“Memnuniyetle.”
“Bir adam homoseksüelse sık sık fahişelere gider mi?”
diye sordu Vinson
Didier’ye doğru eğilerek.
Didier bir sigara yaktı. Bir an yanan ucuna baktı. Sonra Vinson’a dönüp
gözlerini kıstı. “Homoseksüel bir erkek bir erkeğin istediği her şeyi yapabilen
dir lafını hiç duymadın mı?”
“Efendim?” dedi Vinson.
“Bir de cehalet mutluluktur derler,” diye atıldım ve Didier’yle göz göze gel
diğimizde gülümsedik. “Şimdi izin verirseniz bütün
cehaletimle mutlu mesut
evime gidiyorum.”
Bardan çıktık ve alışveriş kalabalığım arkamızda bırakıp motoru park etti
ğim yere doğru yürüdük.
Anahtarı kontağa sokmuştum ki, güçlü bir el kolumu sıktı. Döndüm.
Concannon’dı.
“Siktiğimin yavşağı,” dedi sırıtarak.
“Pardon?”
“Fransız ibnesini diyorum.”
“Sen kafayı yemişsin.”
“Doğru. Haklısın. Gidip bir yerlerde içelim hadi. On binin turşusunu mu
kuracağım, değil mi ama?”
“Ben
eve gidiyorum,” dedim kolumu kurtararak.
“Hadi dostum. Biraz eğlenirdik. Sadece sen ve ben ha? Sokaktan birkaç
pislik araklar, gebertene kadar pataklarız.”
“Sağ ol, kalsın.”
“Yeni İrlanda müzikleri aldım. İrlanda müziğiyle kavga süper oluyor. İnsan
nasıl
gaza geliyor, anlatamam.”
“Hayır.”
“Hadi ama! En azından müzik dinleyip içelim.”
“Hayır.”
“O Fransız var ya? Göt verenin teki!”
Concannon...
“Sen ve ben,” dedi sesini yumuşatarak. Sonra canı açıyormuş gibi suratını
buruşturdu. “Biz aynıyız, dostum. Birbirimize çok benziyoruz.”
“Daha beni tanımıyorsun.”
Tıslamayı andıran bir ses çıkarıp yere tükürdü.
“Ya boş versene. Bir düşün. Bütün dünya o ibne gibi olsaydı insan ırkı yok
olurdu.”
“Bütün insan ırkı senin gibi olsaydı, yok olmayı
hak ederdik, Concannon.”
Şansımı zorluyordum. Ama Didier’yi severdim ve bir günde
bu kadar
Concannon yetmişti.
Gözlerince ölümcül kıvılcımlar yanıp söndü. Ben de bakışlarımı kaçırma
dım. Zaten bütün gün dayak yemiştim. İstediği yerime bakabilirdi.
Sonra motoru çalıştırdım ve Kavita’nın binmesine yardım ettim. Arkamıza
bile bakmadan gazladık.
“Bu herif kafayı yemiş!” diye bağırdı Kavita. Öne eğildiği için dudakları
kulağıma değiyordu.
“Daha yeni tanıştık,” dedim. “İlk karşılaşmamızda normal görünmüştü.”
“Normal adam mı kaldı?”
“Biz dâhil,” dedim.
Güldü. “Kendi adına konuş.”
Ben gülmedim. Concannon’ın bakışını unutamıyordum. Lisânın endişe
lerini giderdikten ve ondan özür diledikten sonra ve o yaralarımı temizlerken
banyoda bir taburede otururken bile o bakışlar gözümün önünden gitmedi. Bir
mağarada gizlenen iblisleri anımsatmışlardı bana.
“Bu imaj Line çok gitti,”
dedi Kavita, Lisa’ya. Yaralarımı temizledikten son
ra salondaki kanepeye yerleşmiştik. “Bence birine para versin. Ayda bir Lin’i
adamakıllı benzetsin. İstersen birkaç kız arkadaşımın telefonunu verebilirim.”
“Ay yok,” dedi Lisa. “Şuna bak, trafik kazası geçirmiş gibi. Ama şoför değil,
araba rolündeyken.”
“Aman, tamam. Bir an bütün arabaların insan olduğunu düşündüm.”
Lisa kaşlarını çatıp bana döndü ve elini kafamın arkasına koydu.
“Ne olduğunu anlatmayacak mısın?”
“Yeterince açık değil mi?”
“Manyak,” dedi beni itip. “Sabahtan beri bir şey yedin mi? Bari onu söyle.”
“Yok. Vakit olmadı.”
“Bize bir şeyler hazırlar mısın, Kavita? Ruh hâlim yemek yapmaya hiç mü
sait değil.”
Kavita en sevdiğim yemeklerden birini pişirdi. Sarı
Do'stlaringiz bilan baham: