DAĞ GÖLGESİ ■ 53
“Akıllıca,” dedim.
“Ama kaşını çattın. Aklına bir şey takıldı. Ne?”
“Buraya
neden
Das Rasta,
On Yol dendiğini merak ettim. Saydım,
dokuz
tane yol var.”
“Seni sevdim,
gora,”
dedi Ishmeet. Kullandığı kelime beyaz adam demekti.
“Şimdiye kadar bunu o kadar az insan fark etti ki. Aslında buranın on tane
girişi ve çıkışı var. Ama biri gizli.
Onu sadece biz, burada yaşayanlar biliriz.
Oradan ya bizden biri olursan geçersin ya da biz seni öldürürsek.”
Abdullah geliş sebebini açıklamak için bu anı seçti.
“Paranız bende,” dedi pişmiş kelle gibi sırıtan Ishmeet’e doğru eğilerek.
“Ama önce bir meseleyi açıklığa kavuşturmamız şart.”
“Ne meselesiymiş bu?”
“Bir görgü tanığı,” dedi Abdullah usulca. “Ne kadar hızlısın biliyorum.
Bıçağını savurduğunu cinler bile göremez. Ama sana verdiğimiz görevde biri
olayı görmüş. Hem de polise adamlarının detaylı eşkâlini verecek kadar.”
Ishmeet çenesini sıkıp çabucak adamlarına baktı ve yeniden Abdullah’a
döndü. Gülümsemesi bir kez daha yavaşça yüzüne yayıldı ama dişleri araların
da bir bıçak tutuyormuşçasına hiç aralanmadı.
“Görgü tanığı ölecek tabii,” dedi. “Bunun için fazladan ödeme yapmanıza
gerek yok.”
“Gerekmez,” diye karşılık verdi Abdullah. “İfadesini alan komiser yardım
cısı bizden. Herifi bir güzel silkeleyip hikâyesini değiştirmeye ikna etmiş. Ama
Sanjay olanlardan hiç hoşlanmadı tabii. Bu daha ikinci işiniz ve elinize yüzü
nüze bulaştırdınız.”
“/arar,” diye tısladı Ishmeet.
Kesinlikle.
“Bir daha tanık filan olmayacak.
Yeter ki bize yeni bir şans verin.”
Ishmeet, Abdullah’ın elini tutup bir an kıpırdamadan durdu. Sonra ayağa
kalktı, arkasını döndü ve yeni çuval tahtının tepesine çıktı. Yerine yerleştiğinde
ağzından tek bir kelime çıktı.
“Parkaj!” dedi demin yanımda oturan adama.
Fardeen sırt çantasından bir para paketi çıkarıp Abdullah’a verdi.
Abdullah
paketi Parkaj’a uzattı. Adam çuvalları tırmanmak için döndüğünde bir an du
raksayıp bana baktı.
Sırıtıp elini uzattı.
“Sen ve ben, asla dövüşmeyecek.
Pukkah?' Doğru mu?
Gülüşü ve bu yeni dostluktan aldığı masumca zevk Avustralya’daki hapis
hanede tanıdığım kanun kaçakları arasında alay konusu olurdu şüphesiz. Ama
Bombay’daydık ve Pankaj’ın gülümsemesi barışmamızdan birkaç dakika ön^
ki düşmanlığı kadar içtendi. Benimki de öyle.
Marine’in ilerisinde görünen deniz, aklımı olmasa bile kalbimi doldurdu.
Kırmızının gölgesinden çıktım. Katiller piramidini ve Sanjay’ın ihtiyatsızlığını
düşünmekten vazgeçtim. Bu çılgınlıktaki kendi rolümü düşünmekten de vaz
geçtim. Ve dostlarımla her şeyin sonuna doğru ilerledim.
Ishmeet’ten adını duyana dek laf dalaşma girdiğim bu adamın onun kacü
korkulan bir bıçak ustası olduğunu fark etmemiştim.
“Sen ve ben ne olursa olsun asla dövüşmeyeceğiz,” dedim Hintçe.
Sırıtışı bütün yüzüne yayıldı. Çuvalları bir çırpıda tırmanıp paketi Ishmeet’,
verdi. Abdullah elini göğsüne götürerek onlara veda etti.
koltuğunun altındaki düğmeye ne kadar yakın tuttuğunu fark ettim.
Motorlarımızı çalıştırdığımızda Abdullah’la göz göze geldik. Yüzünde o na
dir gülüşlerinden biri belirdi.
Derin bir oh çekti. “Bu iş de bitti. Şükür Allah’a.”
“Ne zamandan beri dışarıya iş veriyorsunuz?”
“İki hafta önce başladık. Sen Goa’dayken. Tuttuğumuz avukat, adamlarımı
za ihanet etti ya. Kapalı kapılar arkasında her şeyi öttü şerefsiz.”
Kafamı salladım. Kendi avukatlarının kalleşliğine uğrayan Şirket’in adam
ları idam cezasına çarptırılmıştı. Bir af umutları olabilirdi belki ama hâlâ ha
pisteydiler.
“Avukat efendi şu anda cehennemde diğer meslektaşlarıyla birlikte yanıyor,”
dedi Abdullah altın gözleri parlayarak. “Cezasının temyizi de yok. Ama o pisli
ği konuşarak durduk yere huzurumuzu bozmayalım. Günümüzün tadını çıka
ralım ve bizim adımıza adam öldürmeleri için tuttuğumuz adamları öldürme
mize gerek kalmadığı için şükredelim. Bugünü de kurtardık,
Elhamdülillah!'
Ne var ki Fardeen ve Hussein’le Abdullah’ın peşine düştüğümüzde ben
sevgili dostum kadar mutlu değildim. Zaman zaman başka mafya şirketler de
Katil Motorları kiralardı. Hatta polisler bile onları ara sıra temizlik işleri için
kullanırdı. Ama kurucumuz Khaderbhai buna şiddetle karşıydı.
İnsanlar iş yerlerindeki toplantı odalarından
genelevlere dek,
bir araya gel-
ayın guıujıt^uıııı.
»
Düzen ve karmaşa, vicdanın elinde tuttuğu bir bıçağın sırtındaydı. Katil
Abdullah’ın peşine takılıp yine labirent gibi dar sokaklardan ve Dilip amca,
nın salonundan geçtik. İhtiyar hâlâ gazetesini okuyordu ama bu sefer ayağım
dikleri her yerde kendilerine bir ahlak anlayışı belirler. Khaderbhai’nin
tek bir
Motorlar’la anlaşmak o bıçağı yana eğmek demekti. Ve Şirketteki adamların
en azından yarısı sisteme Sanjay’dan daha bağlıydı.
Do'stlaringiz bilan baham: