SEKSENİNCİ BÖLÜM
^N/tünazara yeniden başladığında, Şüpheci hemen bir soru sormaya yeltendi
ama Idriss elini kaldırarak onu engelledi. Tavrı yumuşak ama ısrarcıydı.
“Şimdiye kadar gördüğüm kadarıyla,” dedi usulca, “hâlihazırda olduğu
muzdan daha fazlası olma kapasitesine sahip tek tür biziz. Hatta belki de ola
bileceğimizi hayal ettiğimizden bile daha fazlası. Her birimiz seçtiğimiz yolda
ilerleme kapasitesine sahip bireyleriz.”
Bir an sustu.
“O hâlde neden azınlığın, çoğunluğu rekabete, tüketmeye ve kavgaya it
mesine izin veriyoruz? Barışı ve huzuru ne zaman özgürlüğümüz kadar çok
isteyeceğiz? Onun için ne zaman tutkuyla mücadele edeceğiz?”
Birden ağlamaya başladı ve kucağına koyduğu ellerine yağmur gibi gözyaş
ları yağdı.
“Bağışlayın,” dedi avuçlarını gözlerine bastırarak.
“Büyük bilge,” dedi Dur Bakalım, “bugün burada hepimiz sevginin gücüy
le buluştuk. Manevi yolculuğumuza neşe içinde devam edelim, ne olur.”
Idriss aytaşı gözyaşlarını silerek gülümsedi.
“Semantik bir hata yaptınız, efendim. Sevginin bir gücü yoktur çünkü an
cak sakınmadan, serbestçe ve isteyerek verilebilir.”
“Pekâlâ,” diye gülümsedi Dur Bakalım. “Sizce güç nedir?”
“Güç insanları ya da süreçleri etkiler ve yönlendirir. Güç bir kontrol ölçüsü
dür ve daima otoriteyle ilişkilendirilir. Güç korkudur, açgözlülüğe boyun eğer.
Sevgide korku ya da açgözlülük yoktur. İşte bu sebeple, güç denen sanrının
ötesinde bir yerdedir.”
“Ya iyileştirici güçler?” diye sordu Huysuz. “Onları da mı inkâr ediyorsunuz?”
“Ben onlara iyileştici enerjiler diyorum, usta-^7. Her şifacı o tip bir enerjinin
içinde güce yer olmadığını bilir. Enerji süreçtir. Güç o süreci etkileme, yönlen
dirme ya da kontrol etme girişimidir.”
1
“Dua gücü bile mi, usta
-jti”
diye sordu Hırslı. “Böyle bir şeyin olmadığını
mı iddia ediyorsunuz?”
“Duanın manevi bir enerjisi vardır,” dedi Idriss. “Tıpkı sevgi gibi. İkisinin
de bir inceliği var ama güç başka bir şey. Enerji bir süreç, güç ise o süreci kont
rol etme girişimi.”
Vinson konuşmak için kıvranıyordu.
“Güç kötü, enerji iyi,” diye fısıldadı Karla’ya. “Mutlak güç adamı bitirir.”
“Bravo, Stuart,” diye fısıldadı Karla.
“Bir nargile daha içelim,” dedi Idriss, bilgelere.
“Aferin Idriss,” diye mırıldandı Didier. Bizim Fransız’la bilgeler ihtiyaç mo-
lasındayken seyirciler de rahatlayarak birbirleriyle sohbete daldı.
“Devam edebilir miyim?” diye sordu Idriss, bilgeler yeniden metafiziğe da
lacak kadar uçtuklarında.
“Elbette,” diye yanıtladılar.
“Bizim şu an olduğumuz insanlar oluşumuz,” diye devam etti Idriss hiç ara
vermemişiz gibi, “bütün doğru soruları sormamız ve aradan kaç yüzyıl geçerse
geçsin gerçeğe ulaşma çabamız kaderin ta kendisi. Kader de hayat gibi devamlı
gelişen bir fenomen.”
Vinson bir soru sormak için eğildiğinde, Karla lafı ağzına tıktı.
“Enerji artı yön eşittir kader,” dedi çabucak ve yeniden konuşulanlara yo
ğunlaştı.
“Kaderden anladığınız ne?” diye sordu Şüpheci. Akşam güneşinde tıraşlı
kafasında ter damlacıkları belirmişti. “Yeniden açıklamanız mümkün mü?”
“Biz insanların kaderi bir varsayım değil, gerçeğin ta kendisi,” dedi Idriss.
“Kader manevi enerjiyi istek ve niyet formuna sokabilme yeteneği. Hepimiz
hayatımızda bunu öyle ya da böyle yapıyoruz. Zaten yönlendirilmiş hayatlar
yaşıyoruz ve bunu fark edip onları daha olumlu bir yere doğru düzene koymak
mümkün.”
“Ama nasıl fark edeceğiz?” diye sordu Dur Bakalım.
“Olumlu özelliklerini elinden geldiğince ifade ederek,” dedi Idriss. “Ruhsal
farkındalığa ancak insani iyilik ve cesaretle varılır.”
“Neden?” diye sordu Hırslı. “Bir insan neden iyi ve olumlu şeyler yapmak
için çaba harcasın ki? Neden sadece kendi çıkarları için çalışmasın? Madem siz
bu kadar bilimsel bir insansınız, söyleyin, bu da evrimin bir parçası değil mi?”
Idriss gülümsedi. “Asla,” dedi aynı soruya defalarca cevap verdiği gibi. “Bazı
insanlar baktıkları her yerde vahşi ve yırtıcı bir dünya görür. Ölümüne re
kabetlerin yaşandığı bir dünya. Ama dünyada mükemmel iş birlikleri de var.
Karıncalardan ağaçlara ve insanlar arasındaki dayanışmaya varıncaya kadar bu
nun örneklerine her yerde rastlamak mümkün. Uyum sağlayabilmek kusursuz
bir iş birliğinin ilk adımıdır. İş birliği de evrimin ta kendisidir.”
“Ama sadece en uyumlular hayatta kalır,” diye üsteledi Hırslı. “Ve en uyum
lular diğerlerini yönetir. Doğanın düzenini tamamen değiştirmekten mi söz
ediyorsunuz?”
Idriss karşı atağa geçti. “Doğanın düzeni iş birliği sayesinde yürüyor.
Moleküller organik moleküller oluşturmak için birbirleriyle rekabet etmez.
Tam tersine, birlikte çalışırlar. Biz büyük bilgeler de, Tanrı’ya şükürler olsun
ki, bu iş birlikçi organik moleküllerdeniz. Ne zaman ki bilgeler iş birliğinden
vazgeçer, işte o zaman başımız dertte demektir.”
“Madem konuyu doğanın temel kanunlarına getirdiniz, şunu sormak iste
rim,” dedi Dur Bakalım. “Yoksa siz kutsal metinlerde yazandan daha farklı bir
ahlaki düzen olduğunu mu düşünüyorsunuz?”
Bu tuzak bir soruydu. Karla’nın cevap vermemek için zor durduğunu bili
yordum çünkü bunu defalarca tartışmıştık.
“Kutsal metinler bizim neye dönüşebileceğimizi bilmemiz için var,” dedi
Idriss. “Trajik ölçüde uzun kültürel evrimimizde oraya, o güzelim vahiylere
layık olacak bir noktaya ulaşana dek, ortak insanlığımız bütün o metinlerin
özünü kavramamızda bize kılavuzluk edecek.”
“Nasıl? Kutsal metinleri şimdilik rafa kaldırmamızı mı öneriyorsunuz?”
diye sordu Dur Bakalım.
“Bunu ben değil, siz söylediniz. Benim naçizane tavsiyem ise, nasıl kut
sal mekânlara temizlenerek giriyorsak, kutsal metinleri okuyup anlamak için
de aynı arınmışlık düzeyine erişmemiz gerektiği yönünde. Zira ikisi birbirine
benzer. Ve temiz bir ruhu Yaradan’ın büyük vahiylerine takdim etmenin en iyi
yolu, diğerleriyle ve dünyamızla temiz bir ilişki içinde olmaktan geçer.”
Bilgeler kendi aralarında konuşmaya dalınca Idriss yeni bir nargile istedi ve
keyifle tüttürmeye başladı.
“İyi bir kalp ve iyi bir inanç,” dedi Vinson.
“Sen gerçekten kaptın bu işi,” diye fısıldadı Karla.
Randall durmadan not alıyordu. Ankit de ara sıra sadece son kısmını aklın
da tutabildiği bir cümleyle ona yardımcı olmaya çalışıyordu.
“Beğendiniz mi, çocuklar?” diye fısıldadım.
“Bir paraşütle aşağı yerine yukarı atlamak gibi,” dedi Randall.
“Senin şu öğretmen partide çok işimize yarardı,” diye atıldı Ankit hayran
lıkla.
“Parti mi? Nerede?” diye sordu Didier gözleri parlayarak.
“Komünist partiden söz ediyorum,” dedi Ankit soğuk bir tavırla. “Ama is
terseniz münazaradan sonra ateşin başında kendi partimizi yapabiliriz.”
Didier hemen heyecanlandı. “Şahane olur. Of, yine başladılar.”
“Yaratıcı fikirlerinizin arasında kaybolduğumu itiraf ediyorum, büyük bil
ge,” dedi Dur Bakalım büyük bir alçak gönüllülükle.
“Evet,” diye ekledi Şüpheci. “Doğrusunu isterseniz, ben de size yetişmekte
zorlanıyorum. Zira maneviyatla ilgili düşüncelerinizin hiçbiri alışılagelmiş li
sanla uyuşmuyor, Idriss Usta.”
“Aslında her şey manevi bir lisandır, asil düşünür. Ama frekansları düşük
ya da yüksek olabilir tabii. Birlikte paylaştığımız bu sohbet de onlardan biri.”
“Ama birden fazla manevi dil olması mümkün mü?” diye sordu Şüpheci.
“Eğer bir Tanrı varsa ve onunla manevi bir dil aracılığıyla iletişim kurabi-
liyorsak, o zaman onu farklı şekillerde ifade edilen bir amaç dili olarak tanım
layabiliriz.”
“Bu farklı yolların arasında olumsuzları da var mı?” diye sordu Huysuz,
konuya dâhil olarak.
“Şimdiye kadar yaptığımız gibi, yüksek frekanslı bir manevi dile yönelmek
dururken ikinci seçeneği tercih eder miydiniz?” dedi Idriss.
“Diğer seçeneğin hiçbir örneği yok o hâlde?” diye sordu Hırslı.
“İnsanların dünyası çoğunlukla örneklerden oluşur,” dedi Idriss ciddi bir
yüzle.
“Öyleyse bizimkinden farklı manevi diller geliştirmek zor olmasa gerek,”
diye atıldı Hırslı.
Idriss sabırla yutkundu ve derin bir nefes aldı.
“Pekâlâ. Gelin, biraz da karanlığa yürüyelim.”
Misket limonu suyundan bir yudum alıp devam etti.
“Sömürü, çıkarcılığın manevi lisanı mesela,” diye başladı kederle.
Idriss’in daha önceki konuşmalarına tanık olan öğrenciler beklentiyle baş
larını sallamaya başlamıştı bile.
“Zulüm uranlığın manevi lisanı.”
Öğrenciler sıradaki cümleyi mırıldandı.
“İkiyüzlülük açgözlülüğün manevi lisanı,” dedi Idriss. “Acımasızlık gücün
manevi lisanı. Bağnazlık korkunun.”
“Not alıyor musun, Randall?” diye sordum Idriss soluklanmak için durak
sadığında.
“Evet, efendim.”
“Şiddet nefretin manevi lisanı,” dedi Idriss. “Kibir beyhudeliğin.”
“Idriss!” diye seslendi birkaç öğrenci.
“Lütfen,” dedi Idriss ellerini usulca kaldırarak. “Burada bir keşif yolculuğu
için toplandık. Her ne kadar diğer tartışmalarımızda bana istediğinizi sormanız
için sizin cesaretlendirsem de, bu büyük bilgelerin huzurunda sessiz olmanızı
rica ediyorum.”
Ankit hiç beklenmedik bir çıkış yapıp “Emredersiniz, usta-
7
'/,” diye atıldı ve
parmağım dudaklarına götürerek izleyicileri susturdu.
“Sizden benimle daha yüksek frekanslı manevi dillere giden yolda yürüme
nizi rica edebilir miyim, büyük ustalar?” dedi Idriss.
“Elbette,” diye karşılık verdi Dur Bakalım.
“Bizden tam olarak nasıl örnekler istiyorsunuz, usta
-jP.”
diye sordu Şüpheci.
“Buna siz karar vereceksiniz, büyük bilge,” dedi Idriss. “Aklınızdan nelerin
geçtiğini duymayı çok isterim.”
“Bizi zor durumda bırakıyorsunuz,” diye atıldı Hırslı. “Siz cevaplarınızı ön
ceden hazırladınız muhakkak.”
Idriss gülümsedi. “Pek tabii. Hatta ezberledim bile. Siz de öyle yapmadı
nız mı?”
“Bir kez daha hatırlatmak isterim ki, bu tartışmada biz soru soracağız, siz
cevap vereceksiniz,” dedi Hırslı.
“Pekâlâ,” dedi Idriss sırtını dikleştirerek. “Cevabıma hazır mısınız?”
“Evet, büyük bilge,” dedi Dur Bakalım.
“Duygu müziğin manevi lisanı,” dedi Idriss. “Şehvet dansın.”
Kısa bir duraksamanın ardından devam etti.
“Kuşlar gökyüzünün manevi lisanı, ağaçlar toprağın.”
Etrafı dinlercesine yine duraksadı.
“Galiba öldüm ve dâhiler cennetine gittim,” diye fısıldadı Karla.
“Fedakârlık sevginin manevi lisanı, mütevazılık onurun ve sadakat inancın.”
Öğrencilerin birçoğu Idriss’i kim bilir kaç kez ateşe yürürken görmüştü.
Usulca mırıldanarak ona eşlik ederken, bunu münazarayı kazanması için yap
mıyorlardı. Tek dertleri Idriss’e gerçeğe yaptığı yolculukta cesaret vermekti.
“Dürüstlük güvenin manevi lisanı, ironi rastlantının.”
Öğrenciler, Idriss’in sessizlik uyarısına uyarak yerlerinde hafifçe sallanı
yordu.
“Mizah özgürlüğün manevi lisanı,” dedi Idriss. “Özveri kefaretin.”
Yine sustu. Buna dakikalarca devam edebileceğini biliyordu. Öğrencilerine
bakarken yanakları hafifçe kızardı ve gülümsedi.
“Her şey manevidir ve kendi manevi diliyle ifade edilir. Kaynak’la aramız
daki bağ asla kopmaz. Sadece zaman zaman incelir, o kadar.”
Öğrenciler tezahürat yapıp alkışlamaya başladı. Ama saniyeler içinde sesleri
bıçak gibi kesildi.
“Sizin de rızanız olursa,” dedi Idriss, “bir ara daha vermek istiyorum. Bu
seferki biraz daha uzun olabilir. Belki bir saat.”
Öğrenciler kalktı ve bilgelere mağaralarına kadar eşlik etti.
“Seni bilmem ama benim kutsal olmayan bir şeylere ihtiyacım var,” dedim
Karla’ya.
“Al benden de o kadar. İçki de olur, esrar da. Sinirlerim o kadar gerildi ki,
biraz gevşemem gerek.”
“Söze karışmak istedin değil mi?”
“Bir ara kendimden geçtim,” dedi gözleri parlayarak.
Idriss zeki ve karizmatik bir adamdı. Yine de fikirleri birçok kez sorgu
lanmıştı. Ayaklarını nerede yere sağlam basması gerektiğini biliyordu. Felsefe
kaygan bir zemindi ne de olsa. Daha önce de, ustalarla tartışmalarım olmuştu.
Bazen zekâ belirli bir prensibe sahip olamamanın üzerini kolayca kapatır ve
karizma hırsı maskeleyebilir. Idriss’i seviyordum ama öğrencilerinin daha şim
diden ona bir aziz gözüyle bakması beni birazcık endişelendiriyordu. Zira her
kürsü üzerinde duran adamdan daha heybetlidir.
Az sonra bilgeler yerlerine döndü ve tartışma üç saat daha devam etti.
Sonunda konuk bilgelerin soruları tükendi. Teker teker Idriss’in önünde çömel-
diler ve tıpkı Idriss’in tartışmanın başında yaptığı gibi, hayır duasını istediler.
“Ara sıra böyle fikir alışverişinde bulunmamız ne güzel,” dedi Dur Bakalım.
“Düşüncelerimizi cömertçe birbirimizle tartışabildiğimiz için Tanrıya şükre
diyorum.”
Bilgeler ayaklarını koruyan gül yapraklarıyla daha kolay yoldan dağdan in
diler. Ve belki de yol boyunca şüpheci, hırslı ve huysuz oldukları kadar düşün
celiydiler de.
Idriss yıkanmak ve dua etmek için mağarasına çekilmeden önce iznimizi
istedi. Pagodanın indirilmesine ve halıların toplanmasına yardım ettik.
Karla yemeği hazırlamak için gönüllü oldu. “Vejeteryan pilav, Hindistan
cevizi soslu karnabahar ve patates, ıspanak ve kişnişli yeşil fasulye ve bezelye,
ızgarada havuç ve balkabağı ve badem sütüyle basmati pilavı pişirdi.
Karla’yı altı ocaktaki yemekleri beceriyle kontrol ederken izlemek ve her bi
rinden yükselen nefis kokulan içime çekmek olağanüstü bir deneyimdi. Âdeta
büyülenmiş gibiydim. Ta ki, benden bulaşıkları yıkamamı isteyene dek.
Üç genç kadın öğrenciyle birlikte mutfakta uzunca bir vakit geçirdik.
Kadınlar ve Karla yirmi sekiz kişiye yemek hazırlarken müzikten, modadan
ve sinemadan bahsetti. Idriss’le diğerlerine yemek hazırlamayı kutsal bir görev
saydıkları için öğretmenlerinin tadacağı her bir yemeğe sevgilerini katıyorlardı.
Dağdakiler yemek pişirmekten, dua etmekten ve çalışmaktan arta kalan za
manlarında yemek yemeyi seviyordu. Karla’nın hazırladığı ziyafetten geriye tek
bir kırıntı bile kalmadı. Karla fazla bir şey yemediyse de, yemeklerine yapılan
her övgüye kadehini kaldırarak karşılık verdi.
“Kendime içiyorum,” diyordu. “Yılda bir kere yemek yapmama!”
“Yılda bir kere yemek yapmana!” dedi herkes.
Sofra toplandığında öğrencilerin çoğu kamptan ayrılırken ya da mağarala
rına çekilirken, biz günahkârlar; Karla, Didier, Vinson, Randall, Ankit ve ben
ateşin başına oturduk.
Didier bir kelime oyunu oynamamızı önerdi. Sohbet ederken kim kazara
açık saçık bir kelime söylerse içkisini fondip yapacaktı. Didier’ye göre seksle en
çok kafayı bozan en çabuk sarhoş olacak ve kendini açık edecekti.
Aramızda sekse en takıntılı tabii ki Didier’ydi, ki aynı zamanda alkole en
dayanıklımız da oydu. Karla bunu bildiği için başka bir öneride bulundu.
“Şuna ne dersiniz?” dedi gitmek için ayağa kalkarken. “Bence birbirinize
neden hayatınızın aşkıyla başka bir yerde değil de burada tek başınıza olduğu
nuzun gerçek hikâyesini anlatın.”
“Rannveig manastıra kapandı,” dedi Vinson beklenen üzere. “Hepsi benim
suçum. Onu o kadar çok sevdim ki, kız kutsala bağladı. Şeytan çıkarmayı bili
yoruz ama melek çıkarma diye bir şey de olmadığına göre, benim iş yaş.”
“Neyi kastettiğini anlıyorum,” dedi Randall. “Ama keşke anlamasaydım.”
Karla’yla onlara iyi geceler diledik. Rulo hâlinde bir kenara dizilen halılar
dan birini aldım. Genişçe bir branda beziyle bir kangal ip buldum ve çantamı
sırtıma taktım. Karla da iki battaniye ve kendi çantasını aldı. El fenerlerimizi
yakarak daha önce gittiğimiz küçük tepeye doğru yürüdük. Patika beklenme
dik bir şekilde kıvrılınca kendi gölgelerimizden korktuk.
Karla el fenerini ilerideki karanlık ormanda gezdirirken, “Az kalsın bir göl
geyi vuracaktın,” dedi.
“Senin de elini bıçağına attığın gözümden kaçmadı sanma.”
İpi kullanarak bize bir sığınak yaptım. Kamyoncular Birliği Başkanı bir
keresinde bana,
Do'stlaringiz bilan baham: |