Cogito ergo sum
a
inansak bile,” diye atıldı Şüpheci, “düşüncelerimizin öte
sindeki dünyanın gerçekçi bir rüyadansa gerçeğin ta kendisi olduğunu nasıl
bilebiliriz?”
“Dışsal gerçekliğe inanmayan herkesi buradan çok da uzak olmayan bir
dağ geçidine davet ediyorum,” dedi Idriss. “Siz oradan aşağı atlayacaksınız, ben
uzun yolu tercih ederek tepeden yürüyerek ineceğim. Aşağıda hayatta kalanlar
la dışsal gerçekliği tartışmaya devam ederiz.”
“İyi fikir,” dedi Dur Bakalım. “Ama ben bir savaşçı olduğum için burada
kalmayı tercih edeceğim.”
Bütün bu soruları dağda duymuştum. Idriss’in cevaplarının çoğunu ezbere
biliyordum. Onun evren bilimi, varsayımlara dayanıyordu ama karmaşık ve
istikrarlı bir düşünce tarzı vardı. Mantığı kolayca akılda kalıyordu.
“Özgür irade hakkında ne düşünüyorsunuz, Idriss?” diye sordu en gençleri,
Huysuz.
“Dört fiziksel güç, madde, zaman ve mekânın ötesinde, evrende iki büyük
manevi enerji var,” dedi Idriss. “Bunlardan birincisi, evrenin varoluşundan beri
aralıksız olarak manevi bir eğilim alanı olarak ifade edilen ve karanlık enerjinin
manyetik alanı olarak algılanan ilahi Kaynak. İkincisi ise, görünmez bir enerji
olan, İrade Gücü.”
“Bu eğilim alanının amacı ne?” diye sordu Huysuz.
“Şu anki bilinç düzeyimizle bunu söylemek mümkün değil. Ama bu enerji
nin ne olduğunu bilmesek de, bize neler yaptığını ve onu nasıl kullanacağımızı
biliyoruz.”
“Ben nasıl bir değeri olduğunu sormuştum.”
Idriss gülümsedi. “Değerini tam anlamıyla kestiremeyiz, ne yazık ki. Ama
spititüel eğilim alanıyla insan irademiz arasındaki bağlantının, bizim düzeyi
mizde hayatın anlamı olduğunu söyleyebiliriz.”
Idriss yeni bir nargile getirmelerini işaret edince Silvano mağaraya koştu.
Döndüğünde nargileyi pagodaya götürdü. Tüfeği yanında olmamasına rağ- t
men, nargileyi yere bırakmak için eğildiğinde dirseğiyle hayali silahını tutu-
]
yordu.
“Daha hiçbir bok anlamadım,” diye fısıldadı Vinson, Karla’ya.
“Şaka yapıyorsun, değil mi Stuart?”
“Gayet ciddiyim. Bütün gösteri bu kadar bayık değildir umarım. Sen ne
kadarını takip edebildin ki?”
Karla ona acımayla baktı. Onun bu dünyada en çok sevdiklerinden, hatta
belki de en çok sevdiği şey, Stuart’a yabancı bir lisan gibi gelmişti.
“Sana on maddede özet geçeyim ister misin?” diye önerdi elini Vinson’ın
koluna koyarak.
“Vay canına,” dedi Vinson. “Sahiden öyle bir kıyak yapar mısın?”
Karla ona gülümsedikten sonra bana baktı.
“Nasıl? Geldiğimize değdi değil mi?”
Güldüm.
“Hem de nasıl.”
“Sana demiştim.”
Idriss’le diğer bilgeler nargileden birer nefes çekip söyleşilerine devam etti.
.
“Nasıl, usta
-jîi"
diye sordu Şüpheci. “Bu eğilim alanıyla ya da Yaradan’la
bağımız hayatın anlamını nasıl açıklayabilir?”
“Üzgünüm ama bu geçersiz bir soru,” dedi Idriss usulca. “Anlam hayatın
değil, iradenin simgelerinden biri. Ama amaç hayata dair bir kavram.”
Bilgeler yine bir mantık arayışıyla kendi aralarında tartıştı.
Beyazlar içindeki Idriss, öğrencilerine bakarak iç çekti. Batan güneşi selam
layan ağaçlar yaşlı bilgeyi gölgede bırakıyordu.
“O hâlde...” diye başladı Vinson.
“Hayatın anlamı, yanlış soru,” dedi Karla. “Hayatın amacı, doğru soru.”
“Vay be,” dedi Vinson.
O sırada bilgelerin tartışması bitti. Şüpheci hafifçe öksürerek boğazını te
mizledi.
“Yaradan’la ya da diğer canlılarla bir bağ kurmaktan mı söz ediyorsunuz?”
“Dürüstçe ve özgürce kurulan her bağ ister bir çiçekle, ister bir bilgeyle
kurulsun, aslında Tanrı’nın kendisiyle kurulur. Zira kalben kurulan her bağ
otomatikman manevi eğilim alanının bağlayıcılarıyla kurulmuş olur.”
“Ama bir insan bir bağlantı kurduğunu nasıl anlayabilir ki?” diye sordu
Şüpheci.
Idriss, Şüpheci’nin sadakatinin yalnız kıyısından ona el sallayan hüznün ke
deriyle başını eğdi. Tekrar başını kaldırdığında Şüpheci’ye şefkatle gülümsedi.
“Eğilim alanı bunu tasdik eder,” dedi.
“Nasıl?”
“İyilik, merhamet gibi gönülden gelen kefaretler eğilim alanıyla aramızda
bir bağ kurar. Eğilim alanı daima buna karşılık verir. Bazen bir yusufçukla bir
mesaj yollar bize. Bazen bir dileğimizin gerçekleşmesiyle ya da bir yabancının
iyiliğiyle.”
Bilgeler yine fikir teatisinde bulundu.
Vinson bu arayı fırsat bilip kolunu omzuma attı ve beni kendi kafa karışık
lığının içine çekmeye yeltendi. Karla ya fısıldamak için bize doğru eğildi ama
Karla buna fırsat vermedi.
“Sen ondan vazgeçsen bile güç hep seninle,” dedi.
“Haaa.”
“Görüyorum ki anlamları bir niyetler bilmecesi çerçevesinde sunmayı ter
cih ediyorsunuz,” dedi Şüpheci. “Ama kararlarımızda gerçekten serbest miyiz,
yoksa yapıp ettiklerimize Tanrı mı karar veriyor?”
Idriss güldü. “Diğer bir deyişle, Tanrı’nın kurbanları mıyız? O zaman özgür
irademizin ne anlamı kalır? Tanrı onu insanoğluna işkence etmek için mi ver-
di? Buna gerçekten inanmamı mı bekliyorsunuz? İradelerimiz sadece cevaplar
almak için yalvaralım diye değil, aynı zamanda Tanrı’yla ilgili sorular da sora
bilelim diye var.”
“Ben sizin neye inandığınızı öğrenmek istiyorum, Idriss Usta.”
“Neye inandığımı mı, yoksa ne bildiğimi mi, büyük bilge?”
“Birincisi,” dedi Huysuz.
“Pekâlâ. Ben evrenimizi yaratan kaynağın manevi bir eğilim alanı olarak
bizimle birlikte bu gerçekliğe geldiğine inanıyorum. İnsan irademizin kendi
içinde bağlantı kuran daimi bir çakışma ve etkileşim hâlinde olduğunu düşü
nüyorum. Manevi irade alanımızı oluşturan fotonlar gibi onunla bir etkileşim
hâlinde değiller.”
Bilgeler yine kendi aralarında konuşmaya başladı. Vinson neler olduğunu
sormak için ağzını açtı.
“Güç sensin,” diye fısıldadı Karla buna fırsat vermeden. “Onun için yete
rince mütevazıysan tabii.”
“Söylediklerinizin büyük bir kısmını özgürce seçim yapabilme ihtimalimize
dayandırıyorsunuz,” dedi Hırslı. “Ama seçimlerimizin birçoğu önemsiz konu
larla ilgili.”
“Hiçbir seçim önemsiz değildir,” dedi Idriss. “Güçlü insanların seçimleri
mizi yönlendirmeye çalışması bundandır. Eğer seçimlerimiz önemsiz olsaydı,
onları değiştirmek için uğraşmazlardı.”
“Benim neden bahsettiğimi gayet iyi anladığınızı düşünüyorum, usta
-ji”
dedi Hırslı. Biraz alınmıştı galiba. “Her gün önemsiz konularda yüzlerce karar
alıyoruz. İçinde manevi bir düşünce tarzı barındırmayan seçimler dediğiniz
kadar önemli olamaz.”
Idriss sabırla gülümsedi. “Tekrar ediyorum. Önemsiz bir seçim yoktur. Her
seçim, ne kadar bilinçsiz yapılırsa yapılsın, önemlidir. Bütün seçimlerimiz in
san hayatını içine çekmeye çalıştığımız o veya bu gerçeklikle ya da o veya bu
algıyla çakışır ve o kararın zaman çizgisi üzerinde küçük ya da büyük ama ebedi
etkileri olur.”
“Siz buna güç mü diyorsunuz?” diye sordu Hırslı.
“Güç değil, enerji,” dedi Idriss. “Manevi enerji zamanı değiştirebilir ve bu
hiç de azımsanmayacak bir şey. Zaman milyarlarca yıldır bütün canlıların efen-
disiydi. Ta ki irade karşısına dikilene dek.”
Dur Bakalım, bilgeleri fikir alışverişine davet etti. Meslektaşlarının öfkesine
rağmen pek eğleniyormuş gibi bir hâli vardı. Ya da belki Idriss’in onları alt
etmesi hoşuna gitmişti.
Bu özel toplantının amacı Idriss’in bilgeliğini kabullenmek de olabilirdi.
Vinson yine Karla’ya baktı.
“Her hareketin zaman çizgisini etkiliyor, ahbap,” dedi Karla. “Onun için,
adımlarını dikkatli at.”
Dayanamayıp onu öptüm. İçinde bulunduğumuz ortam bunu kaldırmasa
da, bizi affedeceklerini umuyordum.
Bilgeler yeniden sırtlarını dikleştirirken Karla, “Bu en güzel ikinci randevu
muz,” dedi. Bu arada Huysuz söz aldı.
“Konumuzun dışına çıkıyoruz,” dedi. “Ben sizin taktiğinizi anladım, usta
yı. Kelime oyunlarıyla soruları çarpıtıyorsunuz. İzin verirseniz yine kutsal me
tinlere dönelim. Sizin iddia ettiğiniz gibi, insan ruhu insanlığımızın bir ifadesi
olsaydı, bütün kutsal metinlerde yazıldığı gibi, hepimizin hayatta payımıza dü
şeni yapması daha büyük bir önem kazanmaz mıydı?”
“Kesinlikle,” diye atıldı Hırslı, Idriss’e haddini bildirmek istercesine kü
çümseyici bir bakış fırlatarak. “Herhangi birimiz karma denen döngüden ve
kutsal görevlerimizden kaçabilir miyiz?”
“Eğer ilahi bir kaynak varsa, bizler aklımızla ona hizmet etmek zorundayız.
Diğer bir görevimiz de hep birlikte paylaştığımız insanlığa ve gezegenimize
hizmet etmek. Bunların ötesindeki her şey kişisel seçimlerimiz.”
“Her birimiz karmik bir görevle doğmadık mı?” diye üsteledi Hırslı.
“İnsanlık karmik bir görevle doğdu. Bütün insanlar da kendi karmik görev
leriyle doğar ve bu ortak görevin bir parçası olarak ona hizmet eder.”
Bilgeler birbirlerine baktı. Belki de Idriss’i dinlerin kaygan zeminine sürük
ledikleri için utanmışlardı.
“Sizinle konuşan bir Tanrı var mı?” diye sordu Dur Bakalım, yıllardır kır
mızı kehribar boncukları sayarak yaptığı mediyasyonlarda ağarttığı sakallarını
sıvazlayarak.
Idriss gülümsedi.
“Ne hoş bir soru. Koca evreni yaratan ve benimki gibi bütün zihinleri birbi
rine bağlayan ama aynı zamanda benimle özel olarak ilgilenip sohbet eden bir
tanrıdan mı söz ediyorsunuz?”
“Evet,” dedi yaşlı bilge.
Idriss kendi kendine güldü.
“Soruyu anlamadım,” diye fısıldadı Vinson.
“Tanrı sizinle konuşuyor mu?” diye tercüme etti Karla.
Vinson sırıttı. “Ah, anladım. Tanrı telefonlarınıza çıkıyor mu diye soruyor
yani.”
“Ben yaşadığım her dakika Tanrı’yı görüyorum,” dedi Idriss. “Her anımda
varlığını hissediyorum. Ama onunla sıradan bir dille konuştuğumu iddia ede
mem tabii. Bence neden bahsettiğimi gayet iyi anlarsınız, ulu bilge.”
“Evet, Idriss,” dedi kıkırdayarak. “Bize bununla ilgili bir örnek verebilir
misin lütfen?”
“Doğada huzuru bulduğunuz her an,” dedi Idriss, “Tanrıyla doğal bir bağ
kurarsınız. Onun için doğaya mümkün olduğunca yakın olun denir.”
“Mükemmel bir örnek,” dedi Dur Bakalım.
“Yeni bir arkadaşımın bana sevgiyle bakması için ona iyi niyetle yaklaşırken
de Tanrı’yla konuşurum,” dedi Idriss. “Kalpten bir meditasyon yaparken de.”
“Daha önce yeterince açık konuşmadın, Idriss. Bize hayatın anlamı ve ama
cı nedir söyler misin?”
“Daha önce de dediğim gibi, bunlardan sadece biri geçerli bir soru.”
“Bu konuya değindiğimiz doğru ama ben hâlâ bir şey anlamadım,” dedi
Huysuz dudaklarını bükerek.
“Herhangi bir şeyin anlamı hakkında soru soracak tam anlamıyla bilinç
li bir iradeye sahip olmadan o soru yalnızca anlamsız değil, aynı zamanda
imkânsız olur.”
“Ama şüphesiz, sizin bu kadar desteklediğiniz insan iradesi özünde anlamın
ta kendisi olamaz,” dedi Şüpheci kaşlarını çatarak.
“Tekrar ediyorum.
Do'stlaringiz bilan baham: |