YETMİŞ YEDİNCİ BÖLÜM
Y^tklımızda bir an önce yukarı çıkma fikriyle aşağı indiğimizde Ankit’le
Randall’ın kahkahalarını duyduk.
Bizimkiler duvar kenarındaki limuzinin arkasına boylu boyunca uzanmıştı.
Ortalarında Vinson oturuyordu. Naveen, Didier’yle öndeydi.
“Oh, keyfe bak,” dedi Karla. “Nasılsınız, beyler?”
“Karla!” diye bağırdı Didier. “Gelsenize!”
“Merhaba, Karla,” dedi diğerleri.
Karla arabanın açık arka kapısına yaslandı. “Neler oluyor burada?”
“Aramızda tatlı tatlı dertleşiyoruz,” dedi Didier. “Hepimiz terk edildik. Bak
bir daha böyle ağdalı bir ortam bulamazsın.”
“Terk mi edildiniz?” dedi Karla kaşlarını çatarak.
"Et du,
Didier?”
“Taj bu akşam ayrılmak istediğini söyledi,” diye inledi Didier.
“Meşhur heykeltıraşımız kalbindeki aşkı keskisiyle sıyırıp attı desene.”
“Bayan Diva da benden ayrıldı,” dedi Randall.
“Benden de,” dedi Naveen. “Bundan sonra sadece arkadaşmışız.”
“Ben aşkı hiç tatmadım,” dedi Ankit. “Arayışım hâlâ sürüyor ama o kadar
uzun yıllardır yalnızım ki, kaldırdığım her kadehte gözyaşlarını gizli.”
“Rannveig beni manastırdan kovdu,” dedi Vinson. “Tam onu buldum der
ken yeniden kaybettim. Bana orada bir ay birlikte kalmamızı teklif etti. Koca
bir ay. Hiç düşünmüyor, bu adamın işi ne olacak diye. Dökmediğim dil kalma
dı. Yine de kovdu beni. İyi ki bizim çocuklara rastladım.”
Kokteyl bardaklarında Ankit’in yatıştırıcı içkisinden içiyorlardı. Vinson şi
şesi kurukafa şeklinde bir nargileyi doldurmakla meşguldü. Kurukafanın için
de sedef bir yılan amblemi yüzüyordu.
Hazır olunca nargileyi bana verdi ama doğruca Karla’ya geçirdim.
“Belli ki bu iş uzayacak,” dedi Karla. “Yer açın, biz de geliyoruz.”
“Aramıza otur,” diye teklif etti Didier.
“Sen nereye oturmak istersin, Lin?” diye sordu Karla.
“Ben motoru sileceğim,” dedim. Karla’nın o ortamda benden daha çok eğ
leneceğini tahmin edebiliyordum. “Siz başlayın. Birazdan gelirim.”
Karla beni öptü. Naveen arabadan inip ona kapıyı tuttu. Karla, Didier’nin
yanma geçti ama yüzünü arkaya doğru dönüp sırtıyla torpido gözü arasına
küçük bir yastık koydu.
Naveen bana sırıtıp limuzine bindi ve kapıyı kapadı. Randall, Jaswant’ın
dolabındaki ışıldakların bir benzerini yaktı ve Karla’ya Ankit’in kokteyllerin
den bir bardak verdi. Karla içkisini şerefe kaldırdı.
“Beyler,” dedi. “Kayıp Sevgililer Bürosu’na içiyorum.”
“Kayıp Sevgililer Bürosuna!” diye bağırdılar.
O sırada Oleg göründü. Suratına yapışan gülümsemesi bu gece pek bir
zorakiydi nedense. Ama arabadaki eğlenceyi görünce gözleri parladı.
“Kruto!
Seni gördüğüme sevindim, Lin.”
“Kaç gündür ne cehennemdesin?”
“Kızlarlaydım. O Divalar iliğimi kemiğimi sömürdü ve beni kullanılmış bir
mendil gibi bir köşeye fırlattılar. Berbatım.”
“Tam yerine geldin.”
Arabayı gösterdi. “Bir şeyi mi kutluyoruz?”
“Yok canım. Yıllık kayıp aşklar toplantısı sadece. Dayanamayıp sensiz baş
ladılar.”
Arabadaki tayfa daha fazla konuşmamıza izin vermedi. Oleg’i kolundan tu
tup arka koltuğa çektiler. Oleg Randall’ın yanına çöktüğünde eline bir kokteyl
tutuşturmuşlardı bile.
Arka sokaktan en hızlı çıkabileceğim noktaya park ettiğim motorumun ya
nına gittim. Koltuğun altından bezleri aldım ve onu şefkatle, âdeta okşarcasına
temizledim.
Karla ardı ardına kahkahalar patlatırken ve Didier cıyaklarken motorumla
konuşup onu yalnız olmadığına ikna etmeye çalıştım.
Madam Zhou konusu kafamı kurcalıyordu. Onu iyi tanıdığım söyle
nemezdi. İkizleri ya da başka birini sever miydi bilmiyordum. Ama yıllardır
ikizlerle yediği içtiği ayrı gitmiyordu. Dolayısıyla onların intikamlarını almak
isteyebileceğini tahmin ediyordum. Bir öfke tehlikeli de olabilir, tehlikesiz de.
Madam Zhou’nunki hangisiydi öğrenmem lazımdı. İşin kötüsü, Karlanın şu
anda kahkahalar attığı yer tam da Madam Zhou’nun bir anda karşımda beli-
riverdiği noktaydı. Şafağın sökmesine bir saat vardı. Kutsal güneşin şimdilik o
vampiri bizden uzak tutacağına güveniyordum. Temizlikten pırıl pırıl parlayan
motoruma oturup bir esrarlı sigara içtim. Bir yandan da sokağın iki çıkışım
gözlüyordum.
Benim için düşünceler ve endişelerle geçen dakikalardan sonra, limuzinin
kapısı açıldı. Naveen abartılı bir kibarlıkla arabadan inip kapıyı tuttu.
Karla arabadan inerken enerjikti ama sonra yavaşladı.
Naveen bağırarak Karla’ya iyi geceler diledi. Limuzinin arkasındakiler de
ona katıldı. Randall arka camın jaluzilerini açtı.
“Günün ışımasını beklesem dert eder misin?” diye sordum Karla’ya.
“Hayır.” Yanıma oturdu. “Nöbet tutuyorsun, değil mi?”
“Madam Zhou beni tedirgin ediyor. Biliyorsun, ikizlere bağlıydı.”
“Yakında o da belasını bulacak. Mavi Hijab kolunu kanadını kırdı zaten.
Karma kuş tüyü değil, çekiçtir.”
“Seni seviyorum,” dedim şafağın solgun ışığının vurduğu yüzüne bakıp.
Onu öpmek istiyordum ama bunun düşüncesi bile o kadar hoşuma gitmişti ki
bir türlü harekete geçemiyordum. “Bizimkiler nasıl?” diye sordum.
“Bir sonraki özlü sözler yarışmasına bol bol malzeme topladım. Tıpkı er
keklerin özgüvensizliğinin akupunktur haritasını çıkarmak gibiydi.”
“Bir girizgâh yap.”
“Hayatta olmaz,” dedi gülerek. “Daha cilalama faslı var.”
“Bir tanecik.”
“Hayır.”
“Ya bir tanecik.”
“Peki peki. Erkekler sırlara sarılı dilekler, kadınlar dileklere sarılı sırlardır.”
“Güzel.”
“Sevdin mi?”
“Çok.”
“Erkeklerin hediye paketlerini açmasını izlemek acayip eğlenceliydi. Tabii
Didier dışında yine hiçbiri tam anlamıyla samimi değildi.”
“Ankit’e Mavi Hijab’ın gittiğini söyledin mi?”
Gülümsedi. “Evet. Ortamın genel kasvet havasında hiç sırıtmadı. Ankit
kaderine hemen razı oldu.”
“İyi bari.”
“Ona iş teklif ettim. Sıcak baktı.”
“Akıllı adam. Sen de jet gibisin. Başka neleri hızlı yaparsınız, Madam
Karla?”
Gün doğmuştu. Limuzindekileri kendi hâllerine bırakıp çadıra gitmek iste
dim ama Karla beni durdurdu.
“Benimle bir şey yapmanı istesem?”
“Lafı ağzımdan aldın,” dedim sırıtarak.
“Hayır. Ben birlikte bir yere gitmekten bahsediyorum.”
“Tamam. Çadırına gideceğiz ya işte.”
“Yok. Çadırdan sonra.”
Güldüm. “Tabii.” O sırada karanlık limuzinin arkasından bir kahkaha gel
di. “Ama bir şartla. Benim karakterlerimi çalmaya bir son vereceksin.”
“Karakterlerin mi?”
“Ankit, Randall, Naveen...” Anlayacağını bildiğim için gülümseyerek
sustum.
Güldü.
“Sakın unutma. Sen de benim karakterlerimden birisin.”
“Madem bu hikâyeyi sen yazıyorsun,” dedim, “seninle nereye gitmeyi kabul
edeceğimi de sen söyle.”
“Dağa,” dedi. “Idriss’i görmeye.”
“Olur. Hafta sonuna birleştirip bir iki gün kalırız.”
“Ben daha uzun düşünmüştüm.”
“Ne kadar?”
“Yağmurlar başlayana kadar,” dedi usulca. “Hatta belki dinmesini bile bek
leriz.”
İki ay mı?
Özellikle de karaborsa işinde bu hiç kolay değildi.
Tanıdığım bir çocuk vardı. Jagat adında genç bir asker. Vishnu’nun te
mizlik operasyonundan nasibini alanlardandı. Kendisi Hindu’ydu ama
Müslümanların inançları yüzünden dışlanmasına karşı çıkmıştı. Bir Hindu
olduğu için Vishnu ona zarar veremezdi ama Jagat’ı Müslümanlarla birlikte
şirketten atmakta sakınca görmemişti.
Jagat becerikli bir çocuktu. 307 Şirketiyle bağlantılarını koparmamıştı.
Ben uzaktayken işlerimi yürütebilirdi.
Biraz ara vermem belki bana da iyi gelirdi. Bu arada Şirket’in kara koyunu,
efendisiz kalmış savaşçı Jagat da bankalarımla ilişkilerimi sağlam tutmaya de
vam ederdi. Gerçi uzun seyahatimden dönüp de bizim savaşçının tarihe karış
tığını öğrenmek de vardı.
Yine de, “Olur elbette,” dedim. “Seninle her yere gelirim. Ama sen işlerini
o kadar uzun bırakabilecek misin?”
“Ranjit’in hisselerini en sevmediği kız kardeşine devrettim,” dedi yürümeye
başladığımızda koluma girerek. “Galerideki hisselerimi de Taj’la diğerlerine pay
ettim. Ranjit’ten bana kalabilecek bütün mirasın en sevmediği erkek kardeşine
verilmesiyle ilgili belgeleri de imzaladım. Ranjit’in şoförüne Ranjit’in arabasına
sahte bir bomba koyması için o para vermiş. Bana makul bir seçim gibi geldi.”
“Ranjit’in likit varlıklarının tamamından kurtuldun, ha?”
“Yok. Birazını bıraktım. Ara sıra kendimi vaftiz etmek için.”
“Gerçekten dağda birkaç ay kalmak istiyor musun?”
“Evet. Yukarıdaki şartların kolay olmadığını biliyorum. Hem burada
bir işin var. Ama dinlenmek ve yeni fikirler üretmek ikimize de iyi gelecek.
Hayaletlerimden arınıp seninle temiz bir sayfa açmak istiyorum. Yapabilir mi
yiz dersin?”
Ben doğayı seven ama şehirdeki konforumdan da vazgeçemeyen bir şehir
çocuğuyum. Kalabalık bir grubun içinde yaşamak, soğuk suyla yıkanmak ve
geceleri incecik bir döşekte uyumak ilk tercihim değildi elbette. Ama Karla’nın
istediği buydu. Şehir çatışmalardan ve sokağa çıkma yasağından sonra hâlâ
gergindi. Henüz o yarı tuhaf dinginliğine kavuşamamıştı. Belki de buradan
uzaklaşmak için en doğru zamandı.
“Tamam,” dedim onu gülümseterek. “Bakalım dağ bu sefer bize neler öğ
retecek?”
Do'stlaringiz bilan baham: |