Filmi bir
testosteron terörü
olarak yorumlayan
Kavita yine de onu ikinci
seyretmemiz için ısrar etti. Ama bu sefer sesi kısıp replikleri sırayla biz söyl
e
.
yecektik.
Filmi tekrar oynattık ve gülmekten yerlere yattık.
Kavita’nın uydurduğu repliklerle rolümü oynayarak güzelim filmi mahvet
tim. Ama karanlık odada, kaçaklar treninin ışığı sırıtan suratlarımıza vurdu
ğunda, bu uzun günün ilk siyah saatlerinden başka yüz ve görüntüler zihnime
üşüştü.
Lisa yeni bir film açıyordu ki, ayaklandım. Anahtarlarımı ve iki bıçağımı
aldım.
“Nereye?” diye sordu Lisa. Kanepede Kavita’ya sokulmuştu.
“Bir işim var,” dedim. Eğilip onu yanağından öptüm.
“Ne işiymiş bu?” diye üsteledi. “Şurada ağız tadıyla bir film izleyelim dedik
hemen su koyuverdin. Bu seferkini ben seçtim. Ben senin testosteron terörünü
seyrettim. Sen de benim östrojen patlamamı seyredeceksin ki ödeşeceğiz.”
“Bırak gitsin,” dedi Kavita ona biraz daha sokularak. “Biz de kız gecesi
yaparız.”
Salonun kapısında dönüp son kez onlara baktım.
“Bu gece dönmezsem hemen eşyalarımı dağıtmaya başlama,” dedim, “çün
kü ben hep geri dönerim.”
“Aman ne komik,” diye surat etti Lisa. “Çocukken
pul koleksiyonun da var
mıydı?”
“Ay ne olur cevap verme,” dedi Kavita gülerek.
“Valla denemedim değil. Ama babam çöpe attı. Bu arada, sizce ben mızmız
mıyım?”
“Ne?” diye sordular koro hâlinde.
“Biri benim mızmız olduğumu söyledi de şaşırdım. Sizce öyle miyim?”
Lisa’yla Kavita öyle bir gülmeye başladı ki, sonunda kanepeden düştüler.
Suratımdaki ifadeyi görünce bir kez daha kahkahalara boğuldular. Yerlerde yu
varlanıp ayaklarıyla havayı bile tekmelediler. O derece yani.
“Hoppala.
Bunun nesi komik, anlamadım.”
“Ay sus. Yoksa öleceğim!” diye bağırdı Kavita. Lisa da ona katıldı.
“Sağ olun ya. Çok teşekkür ederim.”
Evden çıkarken hâlâ gülüyorlardı. Motora atlayıp Marine Caddesi’nden
Tardeo’ya doğru ilerledim.
Saat geç olmuştu. Sokaklar tenhaydı. Geniş körfezin duvarlarına vuran dal
gaların koynundan keskin bir demir ve tuz kokusu geliyordu. Denizin kanının
kokusu. Hafif gece yarısı esintisi bu kokuyu bulvardaki bütün açık pencereler
den evlere sürüklüyordu.
Tepemde toplanan siyah, kızgın bulutlar sanki elimi uzatsam dokunabilece
ğim kadar yakındı. Sonra sessiz ama bütün gökyüzüne yayılan bir şimşek çaktı.
Gecenin duvağı yırtıldı, karanlık gümüş ışıltılarla aydınlandı.
Sekiz kuru aydan sonra Ada Şehri yağmura hasretti. Uyuyan ve uyuma
yan bütün kalpler yaklaşan fırtınanın gümbürtüsüyle titredi. Genç, yaşlı bü
tün nabızlar yağmurun ritmiyle hızlandı ve her bir nefes rüzgâra ve bulutlara
karıştı.
Motoru ıssız bir arka sokağın girişine bıraktım. Civardaki sokaklar da boş
tu. Üç yüz
metre kadar ileride, bir dizi el arabasının yanında birkaç karaltı
seçtim. Ceketlerine sarınmış, uyuyorlardı.
Gözlerimi sessiz sokaktan ayırmadan bir sigara yaktım. Mahalledeki herke
sin uyuduğundan emin olunca motorun benzin deposunun altına kumaş bir
mendil serdim. Boruyu çıkardım, mendili benzinle ıslattım ve boruyu yeniden
yerine taktım.
O gün beni dövdükleri deponun kapısındaki asma kilidi kırdım ve usulca
içeri süzüldüm.
Çakmağımı yakıp neon yeşili ve limon sarısı şezlongun yanma gittim.
Yakınlarda bulduğum boş bir varili ona doğru sürükleyip şezlonga oturdum.
Birkaç dakika içinde gözlerim karanlığa alıştı. Etrafımdaki mobilyaları ve
bazı belirgin cisimleri görebiliyordum artık. Aralarında Hindistan cevizi lifin
den bir ip kangalı da vardı. Beni bağladıkları ipi bundan kesmişlerdi.
Ayağa kalkıp kangalı çözdüm ve uzun ipi şezlongun altına serdim. Benzinle
ıslattığım mendili arasına sokuşturdum.
Depoda boş karton kutular, eski telefon rehberleri, yağ lekeleriyle kaplı bez
ler ve başka yanıcı maddeler de vardı. Bulabildiğim her şeyi şezlongdan alet
edevat dolaplarına kadar tek tek dizdim.
Mendili yaktığımda çabucak tutuştu. Önce küçük bir alev vardı. Sonra bü
tün ipi sardılar.
İçeriyi yoğun bir duman kapladı. Şezlong hâlâ direniyordu. Alevlerin şez
longla dolapların arasına dizdiğim kutu ve bezlere atlamasını bekledim.
Sonra
ağır bir oksi asetilen kaynak lehim kitini de beraberimde sürükleyerek depodan
Çıktım.
Yangının açısını gazyağıyla dolu şişelere sıçramayacak şekilde ayarlamıştım.
Deponun camları içeride sessiz bir parti varmışçasına son bir kez zonkladı
v
e ufak çaplı bir patlama meydana geldi.
Zamk ya da boya incelticilerden biri olmalıydı. O madde her neyse, depo,
nun çatısının kirişlerini tutuşturdu. Ağır ve nemli gece havasında turuncu-kızı|
alevler yükseldi.
Etraftaki dükkân ve evlerden insanlar sokağa dökülmeye başladı.
Hepsi
yanan depoya doğru koştu ama bu saatten sonra ellerinden bir şey gelmezdi.
Zaten kuraklık çekiyorduk. Hem depoyla diğer binalar arasında mesafe vardı.
Yayılmayacak bir yangın için kimse boşuna su israf etmezdi.
Kalabalık arttıkça ilk bisikletli
Do'stlaringiz bilan baham: