SEKİZİNCİ BOLUM
S
okaktaki bütün yüzlerde erken akşam ışığı parlıyordu. Gecenin onlara neler
getireceğini düşünmek yüzlerini kızartıyordu sanki. Abdullah benimkinin
yanma park ettiği motorunda beni bekliyordu. Motorlarımızın başında nöbet
tutan çocuklara birkaç rupi verdi. Sevinçle bağırıp köşedeki şekerciden sigara
almaya koştular.
Abdullah’la bir süre konuşmadan motorlarımızı sürdük. Bir kırmızı ışıkta
yanımda durdu. İlk kez konuştum.
“Mahesh’ten Lisa’yı alacağım. Gelsene.”
“Sana oraya kadar eşlik ederim. Ama sonra gideceğim. İşlerim var.”
Muhammed Ali’nin adı verilen alışveriş caddesi boyunca ilerledik.
Parfümcülerin nefis kokusu yerini tatlıcılardan yükselen
fimi, rabri
ve
falooda
kokularına bıraktı. Takıcıların göz alıcı ışıltısını bir blok boyunca yan yana
dizilen İran halılarının zarafeti izledi.
Cravvford Çarşısı’nın yakınındaki saz yüklü el arabalarının kargaşasına takıl
mamak için kestirmeden ters trafiğe girdik ve ilerideki kavşaktan geri döndük.
Yeniden trafiğin akışında ilerlemeye başladığımızda Metro sineması kav
şağında durduk. Sinemanın ilk katma dev bir film afişi asmışlardı. Yeşillere,
sarılara ve morlara boyanan iyi ve kötü adam suratlarının arkasında silahların
ve kılıçların çekildiği bir kavga sahnesi görülüyordu.
Yoldan geçip de o afişe bakmayan yoktu. Kendi arabalarını kullananlar ya
da bir taksinin camından kafasını uzatanlar. Yanından geçtiğim bir arabadaki
oğlan çocuğu bana el sallayıp işaret parmağını bir tabanca gibi suratıma doğ
rulttu. Silahını ateşler gibi yaptığında vurulmuş numarasıyla kolumu tuttum.
Çocuk kıkırdadı. Ailesi de güldü. Diğer arabalardakiler de.
Oğlanın sevimli annesi beni yine vurması için onu cesaretlendirdi. Çocuk
tek gözünü kısıp parmak tabancasını ateşledi.
Kötü Adamın Sonu
rolünü oyna
yıp motorun koltuğuna yığılmış gibi yaptım.
Doğrulduğumda çevredeki herkes beni alkışlıyordu.
Elimi karnıma götürüp abartılı bir jestle selam verdim ve başımı çevirdi
ğimde Abdullah’ın kül rengi suratıyla karşılaştım.
Biz Şirket’in adamlarıyız
, diye düşündüğünü biliyordum.
Saygıya da korku.
İnsanlarda birinden birini uyandırmak zorundayız. Saygıya da korku. Bize kar\,■
başka bir his besleyemezler.
Mahesh Otel’e giden kıyı yoluna girdiğimizde Abdullah’ın yüzü nihayet
biraz yumuşadı. Hızını düşürmüştü. Bir eli gazda, diğeri belindeydi. Ona yak
laşıp sol elimi omzuna koydum.
Vedalaşmak için el sıkıştığımızda yol boyunca kafamı kurcalayan sorular
dan birini sordum.
“Kılıçtan haberin var mıydı?”
“Kimin yok ki, Lin kardeş?”
Ellerimiz ayrıldı ama gözlerime bakmayı sürdürdü.
“Bazıları,” dedi temkinli bir sesle, “Khaberbhai’nin kılıcını sana bırakma
sını kıskandı.”
“Andrew.”
“Doğru ama başkaları da var.”
Dilimin ucuna gelen pis küfrü ağzımdan kaçırmamak için çenemi sıktım.
Sanjay’ın sözleri kulaklarımda çınladı:
İşe yarıyorsun, evet. Ama kendini Kaf
Dağında görme sakın.
İçimden bir ses, kaçmamı söylüyordu. Kan dökülmeden
ortadan kaybolmamı. Bir de şu Sri Lanka meselesi vardı.
“Yarın görüşürüz inşallah,” dedim motoru park ederken.
“İnşallah,” dedi ve gazladı.
Arkasına bile bakmadan seslendi. “Allah seni korusun.”
“Amin,” diye mırıldandım.
Mahesh Otel’in Sih güvenlik görevlileri sırtımdaki tuhaf kılıfı şüpheyle süz-
düyse de, beni selamlayıp geçmememe izin verdiler. Beni iyi tanıyorlardı.
Turistlerin paralarını ödemeyip otellere bıraktığı pasaportların çoğu bana
gelirdi. Ya güvenlikçiler ya da resepsiyondakiler çevirirdi bu dalavereyi.
Otellerden gelen bu düzenli pasaport akışı bizim için önemliydi. İşlerin en
kesat olduğu ayda bile en az on beş sahte pasaport çıkarıyorduk. Kayboldukları
bildirilmeyen pasaportlarsa en çok işimize yarayanlardı.
Dünyadaki bütün beş yıldızlı otellerin güvenlik ofislerinin odalarında fatu
rayı ödemeyen müşterilerin fotoğrafları asılıdır. Bazıları pasaportlarını arkala
rında bırakır. Çoğu insan o duvara suçluları tanımak için bakar. Bense alışveriş
için.
Otelin lobisinde etrafıma bakındım. Lisa kafenin denize bakan büyük pen
cerelerinin yanında hâlâ arkadaşlarıyla toplantı hâlindeydi.
Yanına gitmeden önce sokağın kirini akıtmak için erkekler tuvaletinin yo
lunu tuttum. Kapıya elimi uzatmıştım ki arkamda bir ses duydum.
“Bakıyorum kılıç kuşanmışsın. Bana bu kadar mı kızgınsın?”
Arkamı döndüğümde Ranjit’le burun buruna geldim. Yeni medya patronu,
yakışıklı sporcu ve politika aktivisti. Ve bir de Karla’nın, benim Karla’mın ev
lendiği adam. Gülümsüyordu.
“Evet, kızgınım ve hiç sohbet havamda değilim. Hoşça kal.”
Tekrar güldü. Dürüst ve içten bir gülümsemeye benziyordu. Ama aldırma
dım çünkü bana gülümseyen adam, Karla’yla evliydi.
“Hadi görüşürüz,” dedim.
“Hey, dur bir dakika. Seninle konuşmak istiyorum.”
“Konuştuk ya? Bence bu kadar yeter.”
“Dur ne olur,” dedi önüme geçmeye çalışarak. “Bir toplantıdan çıktım.
Sana rastladığım o kadar iyi oldu ki.”
“Git başkasına rastla. Belki ona da sevinirsin.”
“Lütfen. Bak, ben bu kelimeyi sık kullanmam.”
“Ne istiyorsun?”
“Seninle ne zamandır konuşmak istediğim bir konu var.”
Arkadaşlarıyla oturan Lisa’ya baktım. Beni fark edip başını çevirdi ve göz
göze geldik. Başımı salladım. Anladı ve o da başını sallayıp yeniden arkadaşla
rına döndü. “Ne diyeceksen çabuk söyle,” dedim.
Biçimli yüz hatları hayretle çarpıldı. “Eğer kötü bir zamansa.
“Bizim iyi bir zamanımız olamaz, Ranjit. Lafı dolandırma. Sadede gel.”
“Lin, bak. Bence arkadaş olabiliriz. Eğer...”
“Bunu sen ben meselesine dönüştürme, Ranjit. Sen ve ben diye bir şey yok.
Olsaydı bilirdim.”
“Benden nefret ediyor gibisin. Hâlbuki beni tanımıyorsun bile.”
“Senden hiç hoşlanmıyorum. Tanırsam daha da beter kıl olacağımdan emi
nim. Onun için, inan, hiç gerek yok.”
“Neden?”
“Ne neden?”
“Benden neden hoşlanmıyorsun?”
“Bak. Bir otel lobisinde senden hoşlanmayan herkesi durdurup beni neden
sevmiyorsun muhabbetine gireceksen bir oda tut derim. Çünkü bu konu saba
ha kadar uzayabilir.”
“Ama ben... anlayamıyorum ve anlamaya çalışıyorum. Suç mu?”
“Pekâlâ. Hırslarınla Karla’yı tehlikeye atıyorsun,” dedim usulca. “
B
undJ
hoşlanmıyorum. Yaptıklarından da hoşlanmıyorum. Yeterince açık mı?” ,j
zümde dolaştırıyordu.
“Ne olmuş Karla’ya?”
1
“Güvende olduğundan emin olmak istiyorum. Hepsi bu.”
“Güvende derken?”
Kaşlarını çattı ve bir an başı öne düştü. Kederle iç çekti.
“Lafa nereden başlasam bilemiyorum ama...”
Sağa sola bakındım. Sonra onu lobinin uzak bir köşesindeki koltuklat;
götürdüm. Kılıcı sırtımdan çıkarıp dizlerimin arasına sıkıştırdım ve yüzüne
baktım.
Bir garson anında yanımızda bitti ama ona gülümseyerek şimdilik bir iste
ğimiz olmadığını söyledim. Ranjit bir an yine başını eğip gözlerini halıya dikti.
Sonra toparlandı.
yalar yürütüyoruz. Hiç ummadığım çevrelerden destek görüyorum.”
“Ben kendine oy satın aldığını duydum,” diye kestirip attım. “Milleti hu-
yapıştı.
Eline ters bir bakış fırlattım.
“Çek şunu. Yoksa karışmam.”
Elini çekti.
“Otur, lütfen. Daha diyeceklerimi duymadın.”
(e
Ben de seninle Karla’yı konuşacaktım,” dedi. Gözlerini hiç durmadan jg
“Biliyorsun son günlerde boğazıma kadar siyasete battım. Önemli kampan-
zursuz ediyormuşsun. Karla’ya dön.”
“O-onunla konuştun mu?”
“Sana ne?”
“Konuştun mu?”
“Neden konuşalım? Biz ayrıldık.”
Kalkmaya davrandım, engel oldu.
“Ne olur. İzin ver, bitireyim. Karmanın Mızrağı’na karşı güçlü bir basil»
kampanyası yürütüyorum.”
“Şimdi anladım. İnsanları kışkırtmaya devam edersen o mızrak Karla’yı he
def alacak.”
“Ben de seninle bunu konuşmak istiyordum. Ona hâlâ âşık olduğunu bi-l
liyorum.”
“Ben gidiyorum,” dedim ama yerimden kalkmaya çalıştığımda bileğime!
Oturdum. Almmın çizgilerle dolduğundan emindim. Hepsi Ranjit’in su
çuydu.
“Biliyorum, haddimi aştığımı düşünüyorsun. Ama Karla tehlikedeyse bunu
bilmek istersin diye düşündüm.”
“Onun için asıl tehlike sensin. Hayatından bir an önce defolup gidersen
mesele kalmaz.”
“Beni tehdit mi ediyorsun?”
“Evet. Aslında bu konuşmayı yaptığımız iyi oldu galiba.”
Avcı ve avının birbirlerine baktıkları bir an vardır. Sıcak, gergin ve soluk
kesici bir an. Biz de göz göze geldik.
Karla. Yıllar önce Bombay’daki ilk günümde onu gördüğümde kalbim yır
tıcı bir kuş gibi hayali bir zincirle onun bileğine bağlanmıştı.
Beni kullanmıştı. Ben onu sevene dek sevmişti beni. Khaderbhai için ça
lışmaya cesaretlendirmişti. Aşk, nefret ve intikamın kanları yerden kalktığında
ve yaralar birer ize dönüştüğünde ise, karşımda bana gülümseyen şu yakışıklı
milyonerle evlenmişti. Karla.
Sanatçı arkadaşlarının yanındaki Lisa’ya baktım. Ne güzeldi. Işıl ışıl.
Ağzımda acı bir tat vardı. Kalp atışlarım giderek hızlanıyordu. Karla’yla iki
yıldır hiç konuşmamıştım ama ondan bahseden Ranjit’in karşısında otururken
kendimi Lisa’ya ihanet ediyormuşum gibi hissediyordum. Tekrar Ranjit’e bak
tım. Suratım iyice asılmıştı.
“inkâr etme. Onu hâlâ seviyorsun,” dedi.
“Senin amacın ne, Ranjit? Suratına bir tane patlatmamı mı istiyorsun?
Biraz daha konuşursan kendimi tutamayacağım, ona göre.”
i “Hayır tabii. Onu hâlâ sevdiğinden eminim,” dedi dürüstçe, “çünkü yerin
de olsam ben de onu hâlâ severdim. Eğer beni terk edip bir başkasıyla evlensey-
di yani. Karla gibi bir kadın daha yok ve bir erkek onu ancak çılgınca sevebilir.
Bunu ikimiz de biliyoruz.”
Takım elbiselerin en iyi yanı, gerektiğinde yapışacak bir sürü şey bulabilme-
nizdir. Onu yakasından, gömleğinden ve kravatından tuttum.
“Karla’dan bahsetmekten vazgeç,” dedim. “Yoksa pişman olacaksın.”
Ağzını kocaman açtı. Galiba bağıracaktı ama sonra vazgeçti. Ranjit güçlü
bir adamdı ve siyasetin penceresinden daha da güçlü bir geleceğe bakıyordu.
Bir otel lobisinde olay çıkaramazdı.
“Lütfen, amacım seni kızdırmak değil,” dedi. “Karla’ya yardım etmeni isti
yorum, o kadar. Eğer başıma bir iş gelirse söz ver.
Onu bıraktığımda yerine oturup üstünü başını düzeltti.
“Neden bahsediyorsun sen?”
“Geçen hafta canıma kastettiler,” dedi üzüntüyle.
-S
“Ağzını her açtığında biri canına kastediyor zaten.”
“Arabama bomba koymuşlar.”
“Devam et.”
ll
“Şoförüm
paan
almak için yalnızca birkaç dakikalığına arabadan inmi
Neyse ki döndüğünde arabanın altından sarkan teli görüp bombayı bulmuş
Polisi aradık. Düzeneği çıkardılar. Gerçek değilmiş ama üzerine bir not iliştir
mişler. Gelecek sefere gerçeğini takacaklarmış. Olayı basından gizlemeyi başar
dım. Biliyorsun, hatırı sayılır dostlarım var.”
“Şoförünü değiştir.”
S
Güldü.
“Şoförünü değiştir,” diye tekrarladım.
■
“Senin zayıf halkan o. Bak şu işe ki, bombayı şak diye bulmuş çünkü onu
oraya koyan o. İyi para vermişlerdir. Gözünü korkutmak istemişler.”
m
“Şaka ediyorsun herhalde? Şoförüm üç yıldır yanımda çalışıyor.”
“İyi. Yüklü bir tazminat verir, yollarsın. Kurtul ondan.”
II
“Ama çok sadık bir adamdır...”
“Karla’nın haberi var mı?”
<■
“Hayır. Bilmesini istemedim.”
Gülme sırası bana gelmişti.
S
“Karla koca kadın. Aptal da değil. Bunu ondan saklamakla hata etmişsin.”
“Ama...”
■
“Ona söylemeyerek en güçlü silahını harcıyorsun. Karla senden daha zeki.
Herkesten daha zeki.”
M
“Yine de...”
“Söyle ona.”
m
“Haklı olabilirsin. Ama ben bu işi kendim çözebileceğime inanıyorum.
Bence bir daha sorun çıkmayacak. İyi bir güvenlik şirketiyle anlaştım. Ama
Karla için endişeleniyorum. Aslına bakarsan, tek endişem o.”
“Sana söylüyorum. Biraz geri dur. Bir süreliğine politikadan uzak dur. Balık
baştan kokar derler. Bana göre kokanın yanında fazla durmayacaksın.”
“Hayır, Lin. O fanatiklere boyun eğmeyeceğim. Herkesi böyle susturuyor
lar işte. Korkutarak.”
“Şimdi de bana siyaset dersi mi vereceksin?”
Gülümsedi ve ilk kez bir gülümsemesini sevdim çünkü ardında zafer coşku
sundan daha derin bir şeyler vardı.
“Ben bir yol ayrımında olduğumuzu düşünüyorum. Bu ülke büyük bir ay
dınlanmanın eğişinde. Belki de ilk kez düşüncelerimiz, davranışlarımız, hatta ha
yallerimiz bile değişiyor. Yenilikçi düşünce tarzı kazanırsa ve Hindistan gerçekten
insan haklarına değer verilen, özgür ve modern bir demokratik düzene kavuşur
sa, gelecek yüzyıla biz damgamızı vuracağız. Dünyayı ülkemiz yönetecek.”
Gözlerime baktı ve onlarda kuşkuyu gördü. Hindistan’ın geleceği konusun
da haklıydı. Bombay’daki herkes bunu yıllardır biliyor ve hissediyordu. Ama
bana kurduğu basmakalıp cümlelerden etkilenmemiştim.
“Biliyorsun,” dedim, “kime sorsan aynılarını söylüyor.”
İtiraz etmek için ağzını açtığında elimi kaldırdım.
“Ben politikadan anlamam ama nefreti iyi tanırım. Pisliğe çomak sokarsan
üzerine sıçrar.”
“Beni anladığına sevindim,” dedi derin bir iç çekerek ve omuzlarının gev
şemesine izin verdi.
“Seni anlaması gereken ben değilim.”
Yine sırtını dikleştirdi.
“Biliyor musun? Onlardan hiç korkmuyorum.”
“Arabana bomba koymuşlar be adam. Tabii ki korkuyorsun. Ben seninle
konuşurken bile korkuyorum. Hemen şimdi buradan defolup gitmek isti
yorum.”
“Senin ve dostlarının Karla’nın yanında olacağınızı bilsem bu meseleyi hiç
kafama takmam.”
Kaşlarımı çattım. Bu isteğinin ardındaki ironilerin farkında mıydı acaba?
En azından birini söylemeye karar verdim.
“Birkaç hafta önce akşam gazetende Bombay mafyasıyla ilgili bir makale ya
yınlandı. Sözünü ettiğin dostlarımdan birinin de adı geçiyordu. Tutuklanması
ya da şehirden gönderilmesini gerektiği yazıyordu. Hem de hiçbir suçlamayla
karşı karşıya olmamasına rağmen. Her insan suçu ispat edilene kadar masum
dur ilkesine ne oldu? Sizin gazetecilik anlayışınız bu mu?”
“Biliyorum.”
“Ayrıca yanlış hatırlamıyorsam, yine senin gazetende başka bir dostumun
davasıyla ilgili bir haberde bazı suçlarda idam cezasının gerekliliğinden bahse
diliyordu.”
“Evet de...”
“Şimdi sen kalkmış bana...”
“Evet. O insanlardan Karla’yı korumalarını bekliyorum. Bunun ikiyüzlülük
olduğunun da bilincindeyim. Ama çalacak başka kapım yok. Fanatiklerin her
yerde yandaşlan var. Polis teşkilatı, ordu, eğitim kurumlan, dernekler, hü< I
met daireleri. Hepsi onların elinde. Bombay’da kirletemedikleri bir...” VI
“Siz kaldınız diyorsun.”
İHI
“Evet.”
Gerçekten komikti. Kılıcı sol elime alarak doğruldum. O da benimle ka|LI
“Karla’ya hepsini açık açık anlat,” dedim. “Ondan ne sakladıysan hepsi, I
Seninle kalmak ya da gitmek onun karan olsun.”
İH|
“Elbette. Ama anlaşmamıza uyacaksın değil mi? Gerekirse Karla yi...” I
“Bir dakika. Bizim bir anlaşmamız yok. Biz diye bir şey yok. Olamaz da.”
Gülümsedi ve konuşmak için ağzını açtı ama sonra birden boynuma sarıldı
“En doğrusunu yapacağına güveniyorum. Ne olursa olsun.”
m
I
Yüzüm boynuna yakındı. Keskin bir parfüm kokusu aldım. Bir kadın par
fümüydü ve gömleğine sineli çok olmamıştı. Ucuz bir şeydi. Karlanın parfii I
mü değildi.
¡<11
Benden karısına, hâlâ sevdiğim kadına göz kulak olmamı istemesinden bir I
kaç dakika önce bir otel odasında başka bir kadınlaydı.
¡j I
Onu ittiğimde gerçeği bütün çıplaklığıyla gördüm. Karla’yı hâlâ seviyor-1
dum. Ranjit’in teninde başka bir kadını koklamak bir kamp ateşinin etrafında
dönen bir kurt misali iki yıldır hayatımın kıyısında dolanan gerçeği görmemi I
sağlamıştı.
Ranjit’e ateş püsküren gözlerle baktım. Aklımdan şu herifi öldürmek ge-
çerken aynı zamanda Lisa konusunda sevgiyle karışık bir vicdan azabı çeki-1
yordum. Nefret ve pişmanlık pek rahatlatıcı bir ikili değildi doğrusu. Ranjit
ağırlığını bir ayağından diğerine geçirirken endişeyle bana baktı.
“Ben gideyim artık,” dedi bir adım geri çekilerek.
Otelin kapısından çıkmasını izledim. Mercedes sedanının arka koltuğun*
oturduğunda kolayca düşman edinen bir adamın korkulu bakışlarıyla etrafi
gözlemeye koyuldu.
Arkamı döndüm. Lisa pencerenin yanındaki masasından ona merhaba de
mek için yanma gelen genç bir adama elini uzatıyordu.
Lisa’nın ondan hoşlanmadığım biliyordum. Bir keresinde onun yağmurlu
bir gecede ıslak bir yağmurluğun cebindeki bir mürekkep balığından bile dahal
kaygan ve kaypak olduğunu söylemişti. Ünlü bir elmas tüccarının oğluydu.
Film piyasasında başarı merdivenlerini hızla tırmanırken üzerine bastığı insan-I
ları hiç mi hiç umursamıyordu.
Adam, Lisa’nın elini öpmek için eğildi. Lisa elini çabucak çekti. Yine de ona
tatlı tatlı gülümsemeyi ihmal etmedi.
Bana bir keresinde her kadının dört çeşit gülümsemesi olduğunu söyle
mişti.
“Sadece dört mü?”
“İlki,” diye devam etmişti bana aldırmadan, “bilinçsiz bir gülümsemedir.
Düşünmezsin bile. Sokakta bir çocuğa ya da televizyon ekranından sana gülen
birine gülümsemek gibidir.”
“Ben televizyona gülümsemem.”
“Herkes gülümser. Yoksa televizyonun ne anlamı kalır?”
“Ben televizyona gülümsemem.”
“İkincisi,” dedi, “kibar gülümseme. Eve davet ettiğimiz arkadaşlarımızı kar
şılarken ya da bir restoranda onlarla buluştuğumuzda öyle gülümseriz.”
“Hesabı onlar mı ödüyor?”
“Dinleyecek misin?”
“Hayır dersem susacak mısın?”
“Üçüncüsü insanlara karşı kullandığımız gülümsemedir.”
“Karşı hım? O ne demek?”
“Bazen birilerini kendinden uzak tutmak için gülümsersin. Hatta bazı kız
ların en güzel gülümsemesi budur.”
“Dördüncüye geç.”
“Ahhh! İşte onu yalnızca sevdiklerimize gösteririz. Sen özelsin demektir.
Başka kimse o gülümsememizden nasibini alamaz. Biriyle çok mutlu olabiliriz.
Ya da onu çok sevebiliriz. Ama dördüncü gülümseme yalnızca ve yalnızca ger
çek aşkımız içindir.”
“Ya ayrılırsanız?”
“Dördüncü gülümseme kızla birlikte gider,” demişti. “Eski sevgililer yalnız
ca ikinci gülümsemeyi görebilir. Büyük bir hödüklük etmemişlerse tabii. Ama
ortada kötü bir ayrılık varsa, eski sevgili ne kadar çekici olursa olsun üçüncü
gülümseme devreye girer.”
Lisa’nın genç yapımcıya üçüncü gülümsemesiyle baktığını görünce Ranjit’le
konuşurken üzerime yapışan yeni pislik tabakasını temizlemek için tuvalete
gittim.
Siyah ve krem rengi fayanslı tuvalet şehirdeki evlerin yüzde sekseninden
daha şık ve konforluydu. Gömleğimin kollarını sıvayıp kısa saçlarımı ıslattım.
Yüzümü ve kollarımı yıkadım.
Bir görevli bana temiz havlu verirken içtenlikle gülümsedi.
Hindistan’ın en gizemli ve harika taraflarından biri de toplumun en az
kazanan kesiminin size gösterdiği sıcacık ilgidir. Bu adam benden bir bahşiş
koparmanın derdinde değildi. Tuvaleti kullananların çoğu bahşiş vermezdi.
sonsuza dek tutan da bu ilişkilerdir işte.
Ona bahşiş vermek için elimi cebime attım. Parayla birlikte Khaderbhai’nj,
mektubu da elime geldi. Adama parayı uzattım ve mektubu lavabonun kenar
na koyup aynada gözlerime baktım.
dim. Kılıcı kapıya dayadım ve tuvaletin kapağına oturup başladım okumaya.
11> Do'stlaringiz bilan baham: |