bahinchudh
'lara
chutiyas
veren o. Bizi çiğneyip kendi ordula
rını kurabileceklerini sanıyorlar.”
“Akrepler bir Şirket değil,” dedi Sanjay öfkeyle. “Bombay’daki başka hiçbir
Şirket onları tanımıyor. Güneye el atmaya çalışan bir avuç kuzeyliden başka bir
bok değiller. Bir daha onlara Şirket dediğini duymayayım.”
DAĞ GÖLGESİ ■ 59
“İstediğimizi söyleyelim,” dedi Mahmoud Melbaaf yumuşak bir sesle.
“Hâlâ başımıza belalar. Sokakta adamlarımıza saldırdılar. Gün ortası en iyi sa
tıcılarımızdan ikisini doğradılar. Hem de burnumuzun dibinde!”
“Doğru,” dedi Faisal.
“Afgan kardeşlerimizi bu sebeple çağırdık,” diye devam etti Mahmoud
Melbaaf. “Akrepler Regal ve Nariman Point gibi bölgeleri elimizden almaya
çalışıyor. Şimdilik onları püskürttük ama beş kişiydiler ve Abdullah yanımda
olmasaydı, sonuç bambaşka olabilirdi. Sırf benim adım ya da seninki, Sanjay
onları korkutmuyor. Küçük Tony geçen hafta o satıcının suratını doğramasaydı
hâlâ KC Kolej’in önünde hap satacaklardı. Elli adım ötemize kadar gelmeye
cesaret ediyorlar. Eğer bunu bir sorun olarak görmüyorsan, neyi görüyorsun
çok merak ettim doğrusu.”
“Biliyorum,” dedi Sanjay daha sakin bir sesle. Çabucak Tariq’a göz attı.
Çocuğun gözlerindeki soğuk ifade bir an yerini kararsızlığa bıraktı.
“Bütün bunların ben de farkındayım. Olmamam mümkün mü? Ne istiyor
bu pezevenkler? Savaş mı? O savaşı kazanabileceklerini mi sanıyorlar?”
Akrepler çetesinin ne istediğini hepimiz biliyorduk. Hepsinin onlara kal
masını istiyorlardı. Bizim buralardan gitmemizi ya da ölmemizi istiyorlardı.
Sanjay’ın aslında bir cevap beklemediği sorusundan sonra derin bir sessizlik
oldu. Meclis üyelerinin yüzlerine bakıp kafalarından geçenleri okumaya çalış
tım. Yeni bir çete savaşına hangileri hazır, hangileri değildi?
Sanjay gözlerini masaya dikti. Anlamlı bir yüzde soğuk bakışlar; ona baktı
ğımda yalnızca bunu gördüm. Belli ki seçeneklerini değerlendiriyordu. Sanjay
ihtiyatlı bir adamdı, içgüdülerinin ona Akrepler kadar yırtıcı düşmanlar söz
konusu olduğunda bile savaşmaktansa anlaşma yoluna gitmesini söylediğin
den emindim. Sanjay için kiminle ve ne şartlarda olduğundan çok anlaşmak
önemliydi.
Lider güçlü ve acımasızdı ama her zaman ilk tercihi çıkarlarını satın almak
tı. Odaya bir toplantı masası koyan oydu. Kararsızlığını izlerken bu masanın
kibirle bir ilgisi olmadığını fark ettim. Bu tamamen Sanjay’ın gerçek karakteri
nin bir simgesiydi. Onu anlaşmalara verdiği değeri temsil ediyordu.
Sanjay’ın sağındaki yer, çocukluk arkadaşı Salmanın anısına daima boştu.
Salman rakip mafyayla son büyük güç savaşında ölmüştü.
Sanjay yenilen gruptan sadece bir kişiyi sağ bırakmıştı. Vishnu. O da gidip
Akrepleri kurmuştu ve şimdi Sanjay ı tehdit ediyordu.
Sanjay meclistekilerden fırsat varken kesinlikle Vishnu’nun öldürülmesi ge
rektiğini düşünenlerin bugün karşı karşıya bulundukları sorunu haklılıklarının
bir ispatı gibi gördüklerini biliyordu. Aynı zamanda da liderlerinin bir zayıf],,
olarak tabii.
Sanjay’ın eli masanın cilalı yüzeyinde yavaşça sağa doğru kaydı. Ölen ark
daşından destek bekler ve tavsiyesini sorar gibi bir hâli vardı.
Sanjay’ın sağında, boş koltuğun yanında Mahmoud Melbaaf oturuyordu
Ne kadar kışkırtılırsa kışkırtılsın soğukkanlılığını koruyan ince yapılı ve iht,
yadı İranlı.
Aslında sakinliği kederindendi. Asla gülmez, hatta gülümsemezdi bile
Yaşadığı büyük bir kaybın acısı yüreğine çöreklenmiş ve kumların çöldeki dağ
lan aşındırışı misali bütün sivri duygularını köreltmişti.
Malbaaf’ın yanında eski boksör Faisal vardı. Bir şampiyon sayılırdı. Katı
bozuk bir menajer, Faisal’ın müsabakalardan kazandığı bütün paraları ve dak:
da kötüsü, sevgilisini çalıp kaçmıştı.
Faisal onu öldürmüştü, kızsa şehri terk etmiş ve bir daha hiç dönmemişti.
Sekiz yılını hapiste geçiren Faisal’ın sezgileri kadar yumrukları da kuvvetli
hatta ölümcüldü. Birkaç yıldır Sanjay’ın kiralık katillerindendi. Alacak verecek
meselelerini hızla çözüme ulaştırmasıyla nam salmıştı. Boksörlük yeteneklerin:
bazen deneme fırsatı bulsa da, yaralı yüzü ve sert bakışları çoğu zaman borçlu
ların gözünü korkutmaya yetiyordu.
Son büyük çete savaşı Meclis’teki birkaç koltuğu boş bırakınca Faisal da asil
üyelerden olmuştu.
Faisal’ın yanında ona hafifçe sokularak oturan adamın adı, Amirdi. Bu iki
si birbirlerinden hiç ayrılmazdı. Amir bir nehir taşı kadar yuvarlak ve büyük
kafası, yara izleriyle kaplı yüzü, gür kaşları ve uçları kıvrık bıyığıyla Güney
Hindistanlı bir film yıldızının esrarengiz çekiciliğine sahipti.
Hatırı sayılır büyüklükteki göbeğine karşın, Amir iyi bir dansçıydı. Bağıra
çağıra hikâye anlatır, Abdullah dışında herkese takılır ve bir partide kendini
dans pistine ilk atan o olurdu. Bir kavgada ilk yumruğu sallamaktan da çekin
mezdi.
Amir’le Faisal, Güney Bombay’daki uyuşturucu trafiğini yönetiyordu.
Şirket’in bütün kazancının bir çeyreğini onların torbacıları getiriyordu.
Amirin yanında veliahdı Andrew DaSilva vardı. Meclis’e, Amire jest ola
rak kabul edilen genç bir sokak gangsteriydi. Son savaşta rakip çeteden alınan
batakhaneler ve porno sektörü şimdi onun elindeydi.
Bu bal rengi gözlü, açık kumral saçlı genç adamın parlak gülümsemesinde
ki masumiyetin aldatıcılığına defalarca tanık olmuştum. O maskenin düştüğü
nü görmüştüm. Gözlerindeki arsızca gaddarlığı ve sinsiliği. Ama diğerleri bunU
fark etmişe benzemiyordu. Büründüğü kimliği inandırıcı kılmak için seçtiği
tatlı gülümseme gerçek mizacının başkalarında uyandıracağı güvensizliği orta
dan kaldırıyordu.
Ve Andrew DaSilva benim, onun gerçek yüzünü görebildiğimi biliyordu.
Bana her bakışında gözlerinde aynı soru vardı.
Do'stlaringiz bilan baham: |