S h a n t a r a m



Download 7,58 Mb.
Pdf ko'rish
bet78/190
Sana22.07.2022
Hajmi7,58 Mb.
#838043
1   ...   74   75   76   77   78   79   80   81   ...   190
Bog'liq
Dağ gölgesi

pekâlâ, hadi
bitirelim şu işi,
der ve başlarsınız.
Işığı kapadım ve tekrar güverteye çıktım.
İnsanlar merdivenlerin önünde kuyruğa girmişti. İkinci kaptan fısıldayarak 
bir şeyler söylediğinde sıraların en önündekiler merdivenlerden inmeye başladı.
Ben de bir kuyruğa girdim. Bir tayfa herkese can yelekleri dağıtıyor ve nasıl 
giyeceklerini gösteriyordu.
Mehmu onun yanındaydı.


338 ■ Gregory David Roberts
Tayfa bana yeleğimi giydirdiğinde Mehmu, “Benimkini de al,” dedi.
Göz göze geldik. Denize düşersem yirmi kiloluk altınla tek bir can yeleği­
nin yetmeyeceğini biliyordu tabii.
Tayfa bana ikinci yeleği verdi. Sonra elime küçük, metal bir cisim tutuştu­
rup ilerlememi söyledi.
“Bu ne?” diye sordum Mehmu’ya.
“Bir çınçın.”
İki parça tenekeden yapılan bir oyuncaktı. Parçaları birbirine bastırdığında 
çıngır çıngır ses çıkarıyordu. Denedim.
Çın-çınnn.
“Suda olduğun yerde kal,” dedi Mehmu. “Ötekilerden ayrılma.”
“Ötekiler mi?”
“Sandallar gemiye geri dönecek ve gemi etrafınızda turlamaya devam ede­
cek. O sırada bu çınçınlarla iletişim kuracağız.”
“Nasıl yani?”
“Bir şey gördüğünde ya da duyduğunda bununla yerini bildirebilirsin. 
Çoğu kaybetmemek için ağzında taşıyor bunları.”
Minik aleti dişlerinin arasına sıkıştırdı. Benimki pembe bir yusufçuk şek­
lindeydi. Mehmu ağzında pembe bir yusufçukla bana bakıyor ve beni denize 
yolluyordu.
“Bir filmde vardı,” dedi yusufçuğu bana vererek. 
“En Uzun Savaş
mıydı?”
“En Uzun Gün''
“Tamam, o. Seyretmiş miydin?”
“Evet. Sen?”
“Hayır. Neden?”
“Bence bir bakmalısın. Her şey için teşekkürler, Mehmu. Gemilerden hoş- 
lanmasam da, seninle yolculuk etmek güzeldi.”
“Bence de. Olur da, otuz yaşlarında, bir altmış beş boylarında, açık mavi bir 
hijab giyen, etine dolgun bir kadına rastlarsan sakın ona tabancayı gösterme.” 
“Neden? Silahı ondan mı çaldın?”
“Sayılır.”
“Dostun muydu, düşmanın mı?”
“Fark eder mi?”
“Hem de nasıl.”
“İkisi de. Kendisi benim karım olur.”
“Karın mı?”
“Evet.”
“Onu seviyor musun?”
“Deli gibi.”
“Ona tabancayı gösterirsem ne olur ki?”
“Seni vurur. Olur böyle şeyler. Hem de sık sık. Beni bir kere vurdu. Karım 
tam bir savaşçıdır.”
“Pekâlâ. Etine dolgun, otuzlu yaşlarda, bir altmış beş boylarında, mavi hi- 
jablı. Doğru mu?”
“Evet. Aslında yoldaşlar arasındaki adı da bu.”
“Ne?”
“Mavi Hijab.”
“Adı Mavi Hijab mı?”
“Evet.”
“Bilgilendirdiğin için sağ ol.”
“Herkesi uyarırım. Benim karım tehlikeli kadındır. Ama onu ölümüne se­
viyorum.”
“Anladım.”
“Unutma, kıyıya ulaşmak için tek bir kural var. Botta biri yerine göz dikerse 
onu denize at.”
“Oluyor mu böyle şeyler?”
“Her zaman, yoldaş.”
“Hey, sen!” diye bağırdı ikinci kaptan bana.
Parmaklılara yaklaştım, ayağımı diğer tarafa aşırtıp halat merdivenden in­
meye başladım.
Bu iş düşündüğümden daha zordu. Merdiven denizin üzerinden sağa sola 
savruluyor, halatların kıymıkları avuçlarıma batıyordu. Sonra hiç beklemedi­
ğim bir anda öne doğru savruldum ve parmaklarım geminin gövdesine çarptı.
Son basamakta bizi bekleyen kayıklara baktım. Bir balinanın etrafında do­
lanan minik balıkları andırıyorlardı.
Üçü de motorlu balıkçı sandallarıydı. Gemideki cankurtaran kayıklarına 
benziyorlardı. Hâlâ açık denizdeydik ve merdivenden atladığım sandal şimdi­
den ana baba günüydü. Hiç de güvenli görünmüyordu. Sonra sandalın kabur­
galarına sürülen balık yağı kokusunu aldım ve üzerime bir cesaret geldi. 
Balıkçılar denizi iyi bilir,
diye düşündüm.
Dost eller bana uzandı. Bohçaların ve ayakların üzerine basarak ilerledim. 
Dost eller bu sefer de yerime oturmama yardım etti. Ağırlığı dengelemeye çalı­
şıyorlardı. Yirmi üç kişi saydım. Gemi mürettebatı bize el sallayıp merdivenleri 
çekti. Arkada ayakta duran bir adam gemiyi eliyle iterek bizi ondan uzaklaştırdı.


Motor ses geçirmez bir kutudaydı. Dolayısıyla belli belirsiz bir uğultu dı­
şında çıt çıkmıyordu.
Sonra bir çınlama geldi.
Karanlıkta yakınlardaki sandallardan biri, bize işaret veriyordu. Çın çın. 
Başka biri de ona aynı şekilde karşılık verdi. Çın çın.
“Savaşla barış arasındaki fark ne biliyor musun?” diye fısıldadı yanımdaki 
adam muzip bir sesle.
“Siz söyleyin,” dedim.
“Barışta bir kişiyi kurtarmak için yirmi kişiyi feda edersin. Ama savaşta 
yirmi kişiyi kurtarmak için bir kişiyi feda edersin.”
Gülümsedim. “İyi denemeydi.”
“Katılmıyor musun?”
“Rakamlar için fedakârlık yapılmaz. Sevgi için yapılır. Ya da yaşadığın top­
raklar için.”
“Bu savaştaki rakamlar bir fark yaratacak kadar yüksek ama.”
“Savaş ve barıştan söz ediyordunuz.”
“Ve?”
“Savaşlar başkalarının kanıyla beslenir. Barışın kanı ise kendi bedenindedir. 
Ait olduğu yerde. Gördüğüm kadarıyla aralarındaki en büyük fark bu. Savaş 
binaları yıkar, barış onları yeniden inşa eder.”
Dudaklarını aralamadan gülümsedi.
“Bağlantın benim,” dedi.
“Öyle mi?”
“Sandalla geldim. Gideceğin yere ulaşmanı ben sağlayacağım.”
Benden biraz gençti. Kısa boylu ve zayıftı. Ona nice öpücükler kazandıran 
ve belki de bunun bedelini tokatlarla ödeten, küstah bir gülümsemesi vardı. 
“Tanıştığımıza memnun oldum. Kıyıya ne kadar var?”
“Çok değil.”
Bana plastik bir sürahi verdi ve ara sıra dalgalarla sandala dolan suyu bo­
şaltmaya başladı. Ben de ona katıldım. Sandaldaki herkes aynı şeyi yapıyordu. 
Kayıkçı bizi gülümseyerek izliyordu.
Çın çın.
Tilki uykusundaki deniz, altımızda omuzlarını çevirdikçe akıntıda savrulu­
yorduk. Kayığa su doluyor ve hepimiz tuza bulanıyorduk. Çın çın.
Nihayet kıyıya vardığımızda belimize kadar gelen suya atladık. Kayıklar 
hemen açıldı. Hep birlikte ağaçlara koştuk. Ağaçların kıyısından denize doğru 
baktım. Bizden daha yavaş erkek ve kadınlar kumlara bata çıka koşuyordu.


Uzun ve güneşli bir günde, kumlarda yarışmak keyifli olurdu belki ama bugün 
değil.
Gemiye dair hiçbir iz yoktu. Yıldızların ışığı kıyıyı aydınlatıyordu.
Demin konuştuğum adam bana az ileriden el salladı. Yanına gittim ve or­
manın derinliklerine doğru ilerledik. Bir süre sonra durup kulak kesildi.
“Adın ne?” diye fısıldadım bizi kimsenin takip etmediğinden emin oldu­
ğumuzda.
“Burada isimler yoktur, dostum,” dedi. “Ne kadar az şey bilirsen o kadar iyi. 
Gerçek pek tatlıdır, biri onu senden zorla almaya kalkışmadıkça, işte o zaman 
apacı olur. Devam edelim mi?”
«'T' 
»
lamam.
“Anayolda güneye giden bir kamyon var. Bizi bekleyecek ama orada çok 
oyalanamaz. Sandallar biraz geç kaldı. Daha geçecek bir sürü ülkemiz var ve 
vaktimiz dar.”
Çalılıkların arasına daldık ve dakikalar sonra, kıyıya paralel ilerleyen bir 
ormanda koşuyorduk. Ara sıra ağaçların arasından dev bir dalgadan geriye ka­
lan sular atlıyordu önümüze. Ama bir süre sonra deniz sesini bile duyamaya­
cağımız kadar uzakta kaldı. Tuz kokusu, yerini ormanın neminin ve bitkilerin 
keskin rayihasına bıraktı.
Adını bilmediğim bağlantım önde, ben arkada fil kulakları kadar iri yap­
rakların arasından geçip dar bir patikaya çıktık, ilk bakışta fark edilmiyordu 
ama bastığımız toprak bitkilerden temizlenmişti.
Kılavuzumuz yıldızlar değildi. Gökyüzü kapkaranlıktı zira. Ama yanımdaki 
adam ormanın her bir köşesini o kadar iyi ezberlemişti ki, bir an bile bocala­
mıyordu.
Onu iki kere kaybettim, ikisinde de durup ayak seslerini dinledim ama 
omzuma dokunana kadar hiçbir şey duyamadım.
Sırt çantam ve yeleğimle otuz beş kiloluk bir yük taşıyordum. Ama derdim 
ağırlık değildi. Yeleği sağa sola kaymaması için düzeltmeye çalıştığım sırada 
kazara tabletleri yerinden oynatmıştım. Şimdi her nefesim bir mücadeleydi.
Nihayet çalılıkların arasından anayola çıktık.
“Geç kaldık,” dedi yol arkadaşım saatine bakarak. “Kestirmeden gideceğiz. 
Bir ışık görürsen ormana dal. Bana güven ve sakın ortaya çıkma. Anladın mı?”
“Evet,” diye homurdandım.
“Yeleğini ver istersen. Biraz ben taşıyayım.”
“Yok. İyiyim.”
“Bari çantanı alayım,” diye fısıldadı.


Çantayı minnetle sırtımdan çıkarıp ona uzattım.
“Tamam. Koşalım hadi,” dedi.
Anayola paralel ilerleyen bir yan yolda koşmaya başladık. Etraf o kadar ses­
sizdi ki, ara sıra bir hayvan sesi ya da bir kuş çığlığıyla korkuyla irkiliyordum. 
Yeleğim ciğerlerimi sıkıyordu sanki. Hatta bir ara tıkandığımı hissettim.
Nijeryalı bir silah kaçakçısı bir keresinde bana şöyle demişti: 

Download 7,58 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   74   75   76   77   78   79   80   81   ...   190




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©hozir.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling

kiriting | ro'yxatdan o'tish
    Bosh sahifa
юртда тантана
Боғда битган
Бугун юртда
Эшитганлар жилманглар
Эшитмадим деманглар
битган бодомлар
Yangiariq tumani
qitish marakazi
Raqamli texnologiyalar
ilishida muhokamadan
tasdiqqa tavsiya
tavsiya etilgan
iqtisodiyot kafedrasi
steiermarkischen landesregierung
asarlaringizni yuboring
o'zingizning asarlaringizni
Iltimos faqat
faqat o'zingizning
steierm rkischen
landesregierung fachabteilung
rkischen landesregierung
hamshira loyihasi
loyihasi mavsum
faolyatining oqibatlari
asosiy adabiyotlar
fakulteti ahborot
ahborot havfsizligi
havfsizligi kafedrasi
fanidan bo’yicha
fakulteti iqtisodiyot
boshqaruv fakulteti
chiqarishda boshqaruv
ishlab chiqarishda
iqtisodiyot fakultet
multiservis tarmoqlari
fanidan asosiy
Uzbek fanidan
mavzulari potok
asosidagi multiservis
'aliyyil a'ziym
billahil 'aliyyil
illaa billahil
quvvata illaa
falah' deganida
Kompyuter savodxonligi
bo’yicha mustaqil
'alal falah'
Hayya 'alal
'alas soloh
Hayya 'alas
mavsum boyicha


yuklab olish