Kapa çeneni
stokum bitti. Bir sonraki saçmalamanda daha
ağır konuşacağım.”
“Önce bize Ranjit hakkında bütün bildiklerini anlatacaksın,” dedi Karla.
Anlayamıyordum. Ranjit umurumda değildi. Concannon’ın Lisa’nın adını
o pis ağzına almasına bile tahammülüm yoktu. Concannon’ın insanlara ne ka
dar acı verebildiğini biliyordum. Ne pis bir soydan geldiğini Tuareg bile onay
lamıştı.
“Bizimle oyun oynama,” dedim. “Söyleyecek bir sözün varsa konuş, yoksa
git-”
“Ranjit e Goa’daki bir partide rastladım. Tanınmamak için peruk takmıştı
ama ben kül yutar mıyım? Adam milyonerdi ve kaçıyordu. Bir kenarda parası
olduğunu tahmin ettim. Onu kokaine ve eroine boğdum ve beni evine götür
mesi için ikna ettim.”
“Ranjit’in Goa’da evi mi varmış?” diye sordu Karla.
“Kiralıktı galiba. Kocaman bir evdi. Bana güvenmesini ve açılmasını sağla
maya çalıştım. Kolay oldu. Birdenbire,
sana bir film izleteyim mi,
dedi.”
Karla elini koluma koydu.
“Nasıl bir film?”
“Porno,” dedi Concannon. Sonra güldü. “Ama kızların hepsi baygındı.
Ranjit bir duş bonesi ve ameliyat eldivenleri takıyordu. Arkasında hiçbir iz
bırakmamak için. Sonra kızları temizleyip giydiriyor ve kanepeye yatırıp üzer
lerine bir battaniye örtüyordu. Kızlar uyandıklarında hiçbir şey anlamıyordu.”
“Bütün bunları Ranjit mi yapıyordu?”
“Evet,” dedi Concannon. “Haberiniz yok muydu?”
Kapa çeneni diyecektim ki, Karla kolumu sıktı.
“Nedenini söyledi mi?”
“Karısı frijitmiş. Alınmaca gücenmece yok ha. Ben sadece onun söyledik
lerini tekrarlıyorum. Uyuyan kızlarla seks yaparken onu hayal ediyormuş. Seni
yani.”
Karla kolumu daha da sıktı.
“Lisa’ya da aynısını mı yaptı?”
“Bence evet. İçkisine Rohypnol koydu. Ama ölçüyü fazla kaçırdığını tah
min ediyorum. Bendeki haplar birinci sınıftı. Ranjit bu kadar etkili olacakları
nı düşünmedi belki. Zavallı kız da öldü gitti. Ranjit’in ona elini bile sürdüğünü
sanmıyorum.”
“Diğer kızlar kimdi?”
Concannon omzunu silkti. “Bilmem. Sadece birini tanıdım çünkü bazen
gazetelere çıkıyor. Ama hepsi sana benziyordu,” dedi Karla’ya bakarak. “Onlarla
işini görürken kafalarına siyah bir peruk takıyordu.”
“Sus artık,” diye isyan ettim.
“Bir daha bana sus deme. Buraya bela çıkarmaya gelmedim. Bir gün bunu
söyleyeceğim hayatta aklıma gelmezdi ama ben emekli oluyorum, dostum.”
“Seni hayattan emekliye ayırmamıza ne dersin, Concannon?”
Sırıttı. “Manyaksın sen. Harbi kafadan kontaksın.”
“Ranjit sana o videoları gösterdiğinde ne yaptın?” diye sordu Karla.
“Biraz hırpaladım tabii ama bayılınca bıraktım. Ne kadar istesem de onu
öldüremezdim. Beni onunla gören bir sürü insan vardı. Kasadaki bütün parayı
aldım. Bir de gazetelerdeki şu kızın videosunu.”
“Ne yaptın onu?”
“İşin komik kısmı o zaten,” dedi kollarını göğsünde kavuşturarak.
“Komik mi?” diye gürledim. “Bütün bunları komik mi buluyorsun?”
“Ellerini indir,” dedi Karla. “Nesi komik anlat.”
Concannon ellerini yeniden bagaja koydu. “Ara sıra benden kokain alan
biri var. İri yarı bir herif değil ama felaket sinirli bir tip. Ailesi bununla mu
hatap olmamak için mahkeme kararıyla yasaklama emri çıkartmış. Gerisini
siz
düşünün. Her neyse. Bu dallama film yıldızı olmak istiyor. Sektöre girmek
için kıçını yırtıyor. Birkaç rol de kaptı ama figüranlıktan bozma ufak işlerdi.
Ranjit’in sapık videosundaki kız bir film yıldızı ve bizim dallama da bunun
erkek arkadaşı.”
“Filmi ona mı verdin?” diye sordu Karla.
“Evet. Mal almaya geldiğinde verdim,” dedi sırıtarak. “Ranjit ara sıra şehre
gizlice uğruyor ve her seferinde de bana geliyordu. Bizim manyağa Ranjit’in
kılık değiştirerek ortalıkta dolaştığını çıtlattım. Bilhassa Bandra’daki bir barı
sevdiğini söyledim.”
“Yani çocuğa Ranjit’i gammazladın?”
“Sadece o da değil. Yanında bir de hediye paketi verdim. Kız arkadaşının
pornosu, Ranjit’in takılacağı barın adı ve polisin takip etmesi imkânsız bir silah
ve kurşunlar. Gerisini insan doğasına bıraktım.”
Karla kolumu sıktı.
“Buraya eski kocamı öldürttüğünü söylemeye mi geldin?”
“Hayır,” dedi Concannon sırtını dikleştirerek. “Erkek arkadaşını uyarmaya
geldim.”
“Sen daha akıllanmadın mı?”
“Yine başladık,” dedi bıkkınlıkla. “Koca şehirde senin kadar aksisi zor bu
lunur. Kaç kere daha söylemem gerek? Ben değiştim.”
“Ben bir değişiklik göremiyorum,” dedim. “Hâlâ nefes alıyorsun.”
“Bak, yine manyaklaştı. Dinle. Artık bu işlerle bir ilgim yok. İş adamı ol
dum. Son karşılaşmamız için sana kin gütmemem bunun ispatı değil mi?”
“Sen adam olmazsın.”
“Ama oldum,” diye üsteledi. “Kavgamızdan sonra her şeyi yeni baştan
düşündüm. Fena yaralandım, Lin. Omzum hâlâ tam düzelmedi. Oğlum,
Concannon, dedim, bu böyle gitmez. Bir daha asla eskisi gibi dövüşeme-
yecektim. Daha önce kimsenin bana bu kadar yaklaşmasına izin vermemiş
tim. Sarsıldım, dostum. Hayatımın dönüm noktası Bombay’da bir depo
oldu ve beni atımdan düşüren Avusturalyalı bir dönekti. Sana söylüyorum.
Değiştim.”
“Nasıl bir iş yapıyorsun?” diye sordu Karla.
“Elimde avucumda ne varsa Dennis’le yaptığımız yatırıma harcadım.”
“Uyuyan Güzel Dennis mi?”
“Ta kendisi. Çok düşündüm. Bir nehrin kıyısında yeterince uzun beklersen
er geç düşmanlarının cesetlerinin akıntıyla sürüklendiğini görürsün.”
Ben Concannon’ın Ganj’da sürüklenmesini istiyordum.
“Sonra bir başka dönüm noktamda, o nehrin sudan değil, paslanmaz çe
likten olduğunu fark ettim. Ölüleri kaldırdıkları tekerlekli sedyelerden bah
sediyorum anladınız değil mi? Dennis’le cenaze levazımatçılığına soyunduk.
Başladığımızdan beri düşmanlarımdan biri önüme geldi bile. Onu cenazesi
için süslerken gülmekten yerlere yattım.”
“Dennis’le ortak oldunuz öyle mi?”
“Daha iyi bir ikili düşünemiyorum. Ben ölümün neye benzediğini biliyo
rum, o nasıl hissettirdiğini. Kimse ölülere bu kadar merhametli davranamaz,
dostum. Onlara Uykucular diyor ve onlarla usulca konuşuyor. Ben yine de ne
olur ne olmaz diye yakınlarda bir beyzbol sopası bulunduruyorum. Günün
birinde içlerinden biri de Dennis’le konuşmaya kalkışırsa sakata gelmeyelim.”
Sustu ve şiş ellerini dua edercesine kavuşturdu.
“Benim gibi bir baş belasının rahat durabileceğine inanmak zor biliyorum
ama gerçek bu. Ben değiştim. Yoksa buraya neden geleyim? Söyleyeceklerimin
biri Ranjit’le ve o tatlı kızla ilgiliydi.”
“Ya diğeri?” diye sordu Karla lafı ağzımdan alarak.
“307 Şirketi bu gece îranlı’yı öldürmeleri için şehir dışından tetikçiler kira
ladı. Abdullah buralarda bir yerde saklandığı için siz de tehlikedesiniz.”
“Ne zaman gelecekler?” diye sordum.
Concannon saatine bakıp sırıttı.
“Aşağı yukarı üç saat sonra. Beni görünce o kadar yaygara yapmasaydınız
zaman kazanırdınız.”
Tek bildiğim, bunun Concannon’ın bir oyunu olduğuydu ve hiç hoşuma
gitmiyordu.
“Bizi neden uyarıyorsun?” diye sordu Karla.
“Günahlarımı temizliyorum,” dedi sırıtarak. “Sevgilinle bir alıp veremedi
ğim yoktu. Asıl nefret ettiğim Abdullah’ken seninkinin başına bir sürü iş açtım.
Hatamı telafi etmek istiyorum. Abdullah da benim kadar suçlu. Ama kendi
sütten çıkma ak kaşıkmış gibi beni tehdit etti. Hayatımla oynadı.”
“Abdullah’ın adını ağzına alma,” dedim sertçe.
“Ama artık ondan da nefret etmiyorum. Tamam, belki îranlı ama o da in
san. Asıl hata benimdi. Bakın, açıkça itiraf ediyorum. Her neyse. îranlı yüksek
ihtimalle bu gece ölecek zaten. Ben de kendime yuvam diyebileceğim bir yer
buldum. Orada sessizce oturup düşmanlarımın masama gelmesini bekleyece
ğim. Bundan sonra kendi insanlarımla olacağım. Bilmem anlatabildim mi?”
“Anlıyoruz,” dedi Karla, ben hiçbir şey anlamasam da.
“Sizinle bir husumetim olmadığına inanıyorsunuz değil mi?”
“Hayır,” dedim. “Hoşça kal, Concannon.”
“Seninki yazarmış,” dedi Karla’ya göz kırparak. “Ne yazıyor? Bebelere ma
sallar mı?”
“Senin gibilerin anlamayacağı kadar derin kitaplar,” diye yapıştırdı Karla.
“Ben de başkahramanıyım. Uyardığın için sağ ol, Concannon. Bu arada ilk
adın ne?”
“Fergus,” diye atıldım ona fırsat vermeden.
Concannon kollarını iki yana açarak arabadan indi.
“Beni sevdiğini biliyordum. Sana sarılsam beni bıçaklar mısın?”
“Evet. Defol.”
Concannon ellerini yavaşça indirdi, Karla’ya gülümsedi ve arabasına doğru
yürüdü.
“Boşuna polisi aramayın,” dedi direksiyona geçtiğinde. “Bu geceki baskın
için onlara büyük para yedirdiler. Iranlı ölene kadar buraya kimse uğrama
yacak.”
Kontağı çevirip gaza bastı ve ileriden dönüp yine yanımızda durduğunda
kolunu açık camdan dışarı çıkarmıştı.
“Dinamit ister misiniz? Arkada bir kutu var. Benim şimdilik ihtiyacım yok.”
“Belki gelecek sefere,” dedi Karla ve arkasından el salladı.
Far ışıkları ilerideki dönemeçte kaybolduğunda, Karla bana döndü.
“Abdullah bizim orada olmadığına göre Khaled’in yanında. Onu uyarma
lıyız.”
“Silvano’yla öğrencileri de öyle. Dağın her yerini didik didik edecekler.”
Karla, Khaled’in malikânesine doğru koşmaya hazırlandı. Ama onu dur
durdum.
“Önce bir konuyu halletsek?”
“Tabii. Ne var?”
“Hani hep birlikte olacağımızı söylemiştik ya?”
Elleri kalçalarında bana baktı.
“Bir ağaç kovuğuna saklanmayacağım, Shantaram,” dedi kararlı bir sesle.
“Hayır. Onunla bir ilgisi yok. Ama bir şeyi iyice anlaman gerek.”
“Sence şimdi bunun sırası mı?”
“Hem de tam sırası. Bu gece işler kötüye giderse yanımdan ayrılmayacak
sın. Gerekirse sırtıma yapış ya da koluma tutun. Sırt sırta verirsek sen ateş et,
ben seni koruyayım. Ama yalvarırım, bir de seni merak etmek zorunda kalma
yayım.”
Karla güldü ve bana sıkıca sarıldı.
“Gidelim hadi.”
“Dur,” dedim.
“Yine mi?”
“Belki gelecek sefere ne demek?”
“Efendim?”
“Concannon sana dinamit vermeyi teklif etti ve belki gelecek sefere dedin.
Ne demek bu?”
“Bunu şu an konuşmak zorunda mıyız?”
“Concannon gelecek sefere diyebileceğin biri değil, Karla. Eğer yeterince
şanssızsan onunla hayatında bir kere muhatap olursun, sonra aranıza yarım
gezegen mesafe koyarsın.”
“Neden? İkinci şanslara inanmaz mısın?”
Karla bana böyle muzipçe baktığında içim eriyordu ama bahsettiğimiz
adam, Concannondı. Ayrıca arkadaşımızı öldürmek için dağa kiralık katiller
geliyordu.
“Concannon’a güvenmiyorum,” dedim. “Söylediklerinin tek kelimesine
bile inanmıyorum. Bu bir tuzak olabilir.”
“Harika!” diye bağırdı koşmaya başlayarak. “Gelmiyor musun?”
.A^ğaçlık patikada, Khaled’in malikânesine çıkan son dönemeci döndüğü
müzde müzik sesi ve ilahiler duyduk. Ev ağaçlara asılan spot ışıklarıyla bir
hapishane kadar aydınlıktı.
“Khaled’in sürüsü çoğalmış,” dedi Karla usulca. Basamakların önünde du
rup verandaya baktık. “Ne koro ama!”
Etrafımızdaki ağaçlar spot ışıklarıyla ağarmıştı. Korkuyla kollarım havaya
kaldıran iskeletleri andırıyorlardı. İlahiler daha da yükseldi.
Az sonra, Khaled elleri belinde geniş kapıdan verandaya çıktı.
Gözlerimizi yakan ışıkta onu ancak bir karaltı olarak seçebiliyorduk.
Arkasında iki kişi daha vardı.
Elini kaldırdığında ilahiler kesildi. Geceyi yine böceklerin sesleri doldurdu.
Do'stlaringiz bilan baham: |