’yu operaya götürür. Ancak gecenin sonunda Nino’yu kaçırır; buna şahit olan Seyid Mustafa, Ali’ye haber verir. Atla peşlerine düşen Ali, onları yakalayıncaya kadar atı zorlar. Issız bir yolda Naharyan’ı durduran Ali, onunla sonu ölümle bitecek bir kavgaya tutuşur. Bu kavganın sonucunda Naharyan ölür ve Nino korkutucu bir sessizlikle Ali’nin bir diğer arkadaşı İlyas’la evine döner. Bu olaydan sonra halk arasında kahraman olan Ali, kanunlardan kaçmak için ailesi tarafından uzaklaştırılır. Çünkü onun peşine sadece kanun değil, kan davası da düşmüştür. Naharyan ailesinin onu bulamayacağı Dağıstan’a gider ve orada Nino’suz bir hayat sürmeye çalışır. İlişkilerinin ağır darbe alma­sına neden olan bu olay, Nino’nun Dağıstan’a gitmesi ile evlilikle sonuçlanır. Savaştan, nefretten uzak mutlu günler geçiren genç çift, hayatın gerçeklerine dönmek zorunda kaldık­larında onları çok çalkantılı günlerin beklediğinin farkında değildir. Savaş tüm acımasızlığı ile Bakü’yü sardığı zaman Ali’nin ailesi İran’daki akrabalarının yanına gider. Şirvan ailesi İran’da da çok önemli bir aile sayıldıkları için görkemli saraylarda, malikâ­nelerde yaşamak­tadır. Bu zorunlu ayrılış, Nino’nun da aşkın doğusunu tanıdığı bir seyahat olmuştur. Çünkü Ali’nin doğulu tarafı ile gerçek anlamda burada yüzleşecektir. Artık Ali’nin güzel Gürcü prensesi değil, haremidir. Ayrıca hareketleri erkekler tarafından kontrol altına alınmaya çalışılan, Ali tarafından hediyelere boğulan yalnız bir kadındır. Bu yalnızlığını vücudunda filizlenen bir hayatla paylaşır Nino, Ali’ye kız evlat verecektir. Doğu kültürünün tüm ağırlığını üzerinde hisseden Nino, ailesinin gelişi ile biraz nefes alır. Ailesini ziyaret ettiği bir gün Ali, halkın Hz. Peygamberin torunu Hüseyin’i anmak için düzenlediği törene katılır. Önce kalabalığın sesini duyar sonra kendisini o kalabalığın içinde bulur. Sırtına zincirlerle vurur, toplumsal ruhun yoğun­luğu ile kendinden geçer. Bu sahneye, ailesinin yanında pencereden tanık olan Nino şaşırır, korkar, ne hissedeceğini bilemez. Ali’yi görünce bu yaşadığı duygusal karmaşayı ona da yansıtır. İnançlarının ve kültürlerinin çatıştığı bu dönemden, evlilikleri yara almadan hatta daha da kuvvetlenerek, çıkar.
Yirmi yedinci bölüm, Enver Bey’in ordusunun Bakü’ye girmesi ile başlar. Hilâlli kırmızı bayrağın altında o güne kadar görülmemiş özgürlük havası esen şehir, şakındır. Ali de İran dönüşünde şehrin sokaklarında dolaşırken şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Hayatımda ilk kez kendi ülkemde kendimi evimde hissediyorum.” (s. 213)
“Türklerin” şehre girmesi herkeste farklı duygular uyandırmaktadır. Kimilerine göre tanrısızlık çökmüştür kente, kimilerine göre “Türkler” bir kurtarıcıdır. Bakü’de yaşanan bu güzel doğu masalı Mondros Limanı’nda bir İngiliz savaş gemisi olan Agamemnon’dan gelen haberle kötü sonlanır. “Türklerin” ardından kente Yeni Zelandalılar, Kanadalılar ve Avustralyalılar gelir. Onların gelişi ile Ali, devlet kademesinde görevlendirilir, çünkü Nino ile yaşadıkları evleri modern hayata uygun döşenmiştir. Ayrıca Nino’nun İngilizce bilmesi, misafirleri ağırlayabilecek görgüye sahip olması gibi bir çok gerekçeleri vardır. Ali tüm inançlarını, geleneklerini bir tarafa bırakarak, devletin ona verdiği görevi eşi ile birlikte en iyi şekilde yürütmeye çalışır. Şehre gelen bu yeni misafirlerin ağırlanmasından Ali ve eşi Nino sorumludur. Verilen davetlerde gelen yabancı memur ve subaylara Azerbaycan’ın sosyal hayatı, kültürü de anlatılmaktadır. Rus yönetiminin kültürel evrimlerini baskı altıda tutması sonucu yeteri kadar doktor, öğretmen yetişmediğinden dert yakınırken Ali, aynı zamanda gençlerin Avrupa’ya gönderilerek, eğitilmeleri gerektiğini savunmaktadır.
Dışişleri Bakanlığı Ataşeliği’ni başarı ile sürdüren Ali, bir süre sonra Paris Kon­solosluğu’na atanır. Ancak bu haber yalnızca Ali’yi sevindirmez, çünkü o vatanından ayrılmak istemez. Görevi kabul etmesi için baskı yapan Nino’ya şöyle seslenir:
Nino, anlamaya çalış. Başımın üstündeki bu düz çatıyı, çölü, denizi seviyorum. Bu kenti, eski duvarları ve daracık sokaklardaki camileri seviyorum. Ben Doğu’dan ayrılırsam sudan çıkmış balığa dönerim, ölürüm. (s. 226)
Yirmi dokuzuncu yani son bölüm, Ali ve Nino’nun büyük aşklarının meyvesinin dünyaya gelişi ile umutla başlamaktadır. Kız çocuğu olan Ali’ye, babasının onu avutacak sözler söylemesi anlamsız gelmektedir, çünkü Ali küçük bir kızı olduğu için çok mutludur. Ancak Avrupa’dan gelen haberler hiç de iç açıcı değildir. Batı, Doğu’nun kaderini yeniden çizmek, sınırları yeniden belirlemek için kolları sıvamıştır:
Söylenmesi güç adları olan esrarengiz insanlar Versailles’da toplanmışlar, Doğu’nun kaderine hükmediyorlardı. Sadece bir tek kişi, Ankara’da sarı saçlı bir Türk generali galiplere karşı çıkmaya çalışıyordu. (s. 231)
Ali’nin bu sözleri Birinci Dünya Savaşı’nın sonunu ve Mustafa Kemal’in başlattığı kurtuluş mücadelesinin dışarıdan bir resmi niteliğindedir. Ali, Azerbaycan’ın geleceği için de kaygılıdır ve bir arkadaşı ile konuşurken şu sözlerle bunları ifade eder:
Bizim doğal müttefiklerimiz Türkiye ile İran olmalıdır, ancak şu anda ikisi de güçsüz. Biz havada asılı kaldık, kuzeyden yüz altmış milyon Rus bizim petrolümüzün susuzluğunu çekerek bastırıyor. İngilizler burada oldukları sürece Beyaz olsun, Kızıl olsun hiçbir Rus sınırlarımızı aşmaya cesaret edemez. Ama İngilizler gittikten sonra yurdumuzu savunacak sadece sen, ben ve birkaç alay kalacak. (s. 231-232)
Ali’nin korktuğu başına gelir ve Ruslar Bakü’ye girer; şehri koruyacak bir avuç insan vardır. Ali’nin babası çoktan İran’a gitmiştir; Ali, Nino’yu da Tiflis’e gönderir. Onu ve kızını uğurlarken birkaç gün içerisinde onlara katılacağını söyler. Ancak savaşın acımasız yüzü bu sözünü tutmasını engelleyecektir. Bakü’de yıllarca yan yana yaşayan Ermeniler ve Müslümanlar birbirlerine düşman kesilirler. Çünkü Ermeniler Ruslarla birlikte hareket etmektedirler. Ateş hattında Ali ve arkadaşları karışık duygular ve umutlar içinde şu sözlerle cesaret toplamaktadır:
Borular yaslı ve meydan okuyan bir hava tutturmuştu, minarede bayrak dalgalanı­yordu, biri “Turan Ülkesi” şarkısını okumaya başladı. Ölüme adanmış yüzlü, hülya dolu bakışlı bir adam, ‘İran’da Rıza adında biri çıkmış diye duydum,’ dedi. ‘Pek çok askeri varmış ve düşmanı bir avcının geyik kovaladığı gibi kovalıyormuş. Kemal Ankara’da büyük ordu topladı. Boşuna savaşıyor değiliz. Yirmi beş bin asker yardımımıza geliyor.’ ‘Hayır yirmi beş bin değil,’ dedim. ‘İki yüz elli milyon, dünyanın tüm Müs­lümanları. Ama zamanında gelip gelemeyeceklerini Allah bilir.’ (s. 239)
Beklenen kurtarıcılar maalesef gelmeyecek ve Ermeni hatlarından Budyenni Marşı duyulacaktır. Ali, Rus askerlerinin bir sel gibi savunduğu köprüye doğru geldiğini görür ve makineli tüfeğini hiç durdurmaksızın ateş etmeyi sürdürür. Sonunda Ali, uğruna savaştığı vatanı, o çok sevdiği çöl uğruna hayatını verir. Ali, Nino’yu Tiflis’e yollarken aslında aşkı de­ğil, vatanı seçtiğini göstermiştir. Yirmi dokuzuncu bölüm yeni bir doğumla umutla baş­lar­ken Ali Şirvanşir’in ölümü ile sonlanır. Roman, İlyas Bey’in Nino’ya yazdığı şu not ile son­lanır ve tüm bu anlatılanların aslında Ali’nin tuttuğu hatıra defterinden aktarıldığı anlaşılır:
Ali Han Şinvarşir saat beşi çeyrek geçe Gence köprüsünde makineli tüfeğinin arkasında vuruldu. Cesedi kuru nehir yatağına düştü, Aşağı indim. Sekiz kurun yemişti. Cebinde bu defteri buldum. Allah izin verirse bunu karısına götüreceğim. Onu Ruslar son saldırılarına geçmeden sabaha erkenden gömdük. Ali Han Şirvanşir’in yaşamı gibi Cumhuriyetimizin yaşamı da son buldu.
Bakü yakınlarında Biniyadi köyünden Zeynel Ağa oğlu Yüzbaşı İlyas Bey. (s. 240)
Bu roman bir çok çatışmayı, uzlaşmayı, kültürü ve anlayışı içinde barındıran zengin içeriği ile dikkat çekicidir. Bir aşkın üzerinden tüm dünyayı ilgilendiren meselelere ayna tutmak ve bu aynada görülenlere tarafsız yaklaşmak kitabın dengesini oluşturmaktadır. Ali ve Nino’nun destansı aşkları ile birlikte Doğu ve Batı ilişkilerini, birbirlerine olan bakış açılarını değerlendirirken doğru tespitlerde bulunulmaktadır. Roman, Batı’yı ormana, Doğu’yu ise bir çöle benzetmektedir:
Belki de aramızdaki gerçek farklılık budur: Ormanların insanları ve çölün insanları. Doğu’nun kuru sarhoşluğu, sıcak rüzgârın ve kuru kumların insanları sarhoş ettiği, dünyanın basit ve sorunsuz olduğu çölden gelir... Ormanlar soru doludur. Çöl hiçbir şey sormaz, vermez ve vaat etmez. Ama ruhun ateşi ağaçtan gelir. Çöl insanının –onu şu anda görebiliyorum- bir tek yüzü vardır ve sadece bir tek gerçeği bilir ve bu gerçek onu tatmin eder. Orman insanının pek çok yüzü vardır. Bağnaz çölden, yaratıcı ormandan gelir. Doğu ile Batı arasındaki başlıca fark belki de budur. (s. 45)
Ali ve Nino adlı eserde kadın, Nino’nun kişiliğinden yola çıkılarak, betimlen­miştir. Nino, cesur, zeki, kültürlü, fedakâr bir kadındır. Ali’ye duyduğu aşk için tüm zorlukları göğüslemeyi bilmiştir. Doğu’nun kadına olan bakışı ve ona verdiği değer bu romanın değindiği konulardan biridir:
‘Şu halde sen kadının zekâsının da, ruhunun da olduğuna inanmıyorsun?’ Seyid Mus­ta­fa acıyarak baktı yüzüme. ‘Bunu nasıl sorabilirsin, Ali Han? Elbette yoktur. Bir kadında ikisi de neden bulunsun ki? Kadının namuslu olması ve çocuk doğurması yeterlidir. Şeriat şöyle der: Bir erkeğin tanıklığı üç kadının tanıklığından fazladır. Bunu asla unutma Ali Han.’.... ‘Demek onun Hıristiyan olmasına diyeceğin yok? Ya da Müslüman mı olmalı?’ ‘Neden olsun?’ diye sordu. ‘Ruhsuz ve zekâsız bir yaratığın zaten dini olamaz ki. Kadına ne Cennet vardır ne de Cehennem. Öldüğü zaman çürür gider. Oğulları Şii olmalıdır ama.’ (s. 84)
İran’daki harem anlayışı ve bunun Nino’ya olan yansıması da ilginç sahneler ve di­yaloglar oluşturmaktadır. Ali, doğulu bir erkeğin bakış açısını taşımakla birlikte, aldığı batılı eğitim ve Nino’ya olan aşkı, onun keskin taraflarını yumuşatmaktadır. O, Nino’ya saygı du­yar, değer verir. Kız çocuğu oldu diye sevinir, gurur duyar; babasının onu teselli etmesini an­la­yamaz. Ali, ormanla çöl arasında sıkışmış, sonuçta kanını çölün sıcak kumlarına dök­müştür. Beyni batılı, ruhu ise doğulu olan Ali’nin onca karmaşa içinde netliğini koruması, sağlıklı kararlar vermesi bu özelliğinden kaynaklanmaktadır. Kapak resmi ile de Doğu’nun masalsal havasını yansıtan roman, kıyaslandığı “Romeo ve Juliet,” “Rüzgâr gibi geçti,” “Dr. Jivago” gibi unutulmaz aşk öyküleri kadar çarpıcı olmasa da aşkın gücünü yansıtmaktadır.
Romanda yaşanan olaylar ve Ali ile Nino’nun aşkı 20. yüzyılın Bakü şehrinde yaşanan fırtınalı günlere götürür okuyucuyu. Bu dönem içinde kısa bir zaman dilimi için bile olsa Azerbaycan bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkmıştır. Bu süre içinde de Ali ve Nino Bakü’ye dönmüşler, Ali bağımsız cumhuriyeti ilan eden hükümet içinde görev almıştır. Fakat bu bağımsızlık çok kısa sürmüş, henüz ikinci yılını doldurmadan Kafkasya ve Bakü’yü işgal eden Bolşevikler tarafından yıkılmıştır. Ali, karısı Nino ve çocuğunu da alarak Paris’e gidebileceği halde şehri terk etmemiş, Bakü’yü kuşatan Bolşeviklere karşı verdiği mücadelesinde trajik bir şekilde hayatını kaybetmiştir.
Bu dönem üzerinde önemle durulması gerekir, zira hem Azerbaycan özgür bir devlet olarak sahneye çıkmış hem de bu özgürlükten istifade ederek Ali ve Nino kısa da olsa rahat bir hayat sürmüşlerdir. Bu dönem, farklı dinlere, milletlere mensup ol­ma­larına rağmen Ali ve Nino’nun özgürce ve problemsiz olarak beraber yaşayabildikleri bir dönemdir. Fakat Bolşevikler ve onu takip eden Stalin ve sonrası Sovyet rejimi ile hem Kafkasya’ya hem de Bakü’ye rahat bir nefes aldırmamıştır.
Sovyet sonrası dönemin, Ali ve Nino’nun yaşadığı ve hayatını kaybettiği coğrafyaya barışı ve huzuru, gönül rahatlığını, hoşgörüyü getirmesi herkesin dileğidir. Ali ve Nino gibi romanlar çoğaldıkça bu istikamette mesafe kat edileceği bilinmelidir.

Download 40,44 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   162   163   164   165   166   167   168   169   ...   295




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©hozir.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling

kiriting | ro'yxatdan o'tish
    Bosh sahifa
юртда тантана
Боғда битган
Бугун юртда
Эшитганлар жилманглар
Эшитмадим деманглар
битган бодомлар
Yangiariq tumani
qitish marakazi
Raqamli texnologiyalar
ilishida muhokamadan
tasdiqqa tavsiya
tavsiya etilgan
iqtisodiyot kafedrasi
steiermarkischen landesregierung
asarlaringizni yuboring
o'zingizning asarlaringizni
Iltimos faqat
faqat o'zingizning
steierm rkischen
landesregierung fachabteilung
rkischen landesregierung
hamshira loyihasi
loyihasi mavsum
faolyatining oqibatlari
asosiy adabiyotlar
fakulteti ahborot
ahborot havfsizligi
havfsizligi kafedrasi
fanidan bo’yicha
fakulteti iqtisodiyot
boshqaruv fakulteti
chiqarishda boshqaruv
ishlab chiqarishda
iqtisodiyot fakultet
multiservis tarmoqlari
fanidan asosiy
Uzbek fanidan
mavzulari potok
asosidagi multiservis
'aliyyil a'ziym
billahil 'aliyyil
illaa billahil
quvvata illaa
falah' deganida
Kompyuter savodxonligi
bo’yicha mustaqil
'alal falah'
Hayya 'alal
'alas soloh
Hayya 'alas
mavsum boyicha


yuklab olish