248
bahçede tenha köşelerde, düşüne düşüne dolaştığını görürdüm.
Derslerinde de dalgın ve mahzundu.
Yüzünü yakından gördüğüm vakit, çocuğun büyük bir teessür
içinde olduğunu anladım. Yüzünde bir damla kan kalmamıştı.
Karşımızda başını eğerek dudakları sararıyor, gözkapakları
hemen
titriyor denecek suretle açılıp kapanıyordu:
-Cemile, o mektubu bana ver!
Muavin, hırçın bir sabırsızlıkla ayağını yere vurdu:
-Haydi, ne bekliyorsun?
-Niçin, Muavin Hanım, niçin?
Bu “niçin” sözünde, bu küçük kelimede meyus bir isyan vardı.
Muavin, sert bir hareketle elini uzattı, kızın bileğini hırpalayarak
mektubu kaptı.
-Haydi, şimdi yerine git!
Şehnaz Hanım, zarfın üzerine göz gezdirirken hafifçe kaşlarını
çatıyordu. Fakat, çabucak kendini topladı. Derin sükûnete rağmen
heyecan içinde olduğu hissedilen sınıfa hitâb ile;
-Mektup, Cemile’nin Suriye’deki biraderinden... Yalnız hemen
bana itaat etmediği için yarına kadar ona vermeyeceğim, dedi.
Talebeler, tekrar başlarını kitaplarının üzerine eğdiler. Muavin ile
beraber dışarı çıkarken sınıfa bir göz gezdirdim. Arka sıralarda birkaç
genç kız, baş başa vermiş, bir şeyler fısıldaşıyorlardı. Cemile’ye gelince,
başını sıranın üstüne saklamış, omuzları hafif sarsıntılarla titriyordu.
Koridora giderken muavine:
-Cezanız pek ağır oldu, dedim. Yarına kadar nasıl bekleyecek, kim
bilir, ne kadar sabırsızlık içindedir?
-Merak etme kızım. O, mektubu hiçbir zaman okuyamayacağını
anladı.
-Nasıl, Muavine Hanım, kardeşinden
gelen bu mektubu ona
vermeyecek misiniz?
downloaded from KitabYurdu.org
249
-Hayır, kızım.
-Niçin?
-Çünkü kardeşinden gelmiyor.
Muavin, sesini daha ziyade alçaltarak devam etti:
-Bu Cemile, epeyce zengin bir adamın kızıdır. Bu sene genç bir
mülazımı sevdi. Babası, mümkün değil, razı olmuyor. Gerek evde, gerek
mektepte bu kız, göz hapsindedir. Mülazımı Bandırma’ya gönderdiler.
Biz, bu çocuğu yavaş yavaş tedaviye çalışıyoruz. Halbuki o, ikide birde
biçarenin yarasını tazeliyor. Bu, üçüncü mektuptur ki elime geçti.
Konuşa konuşa muavinin odasına gitmiştik. Şehnaz Hanım hırçın
bir hareketle bu mektubu buruşturdu, sobanın kapağını kaldırarak içine
attı.
Vakit gece yarısına yaklaşıyordu. Ben hâlâ nöbetçi muallimler
odasındaki yatağımda uyuyamıyordum. Nihayet, kararımı verdim.
Koridorda dolaşan nöbetçi hademeyi bir bahane ile aşağı göndererek
muavinin boş odasına girdim. Perdeleri açık kalmış
bir pencereden
odaya soluk bir mehtap aydınlığı vurmuştu. Bir gece hırsızı gibi
titreyerek sobanın kapağını açtım. Yırtılmış, buruşturulmuş kâğıt
yığınları içinde Cemile’nin zavallı mektubunu bulup çıkardım.
Nöbet gecelerimde herkes uyuduktan sonra boş koridorlarda,
sessiz, karanlık yatakhanelerde dolaşmak çok hoşlandığım bir şeydi.
Burada üstü açılmış bir küçük kızı örterim, ötede yatağında öksüren
minimini bir hastanın yorganını düzeltirim, ateşli başına yavaşça elimi
koyarım, daha ileride kumral bir saç kümesinin içinde bir genç kız
uyuyordur, yarı açık ince dudaklarıyla hangi ümide gülümsediğini kendi
kendime sorarım.
Bu birçok genç kızın uyuduğu loş, sessiz yatakhanelere ağır bir
rüya bulutu çökmüş gibidir. Bu havayı dağıtmamak, biçareleri, er geç
kaybedecekleri bu rüyadan uyandırmamak için ayaklarımın ucuna basa
basa, yüreğim titreyerek yürürüm.
downloaded from KitabYurdu.org
250
O gece, Cemile’nin karyolasını bulduğum vakit biçare, yeni
uyumuştu. Bunu, kirpiklerinde daha kurumamış gözyaşı damlalarından
anladım.
Yavaşça üzerine eğildim:
-Bahtiyar küçük kız, mektep önlüğünün cebinde sevdiğinden gelen
mektubu bulduğun zaman,
kim bilir, ne kadar sevineceksin? Bu
kaybolmuş şeyi hangi görünmez gece perisinin oraya getirip bıraktığını
kendi kendine soracaksın. Cemile, o, bir peri değil, sadece bir biçaredir,
nefret ettiği insandan gelebilecek mektupları daima kalbinin bir
parçasıyla beraber yakmaya mahkûm bir talihsiz...
Do'stlaringiz bilan baham: