B...7 Nisan
En büyük bir emelime daha kavuştum. Dünden beri güzel, küçük,
temiz bir evim var; bunu bana, Allah razı olsun Hacı Kalfa buldu. Kendi
evine iki üç dakikalık mesafede, aynı semtin kenarında üç odalı,
minimini, bahçeli, şirin bir evceğiz. Daha iyisi, bunu bana içinin
eşyalarıyla beraber kiraladılar.
Munise de, ben de dün çok neşeliydik. Sözde biraz temizlik
yapacak, eşyayı düzeltecektik. Ne gezer? Gülmekten, birbirimizi
kovalamaktan, alt alta, üst üste boğuşmaktan göz açamadık ki...
Hele biçare Munise, gözlerine inanamıyor, kendisini saraya girmiş
zannediyor. Sadece Mazlum -Çoban Mehmet’in verdiği keçinin ismini
Mazlum koyduk- bizi epeyce korkuttu. Bu yaramaz, açık kalan mutfak
downloaded from KitabYurdu.org
244
kapısından bahçeye, oradan dereye inen bayıra kaçmış, aşağısı minare
boyu var. Allah esirgesin, hafifçe ayağı kaysa doğru dereye düşecek.
Hoş, bu şeytan mahluklar ayaklarını basacakları yeri benden iyi bilirler
ya. Neyse, içeri alıncaya kadar epeyce yürek üzüntüsü çektik.
Evet, evimizden çok memnunuz. Munise, taşlıktaki mavi çinilere
ayağını sürüyor duvardaki çiçek resimlerini elleriyle seviyor.
Yalnız akşamüstleri ortalık kararırken biraz mahzun oluyoruz.
Komşu evlere, ellerinde mendillerle babalar, kardeşler geliyor. Bizim
kapımızı bu saatlerde hiç kimse çalmayacak; bu daima böyle olacak.
Bu memleketin, öyle güzel bir baharı var ki.. Her taraf yemyeşil.
Bahçemde renk renk çiçekler açıyor, odamın pencerelerine sarmaşıklar
tırmanıyor. Hele bahçemizin önündeki dik bayır, adeta bir zümrüt
çağlayanı Bu dalgalı yeşillik içinde gelincikler, taze yaralar gibi kanıyor.
Bütün boş günlerimi bu bahçede Munise ile koşmaca oynamak, ip
atlamakla geçiriyorum Yorulduğumuz vakit ben, resim yapmaya
başlıyorum; Munise, keçisiyle beraber çimenlerin üstüne uzanıyor.
Resim merakı bende yeniden uyandı. Birkaç günden ben Munise’nin
suluboya bir resmiyle uğraşıyordum. Yaramaz kız uslu dursa çabucak
bitecek, fakat pozdan pek sıkılıyor. Başında kır çiçeklerinden bir
çelenkle, çıplak kollarında keçisiyle karşımda oturmak ona pek güç
geliyor
Ara sıra Mazlum, hırçınlık etmeye, uzun ince bacaklarıyla
debelenmeye başlıyor. O vakit Munise: “Abacığım, vallahi ben durmak
istiyorum ama, Mazlum durmuyor. Ne yapayım?” diye kaçıyor. Bazı
kızıyorum, parmağımla onu tehdit ederek:
-Ben, senin şeytanlığını anlamıyor muyum sanıyorsun? Sen
hayvanı mahsus gıdıklıyorsun, diyorum
Mektepteki derslerim galiba fena gitmiyor. Müdür Efendi benden
çok memnun. Yalnız, gülmeyi fazla sevdiğim için ara sıra darılıyor:
“Kalpatanı sana da getiririm ha!” diyor. Ben, yalandan surat ediyorum:
downloaded from KitabYurdu.org
245
“Ne yapayım, Hoca Efendi? Üst dudağım bir parça kısa da ciddi
durduğum vakit bile gülüyorum sanıyorsunuz!” diyorum.
Şeyh Yusuf Efendi ile ahbaplığımız çok ilerledi. Bu nazik mahzun
hastaya bayılıyorum. Sesinin o gizli şikayetiyle öyle güzel, ince şeyler
söylüyor ki... On gün evvel tuhaf bir vaka geçti: Mektebin kullanılmayan
eşya ile dolu metruk bir salonu var. O gün, bir ders levhası almak için o
salona girmiştim. Panjurlar kapalı olduğundan buraya adeta bir akşam
karanlığı basmıştı. Etrafıma bakınırken, köşelerden birinde gözüme,
toza, toprağa bulanmış bir eski org ilişti, birdenbire gönlümde tatlı ve
mahzun bir ihtizaz uyandı. Çocukluğumun mesut günleri bir orgun
çaldığı ağır, derin ilahiler içinde geçmişti. Unutulmuş bir dost mezarına
yaklaşır gibi titreye titreye onun yanına gittim. Bu salona ne yapmaya
geldiğimi, nerede olduğumu unutmuştum. Yavaşça ayağımı bastım,
tuşlardan birine parmağımı koydum. Org, yaralı bir gönülden gelir gibi
ağır, derin bir ses verdi. Ah, bu ses!
Ne yaptığımı düşünmeden bir sandalye çektim Orgun önünde
oturdum; yavaş olarak sevdiğim cantique’lerden birini çalmaya
başladım.
Org inledikçe yavaş yavaş kendimi kaybediyor, ağır bir rüya içine
gömülmeye başlıyordum. Mektebimin loş koridorları gözlerimin önünde
açılıyor, siyah önlüklü, kesik saçlı arkadaşlarım, kafile kafile bu
dehlizden geçiyordu. Ne vakitten beri burada olduğumu, neler çaldığımı
bilmiyordum. Eski günlerimin eski rüyasına tamamıyla kendimi terk
etmiştim.
Arkamda derin bir ah, yapraklar içinden rüzgâr geçmesine benzer
bir ses işittim. Hafifçe titreyerek başımı çevirdim. Karanlıkta gözüme
Şeyh Yusuf Efendi’nin sarışın siması göründü. Kırık bir dolaba
dayanmış, boynunu bükmüş, mavi gözlerinde ağır bir melâl ile beni
dinliyordu.
-Devam et yavrum, devam et, rica ederim, dedi.
downloaded from KitabYurdu.org
246
Cevap vermedim. Orgun üzerine başımı daha ziyade eğerek
gözlerimden akan yaşlar kuruyuncaya kadar çaldım. Sonra göğsümde
tutuk nefeslerle yorgun, bitkin bir halde durdum.
-Sizde ne derin bir istidad-ı musiki, ne hassas bir kalp varmış
Feride Hanım! Bir çocuk ruhunun bu engin hüznü nasıl bildiğine
mütehayyirim.
Ben, lakayt görünmeye çalışarak cevap verdim:
-Bunlar, cantique denilen bir nevi ilahilerdir ki, esasen böyle yanık
şeylerdir efendim. Hüzün bende değil, onlarda.
Yusuf Efendi, bu sözlerime inanmadı. Hafifçe başını sallayarak:
-Kendime bir üstad-ı sanat diyemem, fakat bir musiki parçasındaki
meziyetlerden hangisinin bestekâra, hangisinin musikişinasa ait
olduğunu tefrikte yanılmam. Sesler gibi parmakların da bazı ihtizazları
vardır ki, ancak bir hassas kalbin melâlinden akar. Bu cantique dediğiniz
ilahilerden bazılarının notasını bana İhsan edebilir misiniz?
-Bunlar kulaktan kapma şeyler efendim, notalarını ne bileyim.
-Beis yok. Bir gün, bir müsait vaktinizde siz orgda tekrar onları
lütfederseniz, bendeniz de defterime zapt ederim. Geçenlerde vefat eden
bir ihtiyar rahibin terekesinden bendeniz de bir org almıştım. Musiki
aletlerine merakım var da efendim. Ben de hanede bir köşeye koydum.
Bu parçaları çalmak isterim.
Konuşa konuşa salondan çıkmıştık. Ayrılacağımız vakit, Şeyh
Efendi, bana bir vaatte bulundu:
-Samimi bir melâl mahsulü olan bazı parçalarım var ki, kimseye
çalmadım. Anlamayacaklarından emindim. Onları inşallah bir gün size
çalarım, olmaz mı küçükhanım?
İşte bu vaka, Şeyh Efendi ile olan ahbaplığımızı bir kat daha
artırdı. Vaat ettiği parçaları daha dinlemedim, fakat pek güzel şeyler
olacağını tahmin ediyordum. Çünkü bu hasta ve hassas Şeyh, alelade bir
tahta parçasına dokunsa, onu feryada getirecek sanıyorum. Birkaç gün
downloaded from KitabYurdu.org
247
evvel çocuklardan biri satın almak istediği udu muayene ettirmeye
getirmişti. Parmaklarının ucuyla tellere şöyle birkaç defa dokunacak
olduydu, öyle sandım ki, bu ince parmaklarla uda değil, gönlümün içine
dokunuyor.
Do'stlaringiz bilan baham: |