Ha siktir.
Kadınların sezgilerine bir kez daha şapka çıkardım.
“Bu ara, evet, çünkü birkaç gündür sürekli adını duyuyorum.”
“Başka kiminle konuştun ki?”
“Naveen. Sonra Ranjit,” diye saydım.
“Ranjit ne diyor?”
“Ranjit’le Karla’dan konuşmasak olmaz mı?”
“Neden? Kıskanıyor musun?”
“Pardon?”
“Biliyorsun, bu ara yapışık kardeşler gibiyiz.”
“Nereden bilebilirim, Lisa? Ben Ranjit’le görüşüyor muyum?”
“Sergilerin tanıtımında çok yardımcı oluyor. O devreye girdiğinden ben
takipçilerimiz arttı. Hemen her gece birlikteyiz. Aramızda bir şey yok tabii.”
“Eee? Yani?”
“Sadece Karla yı sık düşünüyor musun diye merak ettim.”
Ona döndüm. “Anlaşıldı. Bu konu bitmeyecek.”
Dirseğine abanarak doğruldu. Başını eline dayadı.
“Dün onu gördüm,” dedi çiçekler kadar masum, mavi gözleriyle beni dik
katle süzerek.
Kaşlarımı çattım.
“Benim butikte. Brady’s Sokaktaki. Orayı bir tek ben biliyorum sanıyor
dum. Ama sonra bir arkamı döndüm, Karla!”
“Ne dedi?”
“Nasıl yani?”
“Sana ne dedi?”
Kaşları çattı. “Enteresan.”
“Efendim?”
“Ne bileyim? Hani insan nasıldı filan der. Ne dedi diye sorman garip geldi.
“Neden?
“Neredeyse iki yıldır görüşmüyorsunuz ya? Ve ilk merak ettiğin bana ne
dediği oldu. İşin kötüsü neden böyle bir tepki verdiğini biliyorum.”
“Beni şıp diye çözdün yani?”
“Tabii.”
“O kadar da tuhaf değil öyleyse.”
“Tuhaf olan verdiğin tepkinin ikinizin ilişkisini tanımlaması.”
“Gerçekten anlamadım.”
“Karlanın bana ne söylediğini öğrenmek istiyor musun, istemiyor musun?
“İstemiyorum desem?”
“Bal gibi de istiyorsun derim. Öncelikle harika görünüyordu. Keyfi de ga
yet yerinde. Madras Kafe’de oturduk. Nasıl eğlendim anlatamam. Bu ara kafayı
dine takmış. Ne dedi biliyor musun? Ay, dur. Tek kelimesini bile atlamak iste
miyorum.
Din dediğin kimin en aptal şapkayı tasarlayabileceği üzerine uzun bir
yolculuk sadece.
Aynen böyle söyledi. Ne komik kadın ya. Zor olmalı.”
“Komik olmak mı?”
“Hayır. Her zaman ortamın en zekisi olmak.”
“Sen de zekisin,” dedim sırtüstü dönüp ellerimi kafamın arkasına koyarak.
“Tanıdığım en akıllı insanlardan birisin.”
“Ben mi?” Güldü.
“Tabii.”
Göğsüme bir öpücük kondurup yanıma yattı.
“Karla ya galeride iş teklif ettim,” dedi ayak parmaklarını oynatarak.
“Kusura bakma ama bunun duyduğum en iyi fikir olduğunu söyleyeme
yeceğim.”
“Hani çok zekiydim?”
“Öylesin. Ama mantıklı değilsin.”
Göğsümü yumrukladı.
“Çok ciddiyim,” dedim gülerek. “Karla’nın yeniden hayatıma girmesini is
temiyorum. Ben o defteri kapadım ve mümkünse bunun böyle devam etmesini
istiyorum.”
“Karla benim hayat kitabımın da hayaletlerinden biri.”
“Ah, anladım. Benim defterim var, senin de hayat kitabın.”
“Herkesin vardır. Senin gibi güven sorunları olanlar hariç tabii.”
“Güven sorunları mı? Sadece gerçekçiyim, tamam mı?”
Güldü. Hatta biraz fazla güldü. Beni kendimden şüphe ettirecek kadar fazla.
“Dalga geçme,” dedi sakinleştiğinde. “Neredeyse on aydır Karla’yı görmü
yordum. Ona baktım ve onu ne kadar sevdiğimi fark ettim. Birini ne kadar
sevdiğini hatırlamak ne komik değil mi?”
“Benim demeye çalıştığım...”
“Biliyorum,” diye mırıldandı beni öpmek için eğilerek. “Biliyorum.”
“Neyi?”
“Sonsuza dek sürmeyeceğini,” diye fısıldadı. Dudakları hâlâ benimkilere
değiyordu ve gözleri mavilikte gökyüzüyle yarışıyordu.
“Her cevabında aklım biraz daha karışıyor.”
“Ben sonsuza dek diye bir şey olduğuna bile inanmıyorum,” dedi sarı buk
lelerini savurup ebediyeti bir kalemde silerek. “Asla inanmadım.”
“Konuştuklarımızı anlayınca bu sohbetten keyif almaya başlar mıyım
dersin?”
“Ben bir nevi şimdi manyağıyım. Bu ana tutkunum da denebilir.”
Beni öpmeye başladı. Bir yandan da ağzımın içine konuşuyordu.
“Neden kavga ettiğini söylemeyecek misin?”
“Aslında kavga sayılmazdı. Hatta teknik açıdan bakarsak kesinlikle bir kav
ga değildi.”
“Tamam, teknik açıdan bakalım. Ne oldu anlat.”
Onu öpmeye devam ettim. “Ne oldu derken?”
Geri çekilip bağdaş kurdu.
“Uzattın ama.”
“Tamam, tamam.” Doğrulup sırtımı yastıklara dayadım. “Ne bilmek isti
yorsun?”
“Şirketi. Pasaport fabrikasını. Hepsini.”
“Yapma, Lisa. Bunları konuşmuştuk.”
“Uzun zaman oldu.”
“Daha dün olmasın? Bak...”
“Bu işi neden yapıyorsun? Böyle yaşamak zorunda değilsin.”
“Öyleyim, Lisa. En azından bir süre için.”
“Saçmalık.”
“Haklısın. Bir kanun kaçağı olarak gidip bir bankada çalışmam daha doğru
olur.”
“Biz çok harcamıyoruz ki. Sanat işi kârlı olmaya başladı. Benim kazandı
ğımla geçiniriz.”
“Ben eskiden beri bu işi yapıyorum. O zaman şikâyetçi değildin.”
“Biliyorum.”
“Şimdi ne değişti?”
“içimde kötü bir his var,” dedi dürüstçe.
Gülümsedim ve avucumu yanağına koydum.
“O kadar uğraşıyorum. Unutmaya çalışıyorum. Ama olmuyor.”
Ellerini tuttum. Ayaklarımız birbirine değiyordu. Ayak başparmakları be
nimkileri şaşılacak kadar kuvvetli kavradı. Tahta kepenklerden şafağın kızıl ışı
ğı sızıyordu.
“Bunları konuştuk,” diye yineledim usulca. “Ülkem başıma ödül koydu.
Yakalanırsam ya öldürecekler beni ya da aynı hapishaneye tıkıp aynı duvara
zincirleyecekler. Oraya geri dönmeyeceğim, Lisa. Şimdilik burada güvende
yim. Sen öyle görmesen de bu benim için önemli.”
DAĞ GÖLGESİ ■ 131
“Ben kendinden vazgeç, teslim ol demiyorum ki. Tam tersi, kendinden vaz
geçme diyorum.”
“Nasıl para kazanacağım, hiç düşündün mü?”
“Yazabilirsin.”
“Her gün yazıyorum zaten.”
“Biliyorum. Ama tamamen ona yoğunlaşırsak ortaya iyi bir iş çıkabilir.”
Güldüm. “Yoğunlaşırsak derken?”
Amacım onunla alay etmek değildi. Ama neredeyse iki yıldır birlikte yaşı
yorduk ve ilk kez yazarlığımdan söz ediyordu.
“Tamam. Unut gitsin.”
Yine suspus oldu. Başparmakları gevşedi. Gözlerinin önüne düşen bir buk
leyi arkaya atıp deniz köpüğü saçlarını okşadım.
“Onlara bir söz verdim,” dedim.
“Tutmak zorunda değilsin.” Başını kaldırdı. “Onlara hiçbir borcun yok.”
“Var, Lisa. Onlarla bir kere tanıştın mı, otomatikman onlara borçlanırsın.
Sistem böyle işliyor. Seni neden kimseyle tanıştırmıyorum sanıyorsun?”
“Sen özgürsün, Lin. O duvarı tırmandın ama özgür olduğunun farkında
değilsin.”
Gökyüzünün yansıdığı duru bir gölü andıran gözlerine baktım ve tam o
sırada telefon çaldı.
“Şu telefona bakmayacak kadar özgürüm,” dedim. “Sen öyle misin?”
“Sen hiçbir telefona bakmazsın ki,” diye yapıştırdı. “O sayılmaz.”
Yataktan kalktı. Gözlerini benden ayırmadan hattın diğer ucundaki sesi
dinledi. Telefonu bana uzatırken hüznün bir şal gibi omuzlarına konuşunu an
be an izledim.
Sanjay’ın yardımcılarından biriydi.
“Hallederim,” dedim. “Evet... Ne? Hallederim dedim ya. Bana yirmi da
kika ver.”
Telefonu kapayıp yatağa gittim ve Lisa’nın yanına diz çöktüm.
“Adamlarımdan biri tutuklanmış. Colaba’daymış. Rüşvetle çıkaracağım.”
“Senin adamın değil o,” dedi beni iterek. “Sen de onların adamı değilsin.”
“Lisa, özür dilerim.”
“Ne yaptığın önemli değil. Kim olduğun bile değil. Asıl önemlisi ne olmaya
Çalıştığın.”
Gülümsedim.
“O kadar kolay değil. Hepimiz neysek oyuz.”
“Hayır. Hepimiz olmak istediğimiz kişiyiz. Bunu hâlâ öğrenemedin mi?”
“Ben özgür değilim, Lisa.”
Beni öptü. Ama deminki yaz rüzgârı geçmiş, gözlerindeki gri çiçek tarlası^
bulutlar çökmüştü.
“Sana banyoyu hazırlayayım,” dedi yataktan fırlayarak.
Koşup onu geçtim. “Büyütme. Altı üstü bir adamı nezaretten çıkaracağım."
“Biliyorum,” dedi kayıtsızca.
“Hâlâ benimle takılmak istiyor musun? Sonra buluşacak mıyız?”
“Tabii.”
Duşa girip soğuk suyu açtım.
“Neler olduğunu söylemeyecek misin?” diye seslendim. “Yoksa hâlâ sır mı?”
“Sır değil, sürpriz,” dedi gelip kapıda dikilerek.
Güldüm. “Tamam, o zaman. Saat ve mekân söyle.”
“Beş buçukta, Nariman Point’teki Mahesh’in önünde ol. Her yere geç ka
lıyorsun. Onun için sen kendini dört buçuğa göre ayarla. Zaten ancak beş
buçukta gelirsin.”
“Anlaştık.”
“Beni ekmeyeceksin değil mi?”
“Yok canım. Merak etme, her şey kontrol altında.”
Yağmur damlalarının yapraklardan süzülüşü gibi gülümsedi yine. “Hayır.
Hiçbir şey kontrol altında değil.”
Tabii ki haklıydı. O zaman anlayamamıştım. Ama Colaba Polis Merkezi’nin
geniş kemerinin altından geçerken Lisa’nın bir nehre yağan karı andıran, hü
zünlü gülümsemesi hâlâ gözlerimin önündeydi.
Yönetim binasının önünden yan tarafına doğru ilerleyen ahşap verandanın
basamaklarını çıktım. Komiser yardımcısının odasının önünde nöbet tutan
memur beni tanıdı. Geçmem için kenara çekilirken gülümsedi. Beni gördüğü
ne sevinmişti. Ne kadar cömert olduğumu biliyordu tabii.
Gündüzleri merkezden Şimşek Dilip sorumluydu. Alkolik suratı öfkeyle
şişmişti. Yine sol tarafından kalkmıştı belli ki.
Do'stlaringiz bilan baham: |